Ses yarışmasına katılmış.
Kırmızı daracık elbisesinin içinde, o kadar güzel ki!
Angelina Jolie kadar güzel.
Tabii ki o kadar güzel değil, gerçek hayatta kimse Angelina Jolie kadar güzel olamaz.
Derken jüri üyelerinden biri yaşını soruyor. “Otuz üç,” diyor.
Her şey bozuldu. Bitti. Mahvoldu.
Seçildi gerçi. Üç ya da dört jüri üyesi onun için döndü. Onu “istedi”.
Aaaa! İnanamıyoruz- yapıyorlar. Daha genç gösteriyor- muş.
Yalan tabii. Hiç kimse yaşından genç göstermiyor. Ama yaşından genç göstermek konusunda ciddi bir ısrarı, inadı, kararlılığı olanlara geçirdiği onca ameliyat, vurdurduğu onca iğne, verdiği onca kilo yüzü suyu hürmetine ve de ‘Genç Kalma Oyunu’nun kurallarını yerine getirmek üzere “Aaa, nasıl da genç gösteriyorsunuz” yapılıyor. O kadar.
Esasında yaşını söylediği anda, kaybediyor.
Bitti her şey.
Hiç kimse otuz üç yaşından sonra şöhret olamaz, şarkıcı olamaz; pop star hiç olamaz.
Ancak çok genç ve çok hırslıysan yakalanacak bir şey o alandaki şöhret kuşu.
Çaktırmadan (kız çok kibar ve belli ki kırılgan zira: Ar damarı kesinlikle çatlamamış, hiç de çatlamayacak cinsten) bunca yılı NASIL kaybettiğini soruyorlar.
İngilizce öğretmenliği yapıyormuş.
Cevap tam da bu: On yıl boyunca İngilizce öğretmenliği yapmış.
Yani on yıl boyunca hayatını askıya almış.
Korunaklı bir modelde: Okuldan eve, evden okula.
Neden olmasın?
Okula gider dersini verirsin. Huzur içinde evine döner, çayını demler -
Besteleri de varmış.
Sesi de güzel, kendi de güzel, besteleri de var.
Peki bu on yıllık “Pause” niye? Neden o kırmızı düğmeye basıp hayatını on yıllığına durdurdu?
Durdurmadı da; bir huzur limanına demirleyip evden işe, işten eve. Biraz da sokağa belki?
Kalbini kırıp ona o besteleri yaptıran anlayışsız acımasızlarla aşklarını yaşamaya?
Çıktı mı, evinden?
Çıkmıştır. Korka korka da olsa, nadiren de, o da birileriyle birlikte olmuştur.
Sonra, yarışmadan sonra arka tarafa geçiyor ve iki haz’a hanımefendi tarafından kucaklanıyor.
Anneannesi, büyük teyzesi yaşında hanımlar.
Beyaz, ince telli saçları çene hizasında kesilmiş, Osmanlı burunlu, belli ki çok kibar ve incelikli iki hanımefendi.
Kibar Kız’ı kucaklayanlar da, öyküsünü tamamlıyorlar.
Besbelli, iyi aile kızı. O iyi aile ortamının yumuşak kozasından fırlayıp nasıl kendini rezil etmeyi göze alabilirdi ki?
Her şöhretin ardında kendini rezil etme arzusu var. Az ya da çok.
Muhtemelen çok. Hem de çok, çok.
Kendini rezil etme arzusuna esir düşmeyen, dahası bu histen müthiş bir zevk almayan, alamayan hiç kimse günümüzde şöhret olamaz.
Bakınız: Lady Gaga.
Kadın her fırsatta çırılçıplak dolaşıyor. En iyi ihtimalle donu ve sutyeniyle dolanıyor sokaklarda. O acayip şapkalar, ayakkabılarla filan, çığlık çığlığa bir bakın bana, bakın bana!
Güzel bir kadın mı Lady Gaga? Hiç değil.
Esasında kendini rezil etme arzusunun gemlenemez seviyelerde olması hususunda, çirkinlik müthiş bir avantaj.
Bir nevi: Kaybedecek pek bir şeyin olmaması hali.
Zira güzeller bebekliklerinden itibaren o kadar ilgi ve alakaya maruz kalıyorlar ki, beraberinde bir mahcubiyet ve terbiye bagajını da yükleniyorlar.
Dikkat merkezi olabilmek için çirkinlerin çok daha hırslı, çalışkan, girişken ve utançsız olmaları elzem. (Ya da fakirlerin.)
Onlar da, utançsızlığı büyük bir rahatlıkla utanmazlığa evirebiliyorlar.
Kırmızı elbisesinin içinde olanca kibarlığı ve yolda düşürüp kaybettiği vahim on yılıyla, bu Kibar Kızın hiç ama hiçbir şansı yok.
O yüzden de keşke artık hiç çıkmasa sahneye. Bu ses yarışmasına hiç katılmasa.
Onu sahne arkasında olanca asaletleri ve ve tatlılıklarıyla kucaklayan anneannesi ve büyük teyzesiyle porselen fincanlardan çay içip pandispanya yemeğe -
Ya da birileri kalbini kırıp inceliğini, kibarlığını çağdışı ve frijidçe bulduğu için onu istemedikçe üzülüp iştahı kaçtığı için, hiçbir şey yemeyip yalnızca sütlü kahve içmeye devam etse.
İncecik, Osmanlı burunlu, saçlarını ve tırnaklarını boyamayan kadınlar tarafından yetiştirilen kibar kızlara bu cangılda yer yok.
Onlar, dört bir yanı camla kaplı kış bahçelerinde hiçbir zaman gelip de onları kaçırmayacak prensleri hülyalı hülyalı bekleyip bestelerini yalnızca kendileri için yapsalar.
Ya da: Daha on altı, on yedi yaşında ortalığa saçılıp cangılın bütün mahlukatıyla baş edip herkesin canına okumaya kararlı Haşin Kızlar için.
Onlara verseler bestelerini. Zira her türlü savaşı göze almış Haşin Kızların, muhtelif inceliklere dolanarak böyle besteler yapmalarının, pek de imkanı yok.
Kibar Kızın besteleri gibi bestelerden: İlmek ilmek, nazlı ipek.
Kibar Kız da hiçbir zaman her an kendini yerin dibine batırmaya hazır ve istekli Haşin Kız gibi söyleyemeyecek, söyleyemez tüm o şarkıları.
Kendini rezil etmeyi böylesi bir gözüpeklikle donanıp, nasıl da kendine yakıştıramaz Haşin Kız gibi.
Şöhret de olmayacak, olamaz yani.
Kibarlıklarının fanusunda yavaş ve tedbirli adımlarla şöhret merdivenini tırmanmaya hiç kalkışmasa iyi aile kızları.
Bir sürü küçük, utanmasız kız hazır bekliyor. Onları dirsekleriyle itip düşürdükleri gibi, ün şehvetlerinin kanatlarıyla uçmaya başlayacaklar anında.
En çabuk ve en meşhur, muhakkak olacaklar.
Kaybedecekleri hiçbir şey yok; zira bu tırmanışta kaybedecekleri hiçbir şeyin onlar için hiçbir önemi yok .
Bu gözükaralıkta olamaz da.