Kanal D yıllardır hangi dizisi başlarsa başlasın (evet Akasya Durağı da dâhil!) dizilerinin ilk bölümlerini bana izletebilen bir kanal. Bunun istisnası yok gerçekten, son altı yıldır arada atladığım bir-iki tane olabilir ama her dizisinin ilk bölümü izledim. Öyle Bir Geçer Zaman ki’ye ilk görüşte âşık olmuştum, Benim Adım Gültepe’ye de öyle. Kuzey Güney’le bir aile olmuştum,Hicran’la da arkadaş. O yüzden bugün gerek eş-dost, gerek piyasa gerek twitter yoluyla duyduğum bir takım hoş olmayan şeyler beni çok üzdü. Hoş bu sonuç beklenmedik değildi, reyting listeleri fena sallanıyordu. Hem de bu sefer iyi şekilde değil, hoş olmadık şekilde. “Yerli dizi izleyenler morondur!” diyen tayfayı ciddiye almayarak yazıma devam ediyorum.
İkisi de “yılın işi, çok farklı, yıldız oyuncular, büsbütün iyi reji, elleri dert görmeyesiye hikâyeler” şeklinde hayatımıza girdiği için televizyon başına oturan seyircinin beklentisi haliyle büyüktü. Gerçi değişen seyirci profilinin tam olarak ne beklediğini tam kestiremesem de en azından işin içinde olan isimlerin herkes için iyi-kötü kafasında bir profili vardı. Aslı Enver dediğin, son zamanların en başarılı genç kadın oyuncularındandı. Kavak Yelleri, Suskunlar, Kayıp derken o naif gülümsemesini bize sevdirmişti. Güzel yanakları, dönemin kadınlarına benzemeyen neştersiz yüzü ve samimiyetiyle hayatımıza girmişti. Bana soracak olursanız Hicran olarak da güzel olmuştu. Buğra Gülsoy benim için uzun zamandır esmergillerden en güzel bir adam, sırf ikisi ve hikâyelerini sevdiğim Coşkun Irmak için benim işe güvenim tamdı. İzledikçe de sevdim, yalan yok. Ama diziyi reklam verenin en sevdiği listelerde beş değil, on değil, on sekizinci yapan halkımız pek sevmedi demek. Bana sorarsanız sebebi çok da kişisel sebebim Alican Yücesoy’un o hikâyede olamaması, (adam yakışıklı olabilir ama hayır bu işlerin adamı asla değil, kabul etmiyorum) tanıtımındaki soğukluk ve olacak-bitecek şeylerin kulağını ters elden gösterme mantığı. İşin içine çok gömülünce görmediğimiz şeyler vardır ya, işte bu tanıtım hamlesi de aynı mevzu. İlk basına servis edilen korkunç görsel de bonusuydu. Unutanlar için hatırlatalım.
Tanıtıma gelince… Teknik ve kurgu olarak kalitesi bağıran ancak duygu olarak daha anne-kız olduklarına bile tam ikna olmadığımız ikilinin dramını içeriyordu. Tanıtım dediğin her zaman duygu vermek zorundadır sevgili kardeşim. Saçma bir duygu uyandırsa bile merak edersin. İşin içinde izleyeceğimiz ve konunun baya bir ilerisini anlatan şeyi içinde sırf bilmem kaç kare yavaş çekim var diye oraya ekleyince ilk bakışta insanı tavlaması söz konusu bile olmuyor. Sonra neden başrollerin kimyası tutmadı, neden öyle oldu, ben nerede yanlış yaptım? Bir kadınla-erkekle ilk buluşmaya nasıl gittiğin önemlidir. Sonra istediğin kadar güzelleş, istediğin kadar tebelleş ol.Bana Artık Hicran De bu noktada ilk buluşmaya fazla şaşalı ama mekâna uygun gelemediğinden sınıfta kaldı. Ne kimse merak etti, ne Aslı Enver fanları dışında bir kesimin sevgisini kazanabildi. Hikâye çok muhteşem değil eyvallah ama piyasadaki birçok işe de çelme takacak kadar detaylarla dolu olduğunu düşünürsek bütün bu olanları o lanet olası ilk buluşma kâbusu yüzünden hak etmiyor!
