Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZEL
Meclis Araştırması Komisyonu ve aile ekranı hayali

Meclis’te kurulan “Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar İle Boşanma Olaylarının Araştırılması Ve Aile Kurumunun Güçlendirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu”, 14 Ocak’tan bu yana yaptığı çalışmalar sonucu hazırladığı raporu Mayıs ayında açıkladı biliyorsunuz. Rapor, açıklanmasının ardından Sivil Toplum Kuruluşları ve basın tarafından büyük tepkilerle karşılandı. Rapor, 400 küsur sayfa, dolayısıyla benim ancak tam anlamıyla okuyacak vaktim olabildi. Her neyse, geç olsun güç olmasın diyelim. Pek tartışmalı rapora istinaden naçizane görüşlerimi sunuyorum.

Komisyon, ekranın tüketim odaklı olmasından çok rahatsız. Arzu ettikleri, sevgi, saygı ve eşitlik bazlı bir aile modelini muhafazakâr değerler çerçevesinde ekranda görmek. Bununla birlikte hemen baştan söyleyeyim hayalini kurdukları dünya pek düzgün olmakla birlikte olağanüstü sıkıcı olabilir.

Başrollerini Nergis Öztürk, Cemal Toktaş ve Yeliz Kuvancı'nın paylaştığı, “Her evlilik ikinci bir şansı hak eder” sloganıyla tanıtılan “Böyle Bitmesin” komisyonun onayladığı dizilerden biri.

Şimdi raporun ağırlığı nedeniyle size çok ciddi şeyler söylüyormuş gibi bir hal takınacağım ama gözünüz korkmasın. Beni takip ederseniz umarım bir yerlerde anlaşacağız.

Medya gerçeğin kurgulanmış bir halidir. Zihnimizdeki resimler, gözlemler ve deneyimlerimizden oluşur. Yani medya, dünyayı anlamlandırmak demek. Çoğu deneyim ve gözlemimiz medya kanalıyla oluşur. Dünya hakkında bildiklerimiz, öğrendiklerimizi çoğu zaman filmler, televizyon programları, diziler, yazılı basın, internet medyası ve sosyal medyadan ediniriz.

Antik Yunan felsefesinde mesela insanlar hayatın anlamı hakkında düşünmüşler, dünyayı anlamlandırmak istemişler. Plato’nun mağara alegorisi – hani mağaraya zincirlenmiş bir insan gölgelere bakarak dünyayı anlamlandırıyor ya (gerçeği kurguluyor yani) işte temeli oralara kadar uzanıyor. Plato’nun mağarasındakiler tıpkı şu anda bizim yaptığımız gibi gerçeklerini diğerleriyle karşılaştırarak da anlamlandırıyorlar. (Bu da gerçeğin sosyal kurgulanması oluyor). Günümüzde ana akım medyanın yaptığı ise, farklı bireylerin anlamlarını ortak bir anlaşma zeminine taşımak.

Bu konularla ilgili şöyle bir yaklaşım var; bireyler gerçeği ancak medyanın onlara gösterdiği ve anlattığı kadar varsayabilir/bilebilir. Meclis komisyonunun raporunda da benzeri bir yaklaşım söz konusu.  Raporda TAYA araştırmalarına değiniliyor; bu araştırmalara göre toplumun %61’i TVnin aile içi  ilişkileri kötü etkilediğini düşünüyor. (2006)  Bununla birlikte gününün önemli bir bölümünü TV izleyerek geçiriyor. TV programlarında en rahatsız edici unsur %46 ile cinsellik, şiddet %16. Televizyonun özellikle bireylerin genç yaşlardan itibaren dünya görüşleri ile tutum ve davranışlarını şekillendirmekte etkili olduğu düşünülüyor.

Öyle Bir Geçer Zaman Ki, Paramparça, Güneşin Kızları, Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz gibi dizilerde evlilik dışı ilişkiler, aldatma çok eşli yaşam, Çifte Saadet ve Hayat Şarkısı’nda iki eşli olma durumunun komik ögelerle ilişkilendirilmesinin erkek izleyiciler için olumsuz rol modelleri içerdiği ve bu modellerin taklit edilmesi ihtimalini arttırdığını, parçalanmış aile temsillerinin çocukların gelecekte kuracakları aile bütünlüğünün korunmasını olumsuz etkileyeceği düşünülüyor.

Rapor, dizilerdeki iki eşli durumların, evlilik dışı ilişkilerden doğmuş çocukların topluma yanlış örnek oluşturduğunu öne sürüyor.

Ve işte dizilerde ve magazin programlarında evlilik dışı ilişkiler/hamileliklerin normal bir durum olarak algılanmasından endişe ediliyor. Komisyonun endişelerini anlıyorum, fakat bu öyle TV’de gördüğünü hayatta uygulamak şeklinde ilerleyen basit bir süreç değil. Ayrıca magazin programları son yıllarda öyle sıkıcı ki, ben habire ünlülerin çocuklarını Bebek parkına götürmesinden ve umre ziyaretlerine giderken havaalanında verdikleri röportajlardan sonsuz sıkıldım! Eleştirdikleri dizilerde ise, baba rolleri son derece baskın ve önemli. Biyolojik ebeveyn olmasalar da hemen hepsinde annelik-babalık sorumlulukları üstleniliyor. Eğer komisyonun önemsediği sevgi/saygı bazlı değerlerse, nerede sorun var ben anlamadım?

