“Benim gibi fakir biri ona ne verebilir ki?”
Anton Çehov’un 200 yılı aşmış klasiği Martı, Serdar Biliş’in dokunuşuyla günümüze kanat açmış.
Bu sene 21. İstanbul Tiyatro Festivali’nin açılış oyunu olan Martı’yı dün gece DasDas’da izledim ve taze taze yazayım dedim.
Klasiklerin günümüze uyarlanmasını olumlu bulurum, günümüz dili ve güncelliği tarihin gerisini yorumladıkça oyunun içeriği ile bağ kurmanın daha kolay olduğunu düşünürüm. Hem zaten durmadan tekerrür eden tarihin bizzat kendisi değil mi? Varsın kelimeler yer değiştirsin, varsın aralarına biraz teknoloji girsin…
Pürtelaş’ın Martı’sı da güncel dille yorumlanmış. Üstelik usta bir reji ile zenginleştirilmiş, müzikleri ile biraz masalsılaştırılmış ve tüm bunların yanında metnin ana vurgusu ile gerçek kılınmış; iletişimsizlik ve yok oluş.
Sorin’in çiftliğinde annesinin gölgesinden sıyrılmak isteyen acemi yazar Treplev, zamanında sahip olduğu üne özlem duyan Arkadina, sıkıştığı kasabadan çıkıp, kanatlarını açmak isteyen Nina, sahip olduğu kalemle ölümsüz olmak isteyen küstah Trigorin, kalbinde taşıdığı aşkın yükü altında ezilen Maşa, yaşayamadığı her anın acısına tutunup ölmemek için çırpınan Sorin, bir orta yol bulmaya çalışan Sergevyiç Dorn, maddi kaygılar altında ezilen Medvedenko…
Görünen ve görünmeyen yüzleri ile ruhlarını saran etmeni bir türlü karşısındakine anlatamayan, duyulmadıkça, anlaşılmadıkça yok olanların hikayesi olmuş Martı.
Serdar Biliş oyunun merkezine bir karakter koymamış. Hikayenin temelde kime ait olduğunu anlayamıyorsunuz, zaten oyunun amacı da bu, belli başlı bir karakter üzerinden gitmektense herkesin hikayesini izleyiciye sunmak. Karakterler oyunun orijinal metnindeki gibi sağlıklı bir iletişim kuramıyorlar. Bu durum oyunun sonunda en güçsüz olan genç Treplev’in hayatına son vermesine neden oluyor. Treplev hikayenin güçsüzü çünkü tutunabileceği bir dalı kalmıyor. Maşa içindeki aşk ateşinin bir gün sönmesine, Nina büyük bir yıldız olmaya, Trigorin geleceğin Tolstoy’u olmaya, Sorin ölümsüzlüğü bulmaya, Arkadina yine eski günlerine dönüp hep genç kalmaya tutunuyor ama Treplev’in kırılmış kanatları bir daha uçmak için canlanamıyor.
Oyun sonunda bir parça hüzün, bir parça öfke ve bir parça boşluk ile koltuğunuzdan kalkıyorsunuz.
Cast’ı başarılı buldum; benmerkezci eski ünlü anne Arkadina rolünde Tilbe Saran ile anlaşılamamaktan ama en önemlisi sevilmemekten yorulmuş Treplev rolünde Boran Kuzum harika bir anne/oğul ikilisi çıkarmışlar. Boşluklara savrulan haykırışları ile Maşa’nın acını ve öfkesini oldukça iyi yansıtmış Gonca Vuslateri, şöhretinin küstahlığı ve yeterli olamamanın arasında gidip gelen Trigorin performansı ile Fırat Tanış parlıyor. Keza Sedar Orçin, Şerif Erol, Sevil Akı, Yasin Bardakçı rollerinin altından başarıyla kalkmışlar.
Ama benim dikkatimi çeken Ecem Uzun oldu. Onu Yeşim Ustaoğlu’nun Tereddüt’ü ve Reha Erdem’in Koca Dünya’sı ile bilirim. Her iki projede nasıl güçlü ve cesursa Martı’da da öyle güçlü, öyle cesur bu küçük dev kadın.
Kulağımda hala aynı tını var. “Benim gibi fakir biri, ona ne verebilir ki?”
Tüm kendini dinlemekten fakir olanlara gelsin ;)
DARMODY