Bu platformda elimizden geldiğince televizyonun özgürlük alanından, insanların birbirlerinin ne izlediklerine karışmasının tuhaflığından, yeterince sıkıldığımız, yaşam alanlarımızın daraltıldığı bir dönemde izleyicilerin başka izleyicilere sansürüne izin verilmemesi gerektiğinden bahsettik. Üzerinden aylar geçti hala utanmadan insanları izledikleri diziler üzerinden yargılayan, akıl veren, hayatsız olmakla suçlayan kişiler görüyoruz. Tam tersine fazla hayattan bunalmış olabilir miyiz? Salgın, ekonomik daralma, ağır kış koşulları canımıza tak etmiş ve akşama dram izleyecek gücümüz kalmamış olabilir mi?
Asıl biz size soruyoruz, nasıl bir genişlik ki her güne ayrı trajedi sığdırabilen bir ülkede bir de akşam oturup ağır dram, gözyaşı ve acı izleyecek gücünüz kalıyor. Ülkenin sorunlarıyla yeterince ilgilenmiyor olabilir misiniz? Pardon, apolitik misiniz? Bunlar normal şartlar altında yazacağımız cümleler değil zira kimsenin ne izlediği, yediği, içtiği, giydiği, inandığı hayatımız boyunca bizi hiç ilgilendirmedi. Varsa bir veriye, sosyolojiye, felsefeye dayanan eleştiriniz, yapın dinleyelim ama bu bir ergen dizisi diye yaptığınız o saçma sapan yorumlara bile cevap verecek kapasitede insanlarla muhatap olacağınızı hatırlatalım.
Bu ülkede yapılan en büyük yanlışlardan biri, bir işi ve izleyicilerini ergen olarak tanımlamak. O ergenlerin bir gün büyüyeceğini, para kazanacağını, satın alma gücüne erişeceğini ve evine reyting cihazı takılabilecek bireyler olabileceğini aklınız mı almıyor, ölçemiyor musunuz? Bugünün siyasi partileri de aynı hataya düştüler. Üç yıl sonra yapılacak seçimde ilk defa oy kullanacak bir kuşağı komple unuttular şimdi herkes Z kuşağını kontrol etme derdinde. Edemezsiniz. O yatırımı yıllar önce yapacaktınız.
Sen Çal Kapımı izleyicilerinin çoğu genç, hayatları salgın ile tamamen kısıtlanmış, sosyal alanda sürekli gözetlenmekten yorulmuş, fırsatları elinden alınmış, isyan, itiraz ve tükenmişlik arasında kalmış yorgun bir kuşak. Yorduğumuz bir kuşak. Çok şanslılar ki onları önemseyen, ne dediklerini dinleyen asla onları ergen diye yaftalayıp küçümsemeyen Hande Erçel ve Kerem Bürsin’in eline düştüler. Bu platformda çok nadiren oyuncu övülür ama madem bugün siyaset yapıyoruz bu iki özel oyuncu için bir iki şey söyleyeceğiz. İkisinin de sosyal medya etkileşimlerini, canlı yayınlarını dikkatle takip ettik. Her yaptıklarına “pr” diyen yapışık bir kitle var. Kerem Bürsin’in karantina sırasında canlı yayınlar yaptığını biliyoruz, bazılarını canlı, diğerlerini sonradan dinledik. Özellikle TÜRSAK Vakfı hesabında bulabileceğiniz söyleşisi gelecekte sektöre katabilecekleri açısından çok umut verici. Kendine yol arayan genç erkek çocukları üzerinde güçlü bir etkisi olduğunu videolarının altına gelen yorumlardan anlayabiliyorsunuz. Aynı şekilde Hande Erçel’le birlikte büyüyen onun azmini ve kararlı duruşunu kendine örnek alan genç bir kuşak olduğunun da farkındayız. Bu iki oyuncu Z kuşağına yatırım yapmış ve çoktan kazanmış. Sonuçlarını, bugün diziyi de, hayran kitlelerini de aşağılayanlar, çok değil bir iki sene içinde görecek. Daha erken de görebilirler çünkü unutmayın piyasa için üç yaşındaki bebek de potansiyel müşteridir.
Oyuncuların popülaritesine göre iş aldığından şikayet edenler için de bir iki şey söyleyeceğiz. Yine bu platformda defalarca ama defalarca televizyonun bir ticari mecra olduğunu, televizyondaki işlerin sanat eseri gibi yorumlanmaması gerektiğini yazdık. Televizyon sanat değildir. Asla da olmayacaktır. Televizyondaki öncelik sayılar ve miktarlardır, her ticari işte olduğu gibi. Televizyonda daha iyi işler yapılması ve özgün senaryo taleplerinizi dile getirebilirsiniz elbette, çok şanslıyız ki bu sene öyle işler var. Güçlü hikayeleri sayesinde yüksek reytinglerle yollarına devam ediyorlar. Yani öylesi de var böylesi de; yani çeşitlilik, yani demokrasi, yani seçme özgürlüğü. İşte hep desteklemeniz gereken tek şey bu.
