Bu seneki Oscar’ların en büyük sürprizi aday filmlerden daha çok aday olamayan tek film oldu bence. Adaylar açıklandı ve ay bizler şok!
Tüm listelerde ve eleştirmen yorumlarında senenin en iyi filmlerinden biri olarak gösterilen Carol, “en iyi yönetmen” ve “en iyi film” gibi iki önemli dalda aday gösterilmedi. Uyarlama senaryo, kostüm, sanat ve başroldeki iki kadın oyuncuya adaylıkla listeye girdi. Zaten bu performanslarıyla Cate Blanchet ve Rooney Mara’yı da aday göstermemiş olsalardı Akademi’ye rahatlıkla “Kapatın dükkanı gidin, köyünüzde dikiş dikin,” diyebilirdik.
Carol’ın uzun uzadıya anlatılacak bir konusu yok. Harika bir melodram. 1950’li yılların New York’unda farklı sınıflardan, biri tezgahtar diğeri de ev hanımı olan iki kadının bir Christmas arifesinde tanışmalarını ve birbirlerine aşık olmalarını anlatıyor. Dönemin Mad Men vari baskın erkek ortamında Carol ve Therese’in bir aşk hikayesi yaşamaları o kadar kolay değil tabii. Kids are Allright yılları henüz çok uzak.
Mavi gördüğümüz kadarıyla sıcak bir renk ama o kadar da el yakmıyor.
Ama yine de döneminin tüm şartlarına rağmen Carol ve Therese aşkın o karanlık kuyusuna düşmekten kurtulamıyorlar. Therese’le tanıştığı sırada Carol evli ve bir kızı var. Ama bu dönemde zaten aile arasında biraz adı çıkmış. Yakın arkadaşı Abby’le biraz haddinden fazla yakınlar. Bunun da sürekli gıybeti dönüyor. İşin içine tanıştıkları ana kadar bu lezbiyenlik taraklarında kadar hiç bezi olmayan Therese girdiğinde Carol’ın salon beyefendisi kocasının sabrı taşıyor. Çirkin heterosekseül aile dramı boşanmaya ve Carol’ın lezbiyenliğini ortaya döküp çocuğu göstermemeye uzuyor. Carol bir seçim yapmak zorunda bırakılıyor: Ya kızı. Ya da Therese.
Todd Haynes, başından sonuna kadar şiir gibi bir film çekmiş. Bu melodramın neredeyse her karesi özenle tasarlanmış. Her bir kadrajı dondurulup duvarınıza bir resim olarak asabileceğiniz güzellikte. Oyuncuların tırnaklarından (tırnak tasarımı bile karaktere özgü yapılmış filmde. Carol’ın tırnakları her daim manikürlü ve ojeliyken, Therese bakımsız tırnaklarla oynuyor), kostümlerinin detaylarına kadar özene bezene, tadını çıkara çıkara bir işçilik sergilemişler.
Bir klişenin başka yorumu olarak görebileceğimiz zengin kadın- fakir kadın aşkı filmde bambaşka yorumlanıyor. Mesela benim için filmin dinamiğindeki en sürpriz karakter üçüncü kadın oldu: Abby. Carol’ın en yakın arkadaşı ve aralarında bir ilişki de yaşanmış Abby, aşık olduğu kadının aşık olduğu kadın için benzerini pek göremediğimiz bir dayanışma sergiliyor. Üçüncü kadın filmin en ilginç karakterlerinden biri.
Cate Blanchet ve Rooney Mara şahaneler. Bir kere çok doğru bir cast. Cate Blanchet’te tam bir ablacı tipi yok mu? Tam bir salon lezbiyeni Blanchet.
Rooney Mara da öyle. Butch desen değil, fem desen değil bambaşka lezbiyen modeli. Zaten bu Mara kardeşler uzun süredir kadrajımda. Rooney ve kardeşi Kate Mara (Onun da House of Cards’ın ilk iki sezonundaki gazeteci kız portresi unutulmazdı) sinemada daha çok iş yapacaklar.