The Affair’i herkesin sevme sebebi farklı. Fakat kuşkusuz dizinin herkesi ilk bakışta çarpan özelliği farklı bakış açılarından gerçeğin ne kadar farklı kurulabileceğiydi. Alison saçları beline gelen, ultra mini eteğiyle Lobster Roll’da salınan kaygısız bir garson muydu, yoksa çocuğunu kaybetmenin yazgısıyla yaşamaya mahkum ve bu trajediden kurtarılmayı bekleyen ürkek bir ceylan mı? Helen kemik çerçeve gözlükleriyle burnundan kıl aldırmayan soğuk nevale miydi, Alison’a ilk adımı Cole mu atmıştı? Daha yüzlerce böyle ayrıntı.
Tüm bu ayrıntılara bir aldatma, bir de cinayet anlatıları eşlik edince ilk iki sezon tadından yenmedi. Ama herkesin sorduğu soruyu 3. sezon finali gösterilmişken sormanın vakti geldi. O neydi be? Orange is the New Affair mi? Noah’nın hapishane sonrası bunalım sürecine öyle odaklandı ki tüm bölümler, dizinin parlatılmayı bekleyen cevherleri Noah’nın düştüğü kuyuda kaybolup gitti.
Bir sezon değerlendirmesi yapmayacağım. O yüzden yarı-hayali hapishane karakterimiz Gunther’ı, şimdi hiç senin yaşlı kocanla olan duygusal hesabına kafa yoramayacağım dedirten Juliette’i ya da ödediği bedele rağmen hala berbat bir adam olan Noah’yı yazmamı beklemiyorsunuz herhalde.
İlk iki sezonu özleten iki an vardı bu sezonda. Biri tabii ki bahsettiğim cevherlerden ilki Alison-Cole ilişkisi. Evet Alison hala bayık, hep bir şeyleri düzeltmeye çalışıyor, kendini sürekli birilerine ispat etme derdinde. Tam bir ‘yapıyosun, yapıyosun özür diliyorsun Altan’ vakası. Bir kendi yoluna gidemedi, hep elini kolunu bağlayan şeylerden dolayı bir boynu büküklük. Bu yüzden insana saç baş yoldurtuyor. Bunun yanında Cole’la paylaştıkları yıllar ve ömürleri boyunca unutamayacakları bir trajedi var. Cole’un kısa süreli hapse girdiği ve Alison’a onu hala sevdiğini itiraf ettiği sahne unutulmazdı. O sahneye kadar ikili arasında Alison’ın aylarca ortalardan kaybolmasından kaynaklanan gerilim ve Luisa’nın ‘aşık değilim ama doğru insan’ kontenjanından denklemde bulunması tüm heyecanı adım adım artıran nedenlerdi. Cole, yeni baştan kurduğu hayatını ve sahildeki o yeni evi sadece Alison’ı sevmediğini ve özlemediğini herkese ispatlamak için yaptırdığını söyledi. Çok dokunaklıydı. Çok çaresizdi. Alison’a değmezdi. Nitekim sonunda kararını Alison’dan değil, Luisa’nın yanında kalmaktan yana kullandı.
Sezonun ikinci işte bu güzel dedirten noktası elbette yüksek dozda Helen ihtiva ediyordu. Onun da tüm sezon boyunca Noah’nın suçu üstlenmesinden dolayı yaşadığı vicdan azabı ve dilinin ucuna kadar gelen ama bir türlü söyleyemediği karın ağrısı sonunda bir irin gibi patladı ama patlayana kadar bize de kurdeşen döktürdü. Herkese, çocuklarına dahi hala neden ‘o adamın’ yanında olduğunu gerçeği söylemeden gevelemek zorunda kaldı. Konu Helen olunca maalesef Noah’yı nerede sevip, nerde ona acımaya başladığını bilemiyorsunuz.
Vurucu olan kısım şu ki; bölümler boyunca- ki bu günler ve aylara tekabül ediyor hayatta - Helen Noah’yı avucunun içi gibi bilmesiyle övündü durdu. Alison ve onun gibiler geçer ama onu en iyi ben bilirim, ben tanırım takıntısı oluştu biçare Helen’ımızda. Yerinin doldurulamazlığını böyle avuntularla ikame etti. Onu en iyi ben iyileştiririm, yaralarını ben sararım, çünkü geçmişini, acılarını, ezikliklerini bir ben biliyorum. Ama sonra, oh shit! Sen daha adamın annesiyle olan hesabını ve o olayın ruhunda nasıl bir delik açtığını bile bilmiyorsun. Senden önceki yaşamına dair en ufak bir fikrin yok. Kız kardeşi, babası, üniversiteden arkadaşın Max, kendi annen baban... Senin o aşık olduğun mahsun bakışlı çocuk, belki de seni bir kapı aralığı olarak gördü; annesiyle yaşadıklarına sünger çekebilmek için, sınıf atlamak için, önceki hayatına bir daha hiç dönmemek için. Dan dan dan. Helen’ın tüm duvarlarının yıkıldığı anlar ve ‘başka bir Noah da olabilir mi yani’ sorusunu inanmaz gözlerle, ağzı açık şekilde sorması çok gerçek, çok gerçekti. Tüm yaptıklarına rağmen onun özünde iyi olduğuna inanan, onu ilk gördüğü anda tutunduğu duyguya yıllar boyunca sorgusuz sarılan insanların hayal kırıklığını Helen’da gördük.
Bu muhteşem yanılgıyı sindire sindire gösterdiği için bile The Affair hala izlenir. Ama önümüzdeki sezonda daha az içsel bunalımlar ve Fransız rüzgarları, daha çok hafızamızın çıkmaz sokakları lütfen.