Kaprislidir Şamama
Bir şey yimez iştahsız
Sabah sütlü püsküvüt
Bonfile et öğleyin
Aç karnına greyfurt
Geceleri et suyu
Kanal D’nin yeni reality show’u Sosyetik Ev Kadınları 5 Şubat’tan bu yana gündüz kuşağında yayınlanıyor. Yerli yabancı tüm televizyon içeriğini ilgiyle takip eden biri olduğum için tabii ki bunu da izledim. Ne yalan söyleyeyim biraz ham ve sıkıcı buldum. Ki ben içinde sosyete lafı geçen her ne varsa direktoman atlarım, kulak kabartırım; üstüne sarmısaklı yoğurt ve kırmızıbiberli yağ konan son derece uydurma bir börek olan sosyete mantısından, dünyanın en sıkıcı programı Bloomberg HTKulüp’e kadar her şeyi takip ederim.
Gelin görün ki Sosyetik Ev Kadınları tıpkı yukarıda alıntıladığım Şamama’nın Şarkısı* gibi biraz. Katılımcılar kusura bakmasın ama bana göre hepsi birer güççük hanfendü. Programın formatı The Real Housewives biliyorsunuz. Bu ilk olarak 2006’da The Real Housewives of Orange County olarak yayınlanan ardından New York, Atlanta, New Jersey bilmemne derken, Atina, Paris, Bangkok dünyanın her yerinde uygulanan bir format. İşte bir grup kadının ilişkileri, hayatlarının mutlu ve hüzünlü anlarını aktarıyorlar. Bizdeki uyarlamada programın adını Gerçek Ev Kadınları olarak kullanmamışlar, doğru da yapmışlar ama ileri sürdükleri gibi katılımcılar sosyetik falan değil, olsa olsa süslü ve demode diyebiliriz. Yine de tema olarak benzer bir kulvardan ilerleyen Ufak Tefek Cinayetler’in karakterlerinden daha sevimli olduklarını söyleyebilirim. En azından vay bana çocukken yanlış yaptılar diye koskoca doktor bin yıl sonra arkadaşlarının yüzüne gülerken intikam almaya kalkmıyor. Hazır buradan fırsat bulmuşken söyleyeyim, Oyacım get over it! Hani tüm Sarmaşık sakinleri hepiniz İngilizce konuşuyorsunuz ya o yüzden öyle yazdım. Yoksa bir bardak soğuk su iç derdim ama siz Türkçe konuşmadığınızdan anlaşılmayabilir diye şeettim.
Günsel Ülkü, Boğaziçi Üniversitesi İşletme bölümünden mezun bir tasarımcı. Programın başında “istediğiniz kadar paranız olsun gerekli donanıma, belli bir kültüre sahip olmadığınız zaman yine cemiyet hayatına giremiyorsunuz” derken gayet makul bir bakış ortaya koyuyor aslında. Ancak sözlerini “David Guetta’yı dinlemek için İbiza’ya gitmeyi lüks olarak algılıyorum, bunu seviyorum,” diye tamamlayınca, İbiza’nın kültürel zenginliklerinden ne denli bihaber olduğum gerçeği yüzüme bir tokat gibi çarpıyor! Diğer yandan Günsel Hanım böyle yapmayı seviyorsa seviyordur, ben beğenme polisi değilim sonuçta. Günsel Hanım’ın yeni asistanı ile buluşması ve ondan beklentilerini sıralaması da bir başka ilginç karşılaşma. Günsel Hanım asistanı Dilan’ı sabahın dokuzunda siyah derilerini çekip evinde bekliyor, asistan da yine full makyaj patrondan aşağı kalmayan dantelli gotik bir elbiseyle geliyor. Tam kız koltuğa oturacak, o sırada Günsel Hanım iş hayatıyla ilgili ilk vecizesini lütfediyor: “Dilanjım, iş hayatında önce müdürler oturur, ondan sonra elemanlar oturur,” diyor. Dilan’dan beklentileri neler mi? Dilan patronunun evine gelirken her sabah “nan-fet latte” (yağsız sütlü kahve) alıp getirecekmiş mesela. Sonra iş hayatında bir yere geldiyse ve ödül aldıysa (bu arada web sitesinde hala 2015-2016 kreasyonunu görüyoruz, güncellemekte biraz geri kalmışlar ama olsun) bunun altında bir düzen yattığını belirtiyor. Dilan’a “öyle güzel şeyler yap ki beni şaşırt, senden ilginç öneriler bekliyorum,” diyerek dünyanın en gizemli iş tanımını yapıyor. Gerçi bu acayip lafların ve tavırların Günsel Hanım’a dikte edildiği öyle belli ki aralarda o da kendini tutamıyor, gülüyor.