Hepimizin bezelye tanelerini bile yıkadığı bir dönemin hemen arkasından yayına giren Masumlar Apartmanı’nı, herkesin psikoloğa ihtiyacı olduğu dönemde karşımıza çıkan Kırmızı Oda’yı, hane halkı ilişkilerinin testten geçtiği bir zamanda en ilkel kadın-erkek çatışmasına bakan Sadakatsiz’i, zamansız olduğunu düşündüğümüz bütün iyi reytingli aksiyon dizilerini ve tarihi dizileri de bu vesileyle tebrik edelim. Sosyolojik ortamı iyi gören, belli bir matematik üzerinden ilerleyen senaryolar seyircisine ihanet etmediği sürece istikrarlı bir reyting almayı başarıyor.
Sen Çal Kapımı’da ise ne senaryo formülü kaldı ne de istikrarı. Geçen sürede gördük ki dizi, izleyen, izlemeyen herkesin yaptığı onca eleştiriyi haklı çıkarmak istercesine hiç ummadığımız yollara girdi. Türünün tek örneği olarak, bu zor zamanda daha fazla gerginlik istemeyen izleyiciler için alternatif olarak kalıp büyük bir başarıya imza atma ihtimalini de kaçırmış oldu.
Dizinin hala doğru dürüst bir antagonisti yok. Kaan Karadağ için planlanan ne varsa o kadar zayıf yazılmıştı ki değiştirilmesi gerekiyordu ama Kaan’ın çıkarılması yeterli olmadı çünkü yerine yeni bir karşıt karakter konmadı. Oysa ki nikah masasında terk edilmesi, hisselerini kaybetmesi, Serkan’la ilgili bitmeyen umutları Selin’i muazzam bir kötü yapmak için yeterliydi. Kadroda Bige Önal gibi müthiş bir oyuncu, Selin gibi Eda ve Serkan’ın ilişkisini engellemek için ne yapsa sebeplerini anlayabileceğimiz, hikayesi dolu bir karakter varken, onu Danimarka’ya göndermek ve yerine falcısı “Baş harfi S.B olan biri hayatına girecek,” dedi diye ruh hastası Balca’yı hikayenin ortasına bırakmak kimin fikriyse rica ediyoruz başını iki elinin arasına alıp yeniden düşünsün, uzun uzun düşünsün. Buradan yapımcılara haddimiz olmayarak bir tavsiyede bulunalım; izleyiciyi dinlemeniz gereken yer var, dinlememeniz gereken yer var. Bige Önal’a duyulan haklı sempatiden ürküp Selin’in potansiyelinin kullanılmasının dizinin sonunu hazırladığı umarız bir gün görülür. Kimseye işini öğretecek değiliz ama dizinin en önemli karakterinin, Selin’le işbirliği yaparak Serkan ve Eda’yı birlikte büyük testlerden geçirecek babaanne karakterinin harcanmasından, kafaların gayet karışık olduğunu anlayabilecek kadar dizi izledik. Bu arada, Ayşegül İşsever Hanımefendi’ye de babaanne rolünün çok yakıştığını kendisini daha uzun izleyemediğimiz için çok üzgün olduğumuzu buradan iletmek isteriz.
Engin yine dizinin ilk bölümünden anladığımız kadarıyla Serkan’la fikir ayrılıklarına düşebilecek ve hayata ondan farklı bakan bir karakterdi. Ana oyuncu kadrosunun en önemli isimlerinden biri birdenbire aile babası oldu. Bu mümkündü; eğer Serkan’ın işkolikliğinden sıkıldığına inansaydık, hayatın nasıl yaşanması gerektiğine dair Serkan’la kafa kafaya, yumruk yumruğa gelebileceği onca çatışma yazılabilseydi. Engin’in, ortağı olduğu şirketi yani ArtLife’ı, holding işlerinden uzak tutmak konusunda söyleyeceği tek sözü nasıl olmaz, nasıl itiraz etmez. Hatırlatalım, holdingin ArtLife’la bir alakası yok. Holding hisselerinin sahibinin ArtLife üstünde herhangi bir inisiyatifi olamaz; hele limited şirketse. Aynı şekilde obsesif, işkolik ve içine kapanık ama çalışkan Pırıl’ın yine ortağı olduğu şirkette figüran gibi gezeceğini de öngöremedik. Engin'e olan aşkından başka hiçbir şeyin parçası olamadığı gibi birdenbire ortaya çıkan ama aynı hızda kaybolan babasına dair basit bir hikaye bile kurgulanamadı.
