İlk bölümü izlerken konuya hakim olmayan yani daha önce The Vampire Diaries izlememiş izleyiciler için anlaşılması güç kısımlar olsa da yönetmenler ve senaristler gerek flashbacklerle gerekse hikayeye yedirerek bizi konu hakkında bilgilendiriyorlar.
Ayrıca bu dizinin bir diğer ilgi çekici yanı ise New Orleans'ın o mistik havası ve şarkıları. Malum dizi New Orleans'ta çekilince müziklerde Jazz, insanlarda da çılgınlığın etkisi çok net görülüyor.
Dizinin genel hikayesine değinmek gerekirse The Vampire Diaries izleyenler çok rahat anlayabilirler ki dizimizin başrollerinde köken vampirlerimiz yani Klaus, Elijah ve Rebekah Mikaelson kardeşlerimiz yer almakta.
Kökenlerimizin nasıl vampire dönüştüklerini bu zamana kadar yayınlanan bölümlerde ve The Vampire Diaries'te bir kaç defa izleme şansı bulduk. Mikaelson ailesi bin yıldan fazla bir süre önce normal bir aile olarak yaşarken bir gün en küçük kardeşleri Henrik'in bir kurt tarafından öldürülmesi ile asıl macera başlıyor. Henrik'in öldürülmesi üzerine aile ölümden kurtulmak için çok güçlü bir cadı olan anneleri Esther'in sayesinde ölümsüzlük yani vampire dönüşme büyüsü ile büyük bir dönüşüme giriyorlar. Tabi bu sırada da tüm sırlar bir anda aralanıyor. Mikaelson ailesi vampire dönüştüğü zaman içgüdüsel olarak avlanıyorlar ve Klaus ilk defa bir insanın kanını emip onu öldürdüğü zaman biyolojik babasından aldığı kurt adam özelliği açılıyor.Bu sayede Klaus'un hem vampir hem de kurda dönüşümüne şahit oluyoruz. Melez (hybrid) diye tabir edilen bu özellik sadece Klaus'un sahip olduğu bir güç olarak süregelmekte. Klaus'un başkasının çocuğu olduğunun anlaşılması ile babaları Michael Klaus'tan ölesiye nefret edip, ona işkence ediyor ve yine anneleri sayesinde Klaus'un kurt adam özelliğini binbir türlü işkence ile kapatıyorlar. İşte bu sayede muhteşem karakterimiz Klaus yaratılmış oluyor. Klaus o zamandan bu zamana kadar yaklaşık bin yıl herkesin korkulu rüyası olan en güçlü vampir olarak hayatını sürdürüyor.
Ancak bu hikayenin ana konusu köken vampirler olmakla beraber izleyenleri büyük şaşkınlığa uğratan bebek olgusu. Klaus hem vampir hem de kurt özelliklerine sahip olduğu için kurt tarafından dolayı bir çocuğu olacağını Hayley’in yani dizinin bir diğer başrol karakterinin hamileliğinin anlaşılması ile öğreniyor.
Hayley ve Klaus The Vampire Diaries dizisinde tanışıp tek gecelik bir birliktelikle beraber olduktan sonra Hayley ailesini bulmak için New Orleans'a geldiği zaman ailesini bulamıyor ama yeni bir aileye sahip olacağının farkına New Orleans'taki cadılarımız Sophie ve kardeşi Jane Anne sayesinde varıyor. Ne gariptir ki bu Sophie ve Jane Anne kardeşler uzun zamandır şehrin kötü vampiri Marcel'den kurtulmak için çözüm arayıp durmuşlar ve Klaus'u bir şekilde şehre getirmeye çalışırken bir anda karşılarına Hayley çıkıyor. İşte bebeği kullanarak Klaus'u kendilerine çekme ve onu şehre getirme çabaları ile The Vampire Diaries spin-off'u olan bu dizi ortaya çıkıyor.
Marcellus, aileden misin? düşman mı?
İlk bölümlerde Klaus'un babalığa alışma ve özellikle de krallığını geri alma çabalarını izledik. Bu yönüyle dizi bize klasik vampir dizilerinin verdiği vampir ve insan aşkının yerine krallığı geri alma ve taht savaşlarına benzer bir ana tema oluşturuyor. Acaba krallığın sahibi kim olacak? Klaus tahtını geri alabilecek mi, yoksa New Orleans'ın doğaüstü yaratıklarının kalbinde yer etmiş karizmatik vampirimiz Marcel tahtın sahibi olarak kalmaya devam mı edecek? Aile her şeyden önemli midir, yoksa sizi zayıf düşüren bir unsur mudur? Ve en önemli soru ise bir kralın hangi tahta öncelikle sahip olması gerektiği; krallığın tahtı mı yoksa gönüllerin tahtı mı?