Komisyon raporunda diğer söyledikleri ise karar vericilerin hangi içerik ve bilginin kamuoyuyla paylaşılacağına etki eden tek merci olması. Gündemin tek belirleyicisi onlardır diyorlar. Çeşitli kanal yöneticilerinden görüşler alan komisyon, medya kuruluşlarının ticari kaygılarla hareket ettiği ve reytingi yüksek olabilecek yayın içeriğini hazırlamaya ağırlık verip, manevi değerleri unuttuğu fikrinde. Bu doğrultuda da, geçmişte yayınlanan Perihan Abla, Süper Baba, İkinci Bahar gibi yapımları uygun buluyor. Ve tabii ki şu anda aile yapısına en uygun görülen yapımlar hep TRT yapımları oluyor.

Aile yapımıza uygun diziler elbette TRT’de.

Raporda ne kadar TRT yapımı varsa, aile değerlerine uygun zaten. Buna, TRT Haber’de yayınlanan Zeliha İlhan Doymuş’un programı Ömür Dediğin,  yeni evli gençlere örnek olduğunu düşündükleri Beni Böyle Sev ve “seven nasıl sevmez olur?” sorusunu tanımladığını belirten (welcome to ahiret soruları) , gerçek hayat hikâyelerinden yola çıkarak boşanmamayı ve dolayısıyla aile birliğini korumayı destekleyen Böyle Bitmesin örnek olarak gösterilen diziler arasında.

Med Cezir elbette rapora göre sen de dejeneresin.

Ah dejenere gençlik ah

Raporda, Kavak Yelleri, Küçük Sırlar, MedCezir gibi hedef kitlesi gençler olan dizilerin müstehcenlik vurguları içerdiği, paranın her şeyden önemli olduğu mesajını verdiği ve ergenler için olumsuz örnek oluşturduğundan bahsediliyor. Hayat Bilgisi ve Pis Yedili’de ise okulun kötü bir ortam gibi gösterilmesi nedeniyle olumsuz rol model oluşturulduğunu buna karşılık Koçum Benim’in  (2002’de TRT’de gösterilmişti hani Tarık Akan vardı, Beyaz Gölge uyarlaması) olumlu örnek oluşturulan bir dizi olduğundan bahsediliyor.

Ya Programlar?

Komisyon, Bu Tarz Benim, İşte Benim Stilim gibi moda programlarını kadın bedeninin cinsel meta gibi sergilenmesi ve jürinin hakaretamiz tavrı ve tüketim odaklı olması nedeniyle olumsuz buluyor. Evlilik programlarında da kadınların adayların ve stüdyodaki seyircilerin şiddetine maruz kaldığını düşünüyor. Kocaların karılarını baştan ayağa değiştirdikleri Böyle Çok Daha Güzelsin’in ise kadınları rencide ettiği ve küçük düşürdüğü düşünüyor.

Komisyona kanal yöneticilerinin yanı sıra ünlü programcıları da davet etmişler. Örneğin diğer programların da katılmasıyla birlikte evlilik programlarının gidişatıyla ilgili endişeleri olduğunu dile getiren Esra Erol, programında toplumsal değerleri adeta kamu spotlarında olduğu gibi sunduğunu ve kendi içinde bir özdenetim mekanizması olduğunu belirtmiş. Esra Erol en özbeöz evlilik programı bizimki, sonradan eklenip pastamıza ortak olanlar sayılmaz mı demek istiyor bilemedim?

Bütün dünya buna inansa, hayat bayram olsa

Komisyonun tespitleri arasında Kara Para Aşk, Kara Sevda, Kiralık Aşk, İnadına Aşk, Acı Aşk, Aşk Yalanı Sever gibi yapımların uyumdan çok çatışmaya vurgu yaptıklarını, bir arada huzurlu bir yaşamın mümkün olmayacağını savunduğu yer alıyor.

Diğer yandan komisyonla anlaştığımız yerler de var, Maral’daki Deniz, Güllerin Savaşı’ndaki Gülfem ve Kiralık Aşk’taki Yasemin karakterleri örnek gösterilerek kadınların neden ille işi ve ailesi arasında seçim yapmak zorunda bırakıldığını sorguluyor.

Bir takım uzmanlar

Raporda uzmanlardan görüşler alınmış. Örneğin Tebrike Kaya yayınında,  ‘Televizyonlarda Yayınlanan İzdivaç Programlarında Toplumsal Cinsiyetin Temsili’, Kadın Araştırmaları Dergisi, Yıl: 2013/2, Sayı: 13, s. 82’de evlilik programlarında adayların talipleri hakkında hemen bir karar vermesinin beklendiğini, böyle bir formatta evliliğin ve beraberinde ailenin sağlam temeller üzerine inşaa edilebilirliğinin sorgulanması gerektiğini ifade ediyor. Ve gayet de haklı! Ayrıca evlilik programlarında odağın maddiyat olması nedeniyle aşkın unutulduğu yönünde ifadeleri de var. Tebrike Kaya’nın romantik bir yaklaşımı var.  

İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk ve Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Murat Coşkun’a da danışmışlar; “Örneğin  sosyal medyada bazı gençlerin yakından takip ettiği Keremcan isimli bir figür var. Bu genç çok belirgin bir şekilde cinsel kimlik bozukluğu. Takipçileri, faaliyetleri, paylaşımları çok fazla ve bir çok çocuk ile genç tarafından takip ediliyor “ şeklinde bir beyanat vermiş. Keremcan derken Zenne’de oynayan Kerem Can’dan mı bahsediyor yoksa Kerimcan Durmaz’dan mı? Bilemedim. Daha kimden bahsettiği belli değil.

Raporda IBS’nın kadınları cinsel meta olarak göstermesi ve tüketim odaklı olmaya yönlendirmesinden bahsediliyor. Fotoğrafta yarışmacı Özden Cerrahoğlu Avatar kılığında.

Haberler

RTÜK’ün haberlerle ilgili yaklaşımına yer verilen raporda, şiddetle ilgili haberlerde temel hakların korunması, mağdura zarar verecek ayrıntıların aktarılmaması, kimliklerin gizlenmesi, haberlerin yayınlandığı saate göre dil ve görüntülerde özen gösterilmesi gibi unsurlar sıralanıyor.

Komisyon isteklerini, beklentilerini sıralamış anladım.

Peki ya içerik?

Şöyle bir durum var ; medyanın elinde kamuoyunun istediği ya da ihtiyacı olan bir şey yoksa, kimse sizin ne gösterdiğinizle ilgilenmez.

Ülkemizde medya, benzer amaçlarla kurulan, aynı reklam geliri için rekabet eden şirketler tarafından yönetilmekte ve bu şirketler benzer içerikler üretmekte. Bu nedenle, alışılmışın dışında olarak nitelenen bireyler ve görüşlere ana akımda yer verilmemekte ve dışlanmaktalar. Ana akım kültür de işte zaten bu benzer içeriklerden meydana geliyor.

Seyircinin bu içerikle ne yaptığına gelince; seyircinin içeriği seçme şansı var mı? Üzerinde bir söz hakkı var mı? Seyirci pasif ve medya önüne ne koyarsa kabul etmek zorunda mı? Yoksa aktif bir yaklaşım mı söz konusu?

Elbette medya kamuoyunun içerik seçimini belirli bir ölçüye kadar sınırlamakta. Öte yandan seyircinin ana akıma ve değerlerine yenik düşmesi halkın diğer seçeneklerin farkında bile olmadığını söylemek anlamına gelir. Seyircinin ana akımı kabul etmesi onları içeriğin ne denli ilgilendirdiği, içerikle ilgili deneyimleri ve içeriğin onlar için önemiyle bağlantılı.

Seyirci, medya içeriğini bir bütün olarak alabilir ve gerçeğini tanımlamasına izin verebilir, bu anlamlandırma sürecine katılabilir (bkz Kiralık Aşk fanları) ya da medyayı tamamıyla pas geçebilir ve kendi içeriğini arama yollarına gidebilir. Ana akım dışında bir içerik yaratma yoluna gidebilir.

Gezi protestolarının ardından yayın hayatı sona eren Leyla ile Mecnun.

Örneğin Leyla ile Mecnun, Behzat Ç gibi diziler de ilk başta yalnızca belirli bir kesimin izlediği dizilerdi. Bu dizileri takip edenler bir alt kültürün parçası oldular. Daha sonra geniş kitleler tarafından benimsenerek ana akımda yerlerini aldılar. Burada önemli olan herkesin ana akımın dayatmasını kabul etmediği, mevcut önerilerle yetinmeyip kendisine başka eğlenceler, ifade biçimleri yaratması ve aramasıdır.

Elbette medya bireylerin içerik seçimlerini sınırlıyor, ama neye odaklanacağını etkileyemiyor. Medyanın ana akım kurgulaması, seyircilere mevcut zamanda hangi içeriğin verimli ve karlı olduğunu söylemekten ibaret.

Medya gündemi belirleyebilir, öte yandan seyirci ana akım kültürün elementlerini kullanarak istediğini söyleme hakkına her zaman sahiptir. Seyirci içeriği kabul edip etmemekte özgürdür.

Komisyon üyeleri, bize olumlu rol modelleri önermek istiyor ve hepimizi kurtarmak istiyorsunuz anlıyorum ama bu kadar çekinmenize gerek yok. Medya tarafından karlı olarak yansıtılan içerik, çoğunluk tarafından ilgi görünce ve önemsenince, kabul ediliyor. Ve işte bir popüler kültür kurgulanmış oluyor. Olay bundan ibaret. Tüketilmesi, benimsenmesi, konuşulması ve tercih edilmesi iddia edildiği kadar kötü bir şey değil, çünkü birleştirici bir özelliği var.

YORUMLAR




DİĞER HABERLER