En baştan söylemem gerekir ki bu, objektif ve aklı başında bir oyuncu portresi değil, Serkan Keskin’in bana hissettirdiklerini anlatan aşırı kişisel bir yazı. Ben yine de diyeceğimi demek isterim zira benim kendisi ile ilgili geç kalmışlığımı başkaları da yaşasın istemem.
Övünerek söylemiyorum ama bir Leyla ile Mecnun izleyicisi olamadım maalesef. Üstelik, genelde aynı şeyi izleyip, sevdikleri ne varsa kafadan kefil olabileceğim insanların alayı yana yakıla bu diziden bahsetmesine, izlemediğimi her söylediğimde ‘aaaa’ tepkisi almama rağmen bir türlü olmadı, denk gelmedim, gelemedim, bir izledim bir devam edemedim ve bugünlere geldim.
Onun hemen arkasından başlayan Ben de Özledim’i ise başladım izlemeye, ama ya Leyla ile Mecnun izlemediğimden, ya da o sırada kafam basmadığından bilemiyorum, yine durumun farkında değildim, mevzudaki olağanüstülüğü fark edememiştim henüz. “Evet güzel senaryo, oo çok güzel kafalar,” şuursuzluğundaydım, öyle izleyip duruyordum. Meğer olacaklardan habersizmişim.
Bir Mayıs ayında sinemada Limonata izlememle başladı her şey. Hayatımın en mutlu iki saatini geçirdim desem çok saçma gelir biliyorum, ama sizin için saçma, benim için az bir tarif olur bu. Ali Atay’ın yönetmenliğini yaptığı, senaryoyu da yine Ertan Saban’la beraber yazdığı bu filmde, Serkan Keskin Selim adında, türlü çeşitli vesilelerle kaybedenlikte bir zirve olmuş ama yine de neşeli bir adamı canlandırıyordu, ki bu kelimeyi ilk defa bu kadar gerçek anlamında kullanıyorum. Can veriyordu bayağı, sanki o adam hiç Serkan Keskin olmamış da, hep Selim’miş gibi. Selim de öyle bir adam ki, dünyanın tüm belalarını hiç üşenmez bulur kendine çeker, ama sen onunla dağları aşıp öte ülkelere hiç korkmadan gidebilirsin çünkü onunlayken sana hiçbir şey olmaz. Serkan Keskin, sigara içişinden rakı tutuşuna, yürüyüşünden omuzlarının duruşuna, bütün film boyunca üstündeki o siyah atletle, belki yolda görsek umurumuzda bile olmayacak bir adamı nasıl o kadar çok severiz bunun tarifi ve sebebi olmuş. Hayatımda ilk defa bir film bittiğinde o kadar üzüldüm, hiç salondan çıkmasam da hep Selim’le kalsam istedim. Selim’i çok sevdim, oturup iki tek rakı içmek istedim, günün akşamına bildiğin Selim’i özledim.