İşte tam bu noktada dizi izleyici kitlesi olarak daha yüksek bir yaş grubuna da hitap etmeye başlıyor. Çünkü artık sıradan ve masum lise partileri yerine daha kanlı ve bol vampirli partilerin dünyasına adım atıyoruz. Ve bu dizide hiçbir şey sır olarak kalmıyor! Bu dizinin en sevdiğim özelliklerinden birisi de diğer diziler gibi konuları dallandırıp budaklandırmadan hemen çözüme ulaştırması. Tabii bu özellik bazen insana acaba senaristler bir konu bütünlüğü bulmakta zorlanıyorlar mı sorusunu akla getiriyor. Olayların hemen çözüme kavuşması dizinin nereye doğru gideceği hakkında ise insanı şüpheye düşürüyor. Hal böyle olunca da izlemesi daha zevkli hale geliyor.
Yahu bu dizinin hiç mi kötü özelliği yok diyecek olursanız eğer, elbette var, olmaz olur mu hiç! Dizinin en büyük kusuru seyircilerin her zamanki gibi çift savaşlarına başlamaları, üstelik dizide henüz hiçbir çift oluşmamışken. Vampir Günlükleri'nden gelen izleyiciler ve diziye Vampir Günlükleri'ni izlemeden başlamış izleyiciler arasındaki büyük çekişme zaman zaman dizinin konusunun unutulup, harcanmasına neden olsa da tüm bunlardan sıyrılıp izlemeyi başarabilenler için oldukça ilgi çekici görseller, müzikler, oyunculuklar ve konuya sahip bir dizi var karşımızda.
İlk bölümlerde Klaus'un babalığa alışma ve özellikle de krallığını geri alma çabalarını izledik. Bu yönüyle dizi bize klasik vampir dizilerinin verdiği vampir ve insan aşkının yerine krallığı geri alma ve taht savaşlarına benzer bir ana tema oluşturuyor. Acaba krallığın sahibi kim olacak? Klaus tahtını geri alabilecek mi, yoksa New Orleans'ın doğaüstü yaratıklarının kalbinde yer etmiş karizmatik vampirimiz Marcel tahtın sahibi olarak kalmaya devam mı edecek? Aile her şeyden önemli midir, yoksa sizi zayıf düşüren bir unsur mudur? Ve en önemli soru ise bir kralın hangi tahta öncelikle sahip olması gerektiği; krallığın tahtı mı yoksa gönüllerin tahtı mı?
İşte tam bu noktada dizi izleyici kitlesi olarak daha yüksek bir yaş grubuna da hitap etmeye başlıyor. Çünkü artık sıradan ve masum lise partileri yerine daha kanlı ve bol vampirli partilerin dünyasına adım atıyoruz. Ve bu dizide hiçbir şey sır olarak kalmıyor! Bu dizinin en sevdiğim özelliklerinden birisi de diğer diziler gibi konuları dallandırıp budaklandırmadan hemen çözüme ulaştırması. Tabii bu özellik bazen insana acaba senaristler bir konu bütünlüğü bulmakta zorlanıyorlar mı sorusunu akla getiriyor. Olayların hemen çözüme kavuşması dizinin nereye doğru gideceği hakkında ise insanı şüpheye düşürüyor. Hal böyle olunca da izlemesi daha zevkli hale geliyor.
Yahu bu dizinin hiç mi kötü özelliği yok diyecek olursanız eğer, elbette var, olmaz olur mu hiç! Dizinin en büyük kusuru seyircilerin her zamanki gibi çift savaşlarına başlamaları, üstelik dizide henüz hiçbir çift oluşmamışken. Vampir Günlükleri'nden gelen izleyiciler ve diziye Vampir Günlükleri'ni izlemeden başlamış izleyiciler arasındaki büyük çekişme zaman zaman dizinin konusunun unutulup, harcanmasına neden olsa da tüm bunlardan sıyrılıp izlemeyi başarabilenler için oldukça ilgi çekici görseller, müzikler, oyunculuklar ve konuya sahip bir dizi var karşımızda.