İngiltere’de Channel 4’da yayınlanmasıyla büyük tezahüratla karşılanan, It’s a Sin 18 Şubat’ta HBO Max’de yayına başlıyor. Hayallerinin peşinden parlak bir geleceğe doğru giden bir grup gay arkadaşın AIDS’in karanlık gölgesiyle karşılaşmasını anlatan dizi, Doctor Who, Years and Years ve Queer as Folk’un da yazarı Russell T. Davies’in yeni hikayesi.
Karakterlerimiz; Years&Years grubunun solisti Olly Alexander’ın canlandırdığı, üniversitede hukuk okumak üzere Londra’ya taşınan ama oyunculuk eğitimi görmeye karar veren tutucu bir ailenin oğlu 18 yaşındaki Ritchie Tozer, Nijeryalı babasının onu “düzelmesi” için anayurduna geri göndermek istediği ultra havalı Roscoe (Omari Douglas), iri kıyım yakışıklı Ash Mukherjee (Nathaniel Curtis), terzi yamağı olarak çalışan içine kapanık, dünya sevimlisi Colin Morris Jones (Callum Scott Howells) ve Ritchie’nin tiyatrodan sınıf arkadaşı Jill Baxter (Years and Years’dan Lydia West) birlikte Pink Palace adını verdikleri evlerinde kendi ütopyalarını kurarlar.
Farklı yerlerden gelseler de, farklı kıyafetler giyseler de, daha önceden yolları hiç kesişmemiş olsa da hepsi özgürlüğü arayan bu genç insanlar, zaman içinde birbirlerinin her şeyi haline gelirler. Ancak tam o sıralarda bilinmeyen bir virüs devreye girer. 80’lerin başında başlayıp 90’larda sona eren hikâyede, Pink Palace sakinlerinden bazıları virüsün varlığını inkâr ederken, bazıları ise bu “gay vebası” konusunda bilgilenmeye yönelir. Dizi ilerledikçe konu giderek daha da karanlıklaşmakla birlikte uçarı ve eğlenceli havasını hiç yitirmediğini önemle belirtmekte fayda var.
Çok fazla spoiler vermek istemiyorum ama hastalığın Ritchie ve arkadaşlarının kapısına da dayanacağını söylersem sanırım şaşırtıcı olmaz. Şaşırtıcı olan, ilk başlarda HIV ve AIDS hakkında doktorlar dahil kimsenin hiçbir şey bilmemesi, ailelerin hasta oğullarının eşyalarını imha etmeleri, hastaların insanlık dışı bir şekilde tecrit edilmeleri, HIV ve AIDS’in bir gay sorunu olarak görülmesi. Binlerce insan ölürken, konunun görmezden gelinmesi ve hastaların ölümüne yargılanması. Kimi ebeveynlerin oğullarının hayatından çıkarıldığı için duyduğu öfkeyi, onları aslında en çok seven ve kabul eden arkadaşlarından ve sevgililerinden çıkarması.
AIDS’in yalnızca yıkıcı etkilerini değil, yarattığı korku, utanç ve keşmekeşi anlatan It’s a Sin, bu senenin en iyi yapımlarından biri ve tüm ödülleri toplarsa hiç şaşırmam.
It’s a Sin yalnızca insanların nasıl öldüğünü değil, esas nasıl yaşadıklarını anlattığı için etkili. Kahramanlarımız şiddet, ön yargı, baskı ve zulüm görüyorlar ama diğer yandan sevgi, tutku, arkadaşlık, dayanışmayı da sonuna kadar yaşıyorlar. Duruma ayamayanlara odaklanmaktan daha çok, ölmekte olan sevgililerinin yanından ayrılmayan sadık aşıkların, kamuoyunu harekete geçirmek için ellerinden gelen herşeyi yapan aktivist ve avukatlar, hiçbir zaman doğru bildiği yoldan şaşmayan insanların hikayesini anlattığı için televizyon tarihinde kuşkusuz özel bir yeri olacak.
DEFNE AKMAN