Bir İstanbul Film Festivali daha henüz üzerimizden geçmişken artık bir klasik olan dedikodular, gıybetler, yenilenler, içilenlerle dolu kentin ruhu temalı festival yazımıza bakalım. İkinci bölümde ise izlediğim 20 küsür filmden seçmeler ve saçmalar yazacağım hazır olun.
Festival sinemaları: Bu yıl Anadolu Yakası sinemalarındaydım. Kadıköy sineması artık neredeyse unuttuğumuz pasajlar içindeki gizli vaha sinemalarından biriydi; şahane bir ambiyans, ortalama bir perde ve ses sistemi ve uzun bacaklı bir insanı kötürüm etmeye yakın bırakan darlıkta koltuk aralarına sahip (Tabii bu konuda hiç bir yer Atlas Sineması’yla yarışamaz sanırım). O yüzden aklınızda bulunsun Kadıköy Sineması’na gidecekseniz altıncı sıraya oturun.
Rexx Sineması’nda ise gördüğüm en kötü filmi bile izlemek bir keyifti. Sadece orada da ekranın karanlığından şikayet edebilirim illa bir şikayet isterseniz. Projeksiyonun ışığı İkinci Dünya Savaşı sonrası karartma geceleri gibi. Araştırmacı bir gazeteci olarak bu konuya da el attım. “Makinenin ampülü çok pahalı o yüzden,” dedi karşının sinefilleri.
Festivalin sorunu: Bu yıl festival ilk kez ana sponsor olmadan gerçekleştirildi. Bunun iyi tarafı reklamlar çok azdı. Sadece yedi dakikalık reklamlar izledik. Bu arada reklam demişken Nescafe’nin açık hava tiyatrosunda çektiği hayatınızda 80 bin kişiyi tanırsınız reklamı kadar kötü, mantıken aşırı yanlış ve depresif reklam görmedim hayatımda. Hangi ajans bu fikri bulup kabul ettirdiyse bravo; Limak-Kolin-Cengiz İnşaat şirketi gibi epey para götürmüşlerdir diye düşünüyorum.
Ana sponsorsuz festivalin kötü tarafı ise partilerde, fuayelerde dağıtılan bedava şeyler çok azdı. Efes’in de cimri olacağı tuttu, her yerde verilemeyen ve dağıtılamayan biralar krizi yaşandı. Aynı parasızlık Fransız Sarayı’ndaki Köprüde Buluşmalar gecesinde de yaşandı. Fransızlar eskiden bu davette sarayda salyangoz dağıtırlardı bedava, şimdi ise Şen Düğün salonu gibi kokteyl domatese dönmüşler. Şampanya bedava olur sanmıştım o da yoktu. Beş şişe Moet almışlar onu da gıdım gıdım verdiler. Ben o beş şişe Moet’yi evde kendi üstüme döküyorum.
Festivalin alaturkası: Cahide’deki Yeşilçam Gecesi. Bu gece ayrıca festivalin en iyi bedava yemeği olan beğendili böreğe de ev sahipliği yaptı. Biraz festivalin yabancı konuklarını Kervansaray’a götürülen Japon turistler gibi eğlemek için düzenlenmiş gibiydi. Zaten Cahide de eski Kervansaray olduğu için her şey cuk oturdu. Bilmiyorum bana biraz avam geliyor böyle şeyler ve genelde hiç eğlenemiyorum. Oluşturulan konsept de şimdinin ünlülerini eski Yeşilçam şarklılarıyla birleştirmek olunca ilginç de değil. Bana ne yani Mert Fırat’ın süklüm püklüm adı asla aklımda kalmamış bir film şarkısını seslendirmesinden? Bu gecenin tek artısı dünya gözüyle Belkıs Özener’i görmek diyebilirim. Geçen sene de Tüdanya’yla tanışmıştım. Benim için ilginç ünlü biraz kıyıda köşede kalmış demek galiba.
Festivalin celebrity anı: City’s’de bir filme girmek üzereyken asansörde Türkan Şoray’la karşılaştım. Kendimi Türkan Şoray’la karşılaşmış Selim İleri gibi hissettim. Saçlarım dökülüp alnımın üstünde lülemsi bir şey belirdi.
Festivalin başarısı: Bu senenin tartışmasız başarısı benim için Nerdesin Aşkım serisinden Vahşi’nin gösteriminden baş rol oyuncusu Felix Maritaud’u Nişantaşı City’s’de soru cevaptan sonra bir salon dolusu lubunyanın arasından kaldırmak oldu. Hayatta ilk kez biriyle tanışmadan önce dildoyla ne kadar ileri gidebildiğini bir filmde görmüş oldum. O gece City’s’de olup eve yalnız dönenler merak ederler; önce Başka Sinema’nın Cezayir’deki Rembetiko gecesine gittik. Neden rembetiko? sorusunu ben de kendime sık sık sordum merak etmeyin. Bira fişini de kaçırdığım için yine içkiye para ödemek zorunda kaldım. Sonra da minimüzikhol’e özel bir doğum günü partisine götürdüm canım arkadaşım Felix’i. Sonra da eve yalnız döndüm. Rahatladınız mı?
Festivalin dedikodusu: İnsanlar Nuri Bilge Ceylan’ın High Life filminin yarısında çıkmasını ya da yarışma ödülleri için jüriye açılan özel telefonları konuşadursun benim dedikodum ise canım arkadaşım Felix’in bir sonraki Gaspar Noe filminde oynayacak olması. Bizde böyle uluslararası dedikodular var tatlım, paçoz bilgiler yok. Cannes’a gitsem nelerle dönerim düşünün.
Festivalin partisi: Kaan Müjdeci’nin Erol Dernek sokaktaki aşırı iyi evinde verdiği parti. Bu çocuk bu parayı nereden buluyor anlamıyorum, filmleri de o kadar iyi işi yapmıyor. Anası babası zengin herhalde. İlk kez dolu bir bira dolabı ve bir kaç şişe viskiyle gece boyunca çıkarılan pembe cinler gördük. Boran Güney ve Ekin Özbiçer’in Türkçe seçkisinin ortamı lümpene boğduğu gecede ünlüler ve ünsüzler kolkola göbekler ata ata eğlendi. Gecede o kadar ünlü vardı ki bir ara Haneke’yi de gördüm sandım. Meğerse Hülya Uçansular’ın kocasıymış. Ay inanılmaz benziyorlar. Bunun dışında dikkat çekmek için kendini paralayan, gece sandalyeye çıkan tek insan olan antipatikler kralı Erdal Beşikçioğlu kalmış aklımda nedense. Orada yeterli dikkati çekemediği için sonrasında Sumahan’a gitmiş duyduğuma göre. Bu gecenin başarısı ise yine içkinin bittiği bir anda yanımda Uluslarası Yarışma jüri başkanı Lynne Ramsay belirdi ve içki sordu. Ben de ayı gibi bir bardak viski doldurmuştum ağzına kadar buz dolu. Yani soran insan Lynne Ramsay, ne diyeyim yani. Büyük hayranıyız. İçkimi gönül rahatlığıyla eline tutuşturdum.
YİĞİT KARAAHMET