Birileri ortaya büyük vaatlerle çıktığı zaman, gün bugündür deyip sonucunu düşünmeden hemen üstüne atlar mısınız? Yoksa biraz mesafeli yaklaşıp önce size ne demek istediğini mi değerlendirirsiniz? Ben ikinci seçeneği tercih edenlerdenim. İlkini tercih etmek de mümkün bu arada. Önemli olan tercih ettiğiniz şeyin size iyi gelmesi.
Fox TV’de geçtiğimiz hafta Ne Seninle Ne Sensiz adında yeni bir program yayınlanmaya başladı. Daha önce haber spikeri olarak tanıdığımız ve sonra gündüz televizyonunun en çok konuşulan programlarından Kısmetse Olur ‘un sunucusu olan Seda Akgül, bu programın da sunucusu. Program, fena halde iddialı! Evlilikleri, aileleri kurtarmak, mutsuz evlilikleri düzeltmek, sorunları çözmek için geliyoruz diyorlar.
Ne Seninle Ne Sensiz hafta içi her gün 16:30- 19:00 arasında yayınlanıyor. Daimi konuklar var; bunlar yoğun şiddet, aldatma, tuhaf takıntılar, geçim sıkıntısı yüzünden ayrılma noktasına gelmiş evli çiftler. Seda Akgül, Psikiyatr Dr.Ümit Yazman ve Avukat Feyza Altun ile birlikte bir danışman ekibi oluşturarak daimi konukların hikayelerini dinliyor ve ilerleyen haftalardaki gelişmelerini izliyor. Stüdyodaki seyircilerin yanı sıra telefon bağlantıları da yapılan programda insanlar çiftlerin durumu hakkında görüşlerini bildirebiliyor.
Buraya kadar aslına bakarsanız, tüm dünyada yayınlanan bildiğiniz The Jeremy Kyle Show, Ricki Lake gibi gündüz televizyonu formatı. Üstelik diğerlerine göre daha usturuplu bile olduğunu söyleyebilirim, bir kere pek hassaslar; sürekli kadınların yanında olduklarını belirtme gereğini duyuyor, kimseyi yargılamadıklarını söyleyip duruyorlar. Jeremy Kyle’daki gibi yalan makinesine bağlamıyorlar milleti mesela.. Aslında keşke yapsalar, böyle bin türlü dert dinlemek ve sürekli niyetinin iyi olduğunu ısrarla tekrarlayıp duran, duyarlıymış gibi yapan insanları izlemek sıkıcı çünkü.
Bakalım daha ne kadar acayipleşecek?
Eğer yaz tatilini evde televizyon seyrederek geçiriyorsanız, zalim ve sıkıcı gündüz televizyonunun altın standartı Ne Seninle Ne Sensiz sizin için var. Tam daha saçmasının olamayacağını düşünürken gelecek bölüm daha da saçma bir takım hikâyeler ortaya çıkıyor. Tahminen herkes olan bitenin berbat olduğunu biliyor, ama birlikte olayların içine batmak insana kendini harika hissettiriyor.
Programda her gün saldırıya ve tenkide açık, düşkün, muhtaç ve biraz da uygunsuz insanlar seyircinin önünde dertlerini anlatıyor. Bunlar tamiri çok zor, istismara dayalı, şüphe, güvensizlik dolu, bir takım zararlı bağımlılıkların da içinde bulunduğu ilişkiler.
Çiftlerimizi tanıyalım
Kıskançlık yüzünden ayrılan Merve ve Osman var. Birbirini hiç tanımadan çok genç yaşta evlenen iki akraba. Karakolluk olmuşlar. Karakol programa katılan çiftlerde aranan bir standart zaten. Mezuniyetine dört ay kala eğitimini bırakan var, gömleklerin düğmelerinin hepsi iliklenerek gardıroba asılacak yatak ille gergin olacak diye tutturup karısı Nevin’i delirten, Ali Rıza Bey var. Tanışıp 15 gün sonra evlenen Yavuz ve Yağmur çifti var. Yağmur beş aylık hamile. Her ikisi de çalışmıyor, Yavuz’un anne-babasının evinde yaşıyorlar filan falan.
Kırılan kalpleri onarıyoruz
Programda üç günlük evliyken kocasından şiddet gören kadınlar, eve gelmeyen, doğum yapan karısını para bulacağım diye hastanede bırakıp ortadan kaybolan kocalar ve daha neler var. Başkasının berbat hayatı yüzünden “ne şanslıyım en azından kimse benim kafama beyzbol sopasıyla vurmuyor” diye şükredebileceğiniz bir sürü rezil hikaye. Her neyse, ne kadar berbat şey yaşanmış olursa Ne Seninle Ne Sensiz tüm bunların onarılabileceğini iddia ediyor.
