Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZEL
İzler, yaralar ve damgalar: Zalimlik ruhumuzda var

Stigmata kavramını, alışagelmiş teolojik anlamı dışında, kadın çalışmaları derslerinde yeniden keşfetmiştim. Vücutta oluşan izler, yaralar, damgalar ve onların verdiği acı demek olan stigmatanın teorik bir altyapı olarak kadın çalışmalarına aktarılmasının ne kadar kolay olabileceğini eminim hepiniz anlayabilirsiniz. Fiziksel ve duygusal şiddet görenler, örneğin yüzlerine asit atılan kadınlar bu izlerle yaşamak zorunda kalıyordu. Stigmata, bir nevi acının ve direnişin hatıratı gibi kalıyordu onlara.*  

Daha sonra stigma kavramının psikoloji disiplini için de önemli olduğunu öğrendim. Bizler, kim bilir hangi acıların izleri ve lekeleriyle yaşamak zorunda olduğunu anlayamadığımız, neden öyle davrandığını sorgulamaya gerek duymadığımız kişileri “ruh hastası” olarak damgalayıp geçmek konusunda acımasızlaşmış bir türüz. Zalimiz. 

Bence, yaşadıkları ağır travmaların izleri açıkta ve görünür olanlar (Nedim’in), taşıdığı ağır izler ve damgaları gizli olanlardan (Cenk’ten) daha şanslı. Yarası dışarda olanın neden öyle davrandığını anlamak zor değildir. Hayatı zordur, dışlanmıştır, ötekileştirilmiştir, görürsünüz. İyi bir insansanız bu durumu düzeltmek için uğraşırsınız. Elinizden geleni yaparsınız, şartları iyileştirirsiniz. Bu insanların derdine çare olmak daha kolaydır çünkü yarası nerede bilirsiniz. 

Peki ya yarası gizli olanlar, hani “ruh hastası” deyip geçtiklerimiz.

İyi bir insansanız onun derdinin nerede olduğunu da sorarsınız. Arkanızı dönüp gitmezsiniz. Eğer mümkün olursa da ona yardım etmek istersiniz. Cemre gibi. 

Cemre’nin bir hemşire olması hikayenin merkezinde “iki hasta” adamın olduğu gerçeğiyle gayet uyumlu. Cemre yaraları görünür ve açıkta olanı iyileştirmek için girdiği köşkten, kimsenin, babasının dahi bakmaya tenezzül etmediği yaralarını yıllardır gizleyen diğer adamı da iyileştirip çıkacak. Cemre kendine profesyonel meslek olarak seçtiği hemşireliği hayatının bir parçası olarak görüyor buna bir şüphe yok. O nedenle kadınların görevi hasta erkekleri iyileştirmek değildir gibi sahte feminizm tartışmalarına girmeyeceğim. Karakterin kendisi tapu kadastro memuresi olsam da sana yardım edeceğim derken kadın olarak değil arkasını dönüp gitmeyen o iyi insanlardan biri olarak konuşuyordu. Sarhoş bir adama kolunu uzatırken bunu hanımlıktan değil insan olduğu için yaptığını söylemesi gibi. 

Cemre, Nedim’in ayağa kalkmasıyla yaralarının iyileştiğini, Cenk’in hatasını tüm hane halkının önünde itiraf ederek vicdan yükünden kurtulduğunu düşünüyor. Cemre’nin cephesinden aslında dizi bitti. 

Cemre hiçbir zaman Cenk’i suçlamadı. Cemre için Cenk, büyüse de annesinin etkisinde kalmış küçük bir çocuktu. O nedenle hasta yatağının başında Cenk’e artık büyüyeceksin ve özgür olacaksın dedi, haklı da. Cenk’i zayıf, beceriksiz ve basiretsiz diye eleştirebilirsiniz ama insanı olduğu şey için değil olabileceği şeyle yargılamak gerek. Kendinle yüzleşmek kolay bir şey değil. Cenk, kendisiyle yüzleşme cesaretini bulduğundan beri yıllardır yürüdüğü yoldan dönmeye çalışıyor; Cemre’ye duyduğu aşk ve onun karanlığına bakmaya cesaret etmiş ilk insan sayesinde. Bu çaba ancak desteklenebilir. Cemre de iyi bir insan olarak öyle yapıyor zaten.

