İyi polis, kötü polis, alay konusu polis, zeki polis, iş bitirici polis, kasıntı polis... Bir emniyet ekibinin içine şunları attınız mı sıradan bir polisiyeye sahip oluyorsunuz. Farklı bir şey yaparsanız sonuçları istediğiniz gibi olmayabilir. Ortaya Kanıt'ı çıkarabilirseniz ne ala. Peki kendi halinde bir efsane olan Kanıt'ı sıradan dramaların ortasına yerleştirirseniz... Başarılı olmak için epey ince çalışmak gerekiyor işte bunda. Kanıt: Ateş Üstünde o kadar ince iş çıkarmış gibi duruyor. Fragmanlarıyla yarattıkları havayı en azından ilk bölüm için dağıtmayı başarmışlar. Abdullah Oğuz iş yapsın, dünya gülsün.
Kanıt gerçekten kendi halinde bir efsaneydi. Herkesi kucaklamaya çalışmayan, karakteri olmayan, hikaye yaratmaya çalışmayan (denediği bazı zamanlarda tadı kaçan) bir işti. Onun ismi ve mirası üzerine çok karakterli, aşk üçgenli (iki tane) bir hikaye yazmak oldukça tehlikeli sulara yelken açmaktı. İlk bölümde gördüğümüz cinayetin araştırılma sürecine gösterilen özen bu endişeleri aldı götürdü. Eli yüzü düzgün, karakter dramalarıyla dedektiflik koşturmacası arasında sağlam bir denge olan bir bölüm izletti Kanıt: Ateş Üstünde bize. Elbette Kaan-Rüzgar-Ömer savaşı daha başlamadı, Rüzgar'ın ipucu verdiği aşk üçgenleri de öyle ama gerek senaryo gerekse reji o güveni sağladı. Özellikle reji adeta work shop gibi olmuş: "Senaryo nasıl ileriye taşınır?"
Elbette rahatsız eden noktalar var. Öncelikle Sevil Atasoy. Kanıt'ta hikayenin dışına onu yerleştirip kullanmak süper bir işti, ben her konuşmasını ilgiyle dinlerdim. Ancak bu sorgulanamaz kadını tamamen aynı olarak hikayenin içinde görmekten pek hoşlanmadığımı söylemem gerek. Bir hikayedeki bütün karakterlerin sorgulanabilir olması gerekir. Sevil Atasoy şu anda dizilerde konuk oyuncu olarak kendini oynayan karakterlere benziyor. Dokunulmaz bir noktada, kendisi hakkında bilgi verilmiyor ki bu da onu sorgulanamaz hale getiriyor. İlerleyen bölümlerde bunun değişebileceğine dair pek bir ışık yok. Emniyete taşınmasına sebep olan proje de umarım bir kamu spotu çıkmaz.
Bir de Kaan var, Boş Komiser Kaan. Tam izleyicinin seveceği bir adam Kaan. Esprili, kahraman, gerektiğinde duygusal, kadınlara ve yurt dışı kültürüne karşı saygısız, bunu da zor geçen çocukluğuyla nedenlendiren, kısacası bizden biri. Zilyonuncu kez şu karakterlerin iyi adam olarak gösterilmesinden gına gelmedi mi size de? Asya'yı ayrı ayrı hem kadınlığı hem de Amerika'dan gelişi üzerinden gömen, bunu esprili bir dille yapan, kendisine kurallar hatırlatıldığında "Burası İstanbul," diyen adam iyi adam öyle mi? Bir süre sonra Asya'ya aşık olacak ve davranışları düzelecek, herkes de her şeyi unutacak. Amerika'da eğitim almakla dalga geçmesinin ilhamı da cahil nesil isteyen rektör yardımcısı mıdır acaba? Ben yıldım bize sunulan boş kahramanlardan artık.
Kanıt: Ateş Üstünde asla Kanıt'ın tadını yakalayamayacağı gibi amacı bu olmasa da sürekli bununla eleştirilecek. Önyargı da cabası. Bu mirası sahiplenmek de ekibin tercihi elbette. Yine de özenilmiş rejisi ve senaryosuyla, kaliteli yeni yüzlerden oluşan oyuncu kadrosuyla romantik komedi bataklığına dönen yaz sezonunda mağaranın dibine ışık oldular. Alkışlar ve başarılar.