Sıcak Saatler’den Remzi Baba gelsin. Martılarını da getirsin gelirken. Biz hep onun sayesinde sevdik martıları. En umutsuz ânımızda bugün, başımızı kaldırıp göğe bir martı gördüğümüzde gülümsüyorsak ve ferahlıyorsa içimiz, hani biraz olsun gevşiyorsa kalbimizi sıkıştıran mengene, hep onun sayesinde. Her martıda onun huzur dolu, olgun tebessümünü görüyoruz hâlâ.
Cehennem Cevdet’siz olmaz ama. Arabasının bagajından bağlamasını kapıp gelsin. Soğuk bir kış günü, sıcacık bir çay demleyelim. Sonra Remzi Baba’yla Cahide Sultan’ın Kanlıca’daki evinde oturup bir türkü söyleyelim içli içli. Uzaklara dalsın gözlerimiz gerekirse. “Bu da gelir, bu da geçer... Ağlama...”
Bizim Evin Halleri’ni herkes bilir ya, Peyami anlar en iyi. Onu da çağırın. Güzel susar o. Bir de şiir okur ki, susmak gibidir sesi. Az konuşur. Bekler, dinler, gözler... Sonra, o da gerekirse girer söze. Boşa harcamaz hiçbir sözcüğü. Gözleriyle güler güldü mü. Susar susmasına ya, bilirsin, oradadır hep. Yorulunca sırtını yaslayacağın bir ağaç gibi.
İsmet de gelsin takılıp eniştesinin peşine. Güzel hüzünlenir o. Gözleri saydamlaşır, yıkar paklar gönlünü böyle böyle. Ondandır içinin temizliği. Susabilirsin onunla. Yalnız hüzünlü bir şarkıya eşlik eder mırıltılarıyla belki. Sesinde hüznün titreşimleri... Gözlerinin kırığından süzülen sevdaya tutunuruz biz de.
Yeditepe İstanbul’un çıkmaz sokağına uğramadan gelmeyin, n’olur. Kolundan tutup getirin Ali’yi. Kardeşini pencereden gördüğündeki gülümseyişi olsun yüzünde. Ne de yakışır o tebessüm gönlümüzün penceresine. Kaybettiğimiz ne varsa geçmişte, Ali’nin bakışında tekrar buluruz onu. Yanına çöker gibi otururuz sonra. Havva Ana’nın buzdolabında gözümüz. Karşı divandan güler o bize. Sonra biz de hep beraber güleriz ağlanacak halimize.
Ömer’i de unutmayın ha! İçiyle dışını beraber getirsin. Eksik kalır yoksa Duru’ya duyduğu aşk. Pejo motorlu bir vosvos çok da güzel durmaz mı kapımızın önünde? “Hem seviyorum diye haklı olmam da gerekmez,” diyen bir adam o nihayetinde, illaki yer bulur kendine gönül meclislerinde. Belki çoktan Mardin’e gitmiştir şimdi. Öğretmenlik yapmayı hayal ettiği o küçük ilkokuldadır. Ayrılmak istemezse öğrencilerinden, canı sağ olsun. Biz onu iskambil destesinde bulmadık ki şansımıza küselim.
Cemal’le Ebru’yu da alalım, onlarsız olmaz. İlk buluşmadaki çekingenliklere ihtiyacımız var. Hayatı güzelleştiriyor o çekingenlikler. Bizse bir an önce kurtulmaya bakıyoruz onlardan. Yeniden görebilmek için bazı güzellikleri, onları da alalım. Kuruçeşme sahilindedir şimdi onlar. Ânın içinde anı yaratmaya çalışıyorlardır yine. Hayatın türküsünü mırıldanıyorlardır tebessümleriyle. Anıları da güzel kendileri kadar.
Masalcımın gidişinden hemen sonraydı onların anı üretimine tanıklığım. Masallara yeniden inandım. Hem Ebru gözlerinde saydam bir bulutla gülümsediğinde hüznü yatışıyor insanın. Usulca bir ıslık çalar gibi gülümsüyor. Sevcan’ı bir o zaman kıskanmıştım galiba. Ebru gülümsemişti, incecik bir ışık deler gibi olmuştu Sevcan’ın içindeki bulutları. Sevcan derdini toparlayıp Ebru’