Cenk ölse, Nedim’e hayatının bedelini ancak ödemiş olur iddiaları da gördüm. Bu kadar acımasızlık içinde yaşıyor olmak bir nebze gözümü korkuttu; neyse ki, sosyal medya toplumumuzun sosyolojik yapısını göstermesi açısından çok önemsiz bir alan. Ben hala bu toplumun barıştırıcı ve bağışlayıcı olduğuna inanmayı sürdürmek istiyorum. Helalleşmek bu coğrafyanın etinde kemiğinde var. 

Nedim’in kaybedecek bir şey kalmayana kadar savaşmak istemesine verilen ve giderek artan destek de aynı şekilde gözümü korkutuyor. Nedim’in kendi yıllardır zehirlemeye devam eden Şeniz’i ihbar etmesi, hakkında suç duyurusunda bulunması, Agah’ın elinden şirketi alması ve Cenk ve Cemre evliliğinin sahte olduğunu öğrenir öğrenmez Cemre’ye duygularını açıklaması gibi tonlarca seçeneği var, vardı. Hiçbirini kullanmadı, kullanmıyor. Ve eğer siz bunu yeni bir tür karanlık olarak görmüyorsanız bir süre durup soluk alıp, hikayeye kritik bir mesafeden tekrar bakmanızı tavsiye ederim.  Bunun Cenk’in karanlığından hiçbir farkı yok. 

Çok daha üzüldüğüm bir şey ise Nedim aslında Cenk’in nasıl bir vicdan yüküyle yaşadığının gayet farkındaydı. Onu suçlamıyor gibiydi. Cenk’in iki ayağının üzerinde durmasının hayatını yaşadığı anlamına gelmediğinin, en az onun kadar “engelli” olduğunun bilincindeydi. Onun da “yaşayan bir ölü” olduğunu görüyordu ta ki Cemre aralarına girene kadar. Cemre’nin tanıdığı Nedim, gözünün önünde Cenk’e gitme diyen, sarılan, onu görünce mutlu olan bir adamdı. Onu öyle sevdi. Birlikte iyileşebileceklerine inandı. 

Büyük ihtimalle intikam hırsını da, Cenk’e yönlendirdiği öfkesini de anlamayacak. Cenk ve Cemre’nin ana çatışma konusu da Nedim’in intikam almaktan vaz geçip geçmediği olacaktır. Cemre, bir yandan Nedim’i savunup bir yandan Cenk’in elinden tutmaya devam edecektir. Fragmanlar aksi iddialar içerse de en sonunda Nedim’i tanımadığını kendine itiraf etmek zorunda kalacaktır. Cemre ve Nedim’in geciktirilmiş yüzleşmesine kadar çatışmaya devam. Bu da sezon sonunu görmeye niyetli bir iş için anlaşılır. 

Nedim’in sürekli intikam ve aşk arasında kararsız kalışı ve öfkesini Cenk’e yönlendirmesi seyirci ile de arasını açacaktır. Aynı seyircinin, hatalarına rağmen kendi pişmanlığının üstüne giden Cenk’i daha ilginç bulması da doğaldır. Seyirci derken sosyal medyadan bahsetmediğimin tekrar altını çizmek istiyorum. Bu ülkede hayat da gerçekler de hala dışarda, sokakta, iyi ki de öyle. 

Bir de seyirciyi sürekli ahlaksızlıkla suçlayan başka bir seyirci grubu var. O konuya hiç girmeyeceğim çünkü kardeşinin bebeğinin babası sandığı adamla flört eden Cemre’yi ahlaksız bulmuyorsanız diğer her şeyi de yutabilirsiniz. Hatırlatmak isterim ahlak ilkeseldir, duruma, kişiye ve zamana göre değişmez. Neticede Cemre baba sandığı Nedim’e olan duygularını gizlemedi, Cenk’i sevmeye devam etmekte de sakınca görmeyecektir.  