Erdem komedi aksının önemli bir parçası olabilir ama ne Fifi’yle ne de Serkan’la ilişkisi yazılabildi. Serkan’ın değişimini üzerinden okuyabileceğimiz iki önemli karakter vardı, biri Leyla diğeri Erdem. Hem bu rolleri oynayan oyunculara hem karakterlere büyük haksızlık edildi. Leyla, Serkan’ın kimsenin bilmediği hassas yanını bilen tek kişiydi, kaldı ki Eda, “Serkan bu ofiste en çok Leyla’yı seviyor,” dediğinde ikisinin özel ilişkisini fark ettiğini de anlamıştık. Şimdi dosya götürüp getiren basit bir figürandan öte biri değil. Ofis ekibinin güçlü hikayelerini kullanmak yerine babasının avukatlık şirketi olduğu halde neden ArtLife’ın her toplantısına girdiğini anlayamadığımız Ceren’i ve ne iş yaptığını hala çözemediğimiz Melo’yu ofise sokup tüm denge altüst edildi. Oyuncular Melisa Döngel ve Elçin Afacan’ın yapımın bağlantılı olduğu başka yapımların, geçmiş ve devam eden işlerinde çeşitli roller üstlendiğini ve muhtemelen gelecek işlerinde yer alacaklarını fark edecek kadar sektörü takip ediyoruz ama kör göze parmak sokulduğunda ters teper, hatırlatmak isteriz. Bu anlamda yine Sitare Akbaş’ın erken vedasına da çok üzüldüğümüzü eklemek isteriz. Fifi’nin hala ne iş yaptığını bilmeyen ve ilk bölümden beri bunu merak eden biz sadık izleyiciler gün gelir aydınlatılırsa çok seviniriz.
Ferit ve Serkan’ın hatta Ferit ve Eda’nın ilişkisi ilgi çekici başka akslardı. Serkan’ın Ferit’le ilgili kuşkularına rağmen ona güvenen Eda ile ilişkisi artık yok, o da bitti. Ceren’in peşinde gezen ne istediği belli olmayan vasıfsız bir karaktere döndü. Çağrı Çıtanak çok zarif ve sakin oynuyor Ferit’i. Babasının otellerini gezmekten başka bir işi olmayan adamdan, hatalarını fark eden bir adama dönüşmesini hikayede yazmasa da oyuncu doğru oynadığı için anlayabildik. Engin ve Ferit’i, Serkan’ın wingman’i olmak için yarışırken yazmamayı kaçırılmış büyük bir fırsat olarak görüyoruz.
Aydan Hanım’ın evin sınırlarından dışarı çıkamaması seyirciyi ekranda tutabilecek bir başka güçlü hikayeyeydi tabii ki ama bir fincan bitki çayıyla çözüleceğini tahmin etmemiştik. Oysa ki Aydan Hanım’ın travmaları, kaybettiği oğluna özlemi, Alptekin Bey ile gerginliği ve Serkan’a zaafı bölümler boyu sürebilirdi. Neslihan Yeldan dizinin dram aksını rahatlıkla taşırdı. Aydan Hanım’ın Eda ile ilgili açıklanamayan çelişkili duygularının, çok değerli bir karakterin seyircinin gözünde yıpranmasına sebep olduğu ortada. Ayfer Hanım’ın Eda’yı okutmak yerine büyütmek için kredi çektiği çiçekçi dükkânından aşçılığa geçişi de aynı şekilde karakteri yıpratıcı bir hamle. Eda’nın ders çalışmak için masasını kurduğu, çiçeklerin dillerini öğrendiği, mesleğine karar verdiği yer değil miydi orası. Vazgeçmek nasıl bu kadar kolay oldu? Bunlar bize neden anlatılmadı? Anlatacak bu kadar şey varken Efe’ye, Balca’ya Deniz’e ne gerek vardı.
Oyunculukları bile değerlendirecek cüreti göstererek özetlemeye çalıştığımız tutarsızlıklar dizinin izleyicilerinin, diğer izleyiciler tarafından tacize uğramasında ve eleştirilerin meşrulaşmasındaki en büyük sebep. Gerçekten de bu senaryo dağınıklığı nereden bakarsanız ortalama bir insanın aklına hakaret. Bizim için ise geniş bir analiz alanı. Yolunda giden bir işin neden izlendiğini yazdıktan sonra muhtemelen o dizi ile işimiz biter ama potansiyeli harcanmış bir işi deşifre etmek bize Ekranella’da yer verilmesinin en önemli sebebi. Diziyi izlemeyi bırakmayan insanların bizimle aynı potansiyeli gördüğüne ve hala buna tutunduğuna eminiz.
Şu unutulmamalı, ticari bir mecrada para kazanmak için iş yapıyorsunuz ama seyircinize saygı göstermek gibi bir zorunluluğunuz var. Her şeye rağmen iki milyon tweet atacak kadar işi sahiplenmiş bunca farklı milletten ve yaştan insana karşı da sorumluluğunuz var. Oyuncular ekonomik krizin ortasında düzenli bir işleri olduğundan memnundur mutlaka ama hiçbir kazancı olmadığı halde her fırsatta ergen damgası yiyen fedakar izleyiciler senaryo hatalarınızın bedelini ödemek zorunda kalmamalı. Bu yazı sadece onlara adanmıştır.
Çalışın, çok çalışın...
SÜMÜKLÜ PAPATYA ve URBAN FRINGE