Mavi Dalga çok çok hoş bir film. İnsanın içine iyi gelen bir film. Zevkle seyredilen bir film. Ve samimi bir film!
Bakın bu çok mühim.
Öylesine sarıp sarmalayıcı bir hakikilik duygusuyla kotarılmış ki film, bir saniye dahi yabancılaşıp sıkılmıyorsunuz.
E, bu hususiyet de bizim sinemamız için az buzzz bulunur bir “şey” değil hakçası.
Filmin yönetmenleri (2 Genç Kadın) Zeynep Dadak ile Merve Kayan, almışlar sıradan mı olağan bir hikayeyi --
Olay, Balıkesir’de geçiyor.
Filmin oyuncuları kadar, başroldeki Balıkesir’i de göz önüne almakta yarar var.
Dört genç kız lisedeler. Orda mı okuyalım, burda mı? Onu mu okuyalım, bunu mu debelenmeleri arasında, bazı gündelik olduğu kadar, zarif ve samimi meseleleriyle hayatlarının, bizi “esir” almaktalar.
“Esaret” kelimesini özellikle (Balıkesir’le birlikte) başrolde oynayan Ayris Alptekin için kullanmalıyım. Cömertçe.
O kadar farklı güzel, ışıltılı, cerbezeli, sırlı ve açık, beklendik ve hiç beklenmedik bir oyunculuk sergiliyor ki Ayris Alptekin --
Film süresince gözlerimi ondan ayırmak istemedim. Ayırmadım da.
Yaşar Alptekin’in kızıymış. Farklı güzelliğini, belli ki babasından almış.
Üstüne film kurulmaya layık, çok katmanlı ve acıtıcı derecede doğal bir oyuncuyla karşı karşıyayız. Heyecan verici, hakçası.
Ayris Alptekin’in yakın arkadaşlarını oynayan Albina Özden, Nazlı Bulum ve özellikle aralarına sonradan katılan (albayın kızı) Perin’i canlandıran Begüm Akkaya için de övgü dolu sözler söyleyebilirim. Rahatça.
Öylesine engelsiz, yapmacıksız, kılçıksız, cacıksız bir oyunculuk hakim ki Mavi Dalga’da
İnsanın hiç mi hiç utanması gerekmiyor!
Oysa pek çok Türk filminin (benim için) zorlayıcı meselesi, oyuncuları izlerken hissetmek zorunda kaldığım “yer yarılsa da, içine girsem!” duygusu.
Deniz’in (yani Ayris Alptekin’in canlandırdığı liseli kız) “crush”ı olan rehberlik öğretmeni için de, hiçbir zaman ondan esirgemediği şefkati, ilgisi ve tatlılığıyla en nihayetinde (haklı olarak) seçeceği Kaya için de, aynı şeyleri söyleyebilirim.
Hocayı canlandıran Onur Saylak da, Kaya’yı canlandıran Barış Hacıdan da, bırakın bizleri oyunculuklarıyla yormayı, hayattan usandırmayı “Aa, bu topraklarda da böylesi samimi roller çıkartabilen, hem yakışıklı hem de düzgün erkek oyuncular bulmak mümkünmüş!” hissinin ferahlığıyla içimizi donatıyorlar.
Filmin müziklerinin, özellikle kızların bir nevi canlandırmayla söyledikleri Vampir / Drakulaşarkısının, hoşluğunu da es geçemeyeceğim.
“Kim ki O” yapmış filmin müziklerini. Helal olsun! Tebrik ederim.
Filme adını veren, Balıkesir’e bağlanan doğal gaz ve günlerce süren kesinti esnasında olanca sıradanlığının içinde tuhaflaşan hayatlar filan --
Bana lise birdeyken İstanbul’da yaşanan büyük su kesintilerini, bir arkadaşımın evinde geçirmek zorunda kaldığım on günümü, bu zorunluluğun hayatımın en zevkli, eğlenceli (sıkıntılı olduğu kadar) zamanlarına dönüşmesini filan da hatırlattı. İster istemez.
Bunca “bağımlısı” olduğumuz nanelerin, kesilmesiyle birlikte, nasıl da ayağımızın altından halımız çekilmiş gibi, madden ve manen popo üstü düşmeye hazır olduğumuz gerçeğini de --
Bütün bunlar, incelikli bir mizah anlayışı içinde var filmde. “Bugünün Dersi Bu Çocuklar!” kıvamında değil yani asla.
Çok hoş bir goblen hikayesinin de var olduğu üzre. Hani bir şeyi tamamına erdirmek isteriz. Ama erdiremeyiz. Derken, tam ümitlerimizi kesmişken --
Film, samimiyetinin gücünü her an bir şey olacakmış / büyük bir patlama yaşanacakmış GİBİ durup da, esasında hiçbir şey olmamasından alıyor.
Zira, hakiki hayatlarımızda da, aynen öyle olmuyor mu?
Çok mühim ve büyük şeyler olacakmış GİBİ duruyor.
Ama hiçbir şey olmuyor.
Yani çok büyük hiçbir şey, olmuyor. Hemen hemen daima.
Hayat, tam da bu zira. Değil mi?
Mavi Dalga bana hikayesizliği ve hakikat sevmezliğiyle ümitlerimi sürekli kıran Türk Sineması’na dair yepyeni umutlar aşılamakla kalmadı, büyük bir zevk ve eğlence içinde bir film izleyebilme hediyesini de, sundu işte. Demem o ki.