Aşk, çok önemli program için. Uzmanların yönlendirmesiyle her şeye yeniden başlamanın mümkün olduğunu iddia ediyorlar. Yeter ki çiftler birbirini sevsin, düzelmek istesin diyorlar. Öylesine sevgi dolular, affediciler ve inançlılar yani.
Yetiş bacım
Seda Akgül, çiftlere gerekli maddi desteği vereceklerini sıklıkla ifade ediyor. Eğer birleşmeye karar verirlerse, yapamadıkları düğünü, istedikleri evi temin edeceklerini iş bulacaklarını söylüyor. Bir tür yetiş bacım. Sihirli değneğiyle hepsine dokunacak, böylece kırılan kalpler onarılacak ne güzel değil mi?
Programımızda orta sınıf normları geçerlidir
Ne Seninle Ne Sensiz, orta sınıf normlarının geçerli olduğu program. Suça yakın, çalışmaktan kaçınan, haklarını kaybetmiş insanların süje olarak incelendiği, örnek vaka olarak sunulduğu bir yapı var burada. Sunucunun dominant gücü, avukat ve psikiyatrın otorite olarak varlığı, programın bireysel seçim ve sorumluluğu sıklıkla vurgulaması ile programın konuklarının bireysel red ve toplumsal kapsayıcılıkla ilgili görüşlerinin çakışması sürekli işlenen bir tema.
Konuklar ve sunucu arasında bariz bir kontrast var. Konukların hepsi zorlu geçmişlerden geliyor; kıyafetleri, saçları, birbirinin sözünü keserek bağırarak konuşmaları, işleri, çok erken yaşta evlenmeleri birbirine çok benziyor. Eğitimli, daha avantajlı durumda olduğu belli olan uzmanların tavsiyelerini dinleyen konuklar, kirli çamaşırlarını sergilerken çoğu zaman duyguları, ihtiyaçları olan insanlardan çok sanki laboratuvardaki denekler gibi. Sunucu ve uzmanlar ise konuklardan birebir hikâyelerini dinlemek yerine daha çok onların ham ve saf duygularının peşinde. Konuklar uzmanlarla sizli bizli konuşurken, uzmanların onlara “sen” diye hitap etmesi de dikkat çekiyor.
Bir de sanki orada incelenen çiftlerle hiçbir ortak noktası yokmuş gibi davranıp onları ötekileştiren seyirciler var. Seyirciler çiftlere yönelik eleştirilerde bulunurken kameralar onların şaşkın, mesafeli ve olağanüstü doğrucu ifadelerini gösteriyor.
Bir milyoncu kafası
Ne Seninle Ne Sensiz’de format ve programın yapısı seyirciyi; inceleme konusu olan çiftlerin, çoğu zaman finansal bakımdan disiplinsiz oldukları, pervasızlıkları, tedbirsizlikleri, zevk-ü sefada oldukları, hafif meşreplikleri yüzünden perişan, sefil ve bu durumda olduklarına dair bir kanıya varması üzerine kurgulanmış. Konuklar, orta sınıfın özlemlerini yansıtamadığ, gayelerine erişemediği, kültürel normlarını uygulayamadığı için başarısız olarak addediliyor.
Dezavantajlı ve imkânlardan yoksun insanlar hikâyelerini anlatırken, kameraların önünde bir tür geçit töreni yapıyorlar. Sonuç, seyircinin temel güdülerine hitap eden bir tür ucuz eşya reyonu gibi bir ekran. Bir milyoncu kafası.
Debelenip duran, beceriksiz, elinden bir iş gelmeyen kaybedenlerin ibret-i alem olarak sergilenmesini ekranda ve hayatta ilk kez görmüyorum elbette. Yaygın medya diline göre, geleceği olmayan insanlar, emeğin, ailenin, direncin karşısında oldukları için ne işçi sınıfı tarafından ne de ilerlemenin karşısında oldukları için orta sınıf tarafından seviliyorlar. Bu toplumsal içerlemeler ve beraberinde gelen acımasız cezalandırma TV yapımcıları tarafından icat edilmedi tabii ama onu istismar edecek kadar uyanıklar ne yazık ki. Bu formülün inandırıcı olduğu ve merak uyandırdığı muhakkak ama insanlar sırf kazaları seyretmeyi seviyor diye kimsenin bundan faydalanmasını haklı kılmıyor.