Bayan agresif ve her şeyi bilen insan Elif Hanım ise, kaplanlı desenleri ve straplezi çok seviyor. Diğer yarışmacı Esra’nın işi ise Elif’in bir yere davet edilip edilmediğini belgelerle ortaya koymak. “Dünkü davette neden yoktun?” diye pattadanak Elif’e sormaya bayılıyor. Elif ise, “Sen varken gelmezdim!” diye sert bir yanıt veriyor. Eh işte durum böyle olunca pek arkadaşı da olamıyor. Elif Hanım iç mekân tasarımcısı, 20 yaşında bir kız annesi. Bir de erkek arkadaşı var. Zaten kendisini bir aşk kadını olarak tanımlıyor “İyi bir lavırım ben,” diyor. Bununla birlikte geçenlerde erkek arkadaşı Murat Bey’in Esra’yı instagramdan takip etmesiyle birlikte aralarında ufak bir gerilim yaşandı. Elif Hanım “Sosyal medyada benim gerginlik yaşadığım bir kadını senin takip ediyor olman normal mi Murat?” diyerek masadan kalkıp gitti. Neyse inşallah olaylar tez zamanda tatlıya bağlanır, sevenler kavuşur.
Katılımcılar arasında adını daha önce duyduğum tek kişi olan Neslihan Kozanoğlu ise oğluna gelin bakıyor, bunun için Melis ile görüştü. Gelin adayı ile şöyle bir konuşma yapıyor; “Başar’ı söyleyeyim sana, okumayı hiç sevmedi, benim gibi zorla okudu; Amerika’da turizm okumuştu ama sonra araba tamircisi oldu. Şimdi de galerisi var.” Sonra Başar, Melis ve Neslihan Hanım hep birlikte off-road’a gittiler. Neslihan Hanım balçık çamur içinde ortama tam takım kıyafet ve topuklu ayakkabı ile gelen Melis’i yadırgasa da gözlerini belertmedi, kıza tatlı ve yumuşak davrandı. Bakalım kayınvalidelikte nasıl ilerleyecek? Ama ben eğer hamama gidip kız bakmayacaksa biraz daha çiftliklerini, oradaki hayvanları falan göstermelerini isterim. Buraya kadarki macera biraz sıkıcı çünkü.
Programımızın dramatik ögelerinden biri, dört ve altı yaşında iki erkek çocuğu olan Esra Tokgöz ise, şu sıralar boşanma sürecinde. Esra Hanım’ın bir güzellik merkezi var. Bir diğer bekar anne ise kızlarıyla yalnız yaşayan Ezgi Dargı. Biliyorsunuz boşanma çok verimli bir konudur. Buradan yıllarca tüketebileceğiniz dedikodu malzemesi çıkabilir. O güne kadar suratınıza bakmayan insanlar bir bakmışsınız kapınızda sıra olmuşlar. Kendisi de aynı deneyimi yaşamış bir kadın olarak Ezgi Dargı, arkadaşıyla dertleşmek için yemeyip içmeyip hemen Esra’nın evinde alıyor soluğu. Ve hemen patlatıyor soruyu: “Esracığım, geceleri n’oluyor?” Esra SANA NE? demiyor tabii, çünkü antrenmansız. Zaten Ezgi Dargı hemen “Nasıl gidiyor boşanma süreci? Bir hüzün çöküyor di mi?” diye kanırtmaya devam ediyor. Ezgi Hanım, aslında programın başında kimseyi dinlememek gibi bir özelliğinin olduğunu beyan etmişti, ama belli ki bu her konu için geçerli değil. Boşanma hikâyesi olunca can kulağıyla dinliyor mesela. Yine programın başında sosyeteye girmek için her şeyin en ince detayına kadar düşünülmesi gerektiğini ifade etmişti. Bunu da buz gibi havada ten rengi sivri topuklu ayakkabılar giyerek sitenin havuzu etrafında köpek gezdirerek bize sergiledi bence.
Orijinal formatta çok kullanılan temalar var, bunlardan biri meme silikonu takılması ya da çıkarılması. Bizde henüz bu yok, konuşmalar botox’tan ibaret. Umarım bu konuda programa bir hareket gelir. Bir de egzotik bir tatil beldesine gitmeleri gerekiyor. Yine umarım paraya kıyıp katılımcıları böyle güzel bir yere götürürler de Belek’te tatil köyü görüntüsü izlemek zorunda kalmayız. The Real Housewives sahtelikle gerçekliği, hesaplamayla doğaçlamayı, kerameti kendinden menkul olmakla ulu orta bir şekilde en gizli sırları salya sümük anlatmayı birleştirmesi bakımından harika bir format. Bu orta sınıf tiyatrosu, yapımcılar ve kadınların müthiş iş birliğinin ürünü. Galiba dünyanın her yerinde kendi görünüşünü çok beğenen, gösterişli, süslü fakat beyhude, terbiyesiz ve kaba kadınların kamera önünde önemsiz şeyler için tartıştığı, birbirini gagaladığı ve birbirleri hakkında kötücül şeyler söyleyebileceği evrensel bir tedarik havuzu var.
Madem Keşanlı Ali Destanı ile başladık öyle bitirelim. İhya Onaran’ın evinde Zilha’ya Madam Olga’nın “İstil ilen nezaketlen,” diye tembih ettiği üzere: “Sivilizasyon etiket bilmek ve bunu tatbik edebilmektir.”
DEFNE AKMAN
*Keşanlı Ali Destanı – Haldun Taner