Nedim için Cemre’yi milat kabul edenlerin, Cenk için de aynı şeyin geçerli olabileceğini unutmamaları gerek. 

Aynı yapımın benzer bir işi olan Fazilet Hanım ve Kızları’nı da ilerleyen bölümlerden itibaren takip etmiştim. İki işin tasarımcısının ya kardeşlik ve ahlak, aile içi sahte ilişkiler konusunda derin soruları var ya da işleyen bir formülün kolaylığını yaşıyorlar. Hangisi bilemiyorum ama kendilerine şunu hatırlatmak isterim; çekirge üçüncü kere sıçramaz. 

İzleyicilerden bazılarının edep sınırlarını aşıp oyunculara ağza alınmayacak hakaretler etmesinin sebebi de formülün dozunun bu sefer her anlamda kaçmış olması.  

Ahlak tartışmasını götürdüğünüz o uç noktada, bir bebeğin zehirlendiğini izlemek zorunda kaldık. Aile içi sahte ilişkilere dair her tartışmaya açığım, hırsın ve intikamın insanların içindeki canavarı uyandırmasını da konuşalım ama bir bebeği zehirlemek... orada durmak gerekir, bu bir cinayettir. Nedim’in de bir parçası olduğu cinayet hatta. Doğmamış çocuğunun hesabını soranın Cenk olması gerekir zira Ceren’in bebeğini kaybetmesi ve etmemesi arasında köşk üzerinden yaptığı hesaplar açısından hiçbir fark görmüyorum. İşin tuhafı, Cenk çocuğunun hesabını soracak kadar kendini ehlîleştirebilirse, Cemre’nin daha çok aşık olması da mümkün. 

Peki, Cenk kendi çocuğunu unutursa?

O vakit, en azından kendine dürüst olabildiği için bir adım önde olan Cenk’in de Cemre gibi iyi bir insanı hak etmediği sonucu ortaya çıkar. İyileşmemekte ısrar eden bu iki hasta adam nedeniyle Cemre’nin aldığı çizikler artmaya devam ederse, finalde kendi yoluna gittiğini izlemeyi tercih ederim. 

Geçenlerde önüme Cansel Elçin’in tiyatro hakkındaki muhteşem açıklamaları düştü. Biz insanları tiyatro ile evlerinden söküyoruz, diyordu. Haklı. Sanat tam olarak böyledir. Sanatla dertlenmek, taşımak zorunda olduğumuz onca toplumsal travmaya bir yenisini eklemek için gönüllü olmak, evden çıkmak, para harcamak gerekir. Birçok tiyatro kökenli oyuncuyu izleme şansı bulduğumuz Zalim İstanbul oyuncularının da televizyonda yaptıkları işin sanat olmadığını düşündüklerine eminim. O nedenle bu tür bir işte toplumsal duyarlılık üzerinden yapılan tüm tespitler işinize geldiğinde sığındığınız bir liman. Bu iş aileye, insana, kardeşliğe dair sorgulamalar yaptırabilir hatta ahlak algılarımızı test edebilir ama televizyondan dünyayı fethetmesini beklemeyi bıraksanız iyi olur. Dünyayı değiştirmek masa başından ve ya oturduğunuz yerden olmaz, harekete geçerek olur. 

Yine de altını çizmek isterim toplumsal vicdan asla boş bırakılmamalı, Nedim aradığı adalete mutlaka kavuşmalıdır. 

Nedim yaşadığı eziyetin hesabını mutlaka sormalı, sonuna kadar hakkıdır da ama ateş ettiği yer yanlış. Cemre’nin omuzundan Cenk’e ateş etmek yerine, onu elinden alarak tek hamlede öldürmesi daha anlamlı olurdu. Dizi matematiği açısından senaryoyu zorlardı diyenler olacaktır. Hiç sanmıyorum. Nedim, Cemre yanındayken de intikamını almaya devam edebilirdi, hatta bence böyle olmalıydı, ama biliyor musunuz o alternatif hikayede de Cemre gibi iyi bir kadının kaldıramayacağı kadar çok nefret var. Cemre, Nedim’le olsa bile her gün ondan uzaklaşacaktı. Cemre’nin içinde olduğu ilişki ancak iyileştirici ve bağışlayıcı olabilir. 