Türkler olarak severiz abartmayı… Özellikle kendimiz abartmasak da eşimiz, dostumuz sağ olsun abartır. Benim Adım Gültepe senenin işi diye bangır bangır bağırılınca herkes acayip bir şey bekledi. Oysaki bu iş şöyle başlasa şu an cidden gün birincisi olabilirdi. “Bir mahalle hikâyesi izleyeceksiniz. Ama bu mahallede daha önce tecrübe ettiğiniz şeyleri izlerken, tecrübe etmekten korktuklarınızla yüzleşeceksiniz. Yasak aşk gibi, yoksulluğa geri dönmek gibi, yetememek gibi. Bir de sahip olmaktan övündüklerinizi hatırlayacaksınız. Dostluk, aşk, dayanma gücü, inanç gibi.” Şimdi bu dizi bu şekilde duyurulsa iddia ediyorum ki şu ankinin iki katı izlenebilecekken, neredeyse basın bültenleri ve haberlerden havai fişek patlatıldığı için sevimsiz geldi insanlara. Çünkü bu Arap tarafının Kıvanç’lı (ki o da izlenmiyor), Beren’li, Engin’li, Tolgahan’lı işine benzemez. Burada önce içeri oynamazsan dışarıyı zaten kaybedersin. Allahı var işin, ben bayılarak izliyorum ama ben zaten önyargı meselesini içimde kırmışım emeğe bakan insanım. Zeynep Günay Tan’ı severim, Mete Horozoğlu’na bayılırım, Ekin Koç genç neslin en iyilerinden, bu tarz karanlık tarafı olan işleri severim, şansım şanstır. Ancak dönemin fast-food izleyicisi artık abartıyı sunuşunda değil işin içinde arıyor. Bu işin tanıtımları iyiydi ancak basın bültenleri ve medyaya sunuş hali okullarda okutulmalı. Yani fili zürafa diye tanıtmak gibi oldu. İkisi de uzun hayvan da biri gölgesiyle tanınır, diğeri naifliği ile. Ha bir de Ali Kaptan aldatınca çapkın, Gülümser aldatınca bilmem ne olduğundan o da bir garip geldi insanımıza. Dini bütün(!!) cinci hocaların ipliğinin pazara çıkması da olmadı tabii. Yani gerçekten affınıza sığınıyorum karşısında sadece ABOO ABOOO diye diye bir iş birinci oluyor, iyi niyetli davranamam.
Twitter sallandı, forumlar bir çalkalandı bunaldı, Benim Adım Gültepe yedinci ya da onuncu bölümde final yapacak dendi. Aynı şey Bana Artık Hicran De için de geçerli. Kanal D acımasızlığı ve gidenin yerine yeni iş bulması ile son zamanlarda ününü perçinledi. Gerçi bu zamanda koskoca trilyonluk kanal neden önüne gelene ve başarılı olmayan işe tahammül etsin ki? Diyeceksin ki e o kadar değil. Kötü haber, emin olun tam da o kadar. Evinde oturan ve kocasının binlerce hatasını, sadece bir arkadaşı olup onun her eksik hareketini kabul edecek kimseler değil yüz tane yöneticisi olan kanallar. İçinde oldukları işe de sen-ben gibi değil minimum duygusallıkla bağlanmaları da bu sebepten.
Hicran ve Seyfi kendi mahallelerinde bence çok sevilecek, mutlu sonu hak eden iki tane pırıl pırıl insan. Benim hayal dünyamda her zaman bir yerden kirişi kırıp mutlu olacaklar. Kumanda ucundaki dünyada ise bana sorarsanız telaşa şimdilik gerek yok, neler gördük, neler geçirdik.