Yayınlanan son bölümde Cemre’nin bağışlamak konusunda ne kadar net olduğu ortaya konuldu aslında. Bu niyetten uzaklaşan hangi adam olursa olsun Cemre’yi kaybeder. 

Nedim’in herkesi affettiği ve Cemre ile her şeyi unutup, herkesi geride bırakıp bir gemi güvertesinde yol aldığı hikayeden ise dizi olmaz sevgili okur. Sit-com bile olmaz. 

Cenk’in tüm hataları üstüne Cemre’yle olması adalet duygunuzu zedeliyor olabilir. Peki, başından beri bir kurban olarak gördüğü ve pişmanlığına ve iyileşmek arzusuna yürekten inandığı Cenk’le gitmek, Cemre’nin özgür seçimi olursa o zaman işi, bir kadının kendi aklıyla ve duygularıyla verdiği kararı sorgulamaya kadar götürecek misiniz, sevgili kız kardeşlerim. 

Öyle yapmayın, çünkü, bu iş, zalimliğin karşısında Cemre’de vücut bulmuş iyiliğin ve bağışlayıcılığın hikayesi. 

Bu Cemre’nin hikayesi.

Senaryo sürekli Cemre’nin, Cenk’in yanında kalmasının özgür kararı olmadığı gibi halüsinasyonlar yaratıyor, el mahkûm sezon sonunu görmek gerek. Cemre çok yakın bir zamanda, her şeyi bildiği halde susarak koruduğu ve tekrar karanlığa düşmesinden korktuğu adamın da Cenk olduğunu anlayacak. Aslında Ceren’in yüzüne fütursuzca sorduğu sorular ve veremediği cevaplarla yüzleşse bile yeter. Yalnız bunu bir an önce yapmasını diliyorum. Bence hikayenin merkezindeki tek kadın karakteri iki adam arasında gidip gelen, ikisine de ne hissettiği belli olmayan zavallılıktan bir an önce çıkarın. İlk sezondaki Cemre ve onun iyiliğe olan inancı bu zalimlik içinde tutunabileceğimiz tek dal. 

Feminizm adına bir şey söylemek istiyorsanız, analiz ve empati yetenekleri güçlü daha çok kadın karakter yazılmasını talep edebilirsiniz. Ceren gibi açık sözlülüğü ve para hırsı dışında hiçbir özelliği olmayan kadınları övmekten, özendirmekten ise uzak durun. Ben bu yazı üzerine çalışırken Merve Aksak trend topic listedeydi. Aynı şekilde Bihter Ziyagil’in de ara sıra listeye girdiğini görüyorum. Bihter kendi kendine yanmış, sönmüş kendinden başkasına, en azından fiziksel bir zararı olmamış, neticede kendini öldürmüş tutkularının kurbanı bir kadındı. Merve Aksak ve Şeniz Karaçay arasında benzerlikler olduğunu düşünüyorum. İkisi de ruhsal sorunları olan kendine iktidar alanı arayan kadınlar. Şeniz gibi bir kadın varken Ceren’i bir de şirketin başına geçiren senarist ekibin nereye doğru yol aldığını da çok merak ediyorum.

Şeniz Karaçay’ı, Sharp Objects’deki Adora Crellin’e benzetiyorum. Sonunda Adora gibi Münchausen by Proxy sendromuna benzer bir sendromu olduğunun ortaya çıkması, hikayeye büyük zenginlik katardı diye düşünüyorum. Mine Tugay aslında öyle bir sona o kadar elverişli oynuyor ki zaman zaman gözlerinden geçen delilik hali beni ürkütüyor. Yani sevgili ekip, elinizde sağlam bir kötü var bizi ucuz köşk hırslarıyla oyalamayın. 

İyi insanlara sevgilerimle,

 

URBAN FRINGE

 

* Adair, Vivyan. Stigmata: A Memoir of Pain and Resistance Feminist Studies Vol. 45, No. 1 (2019), pp. 235-239

 

YORUMLAR




DİĞER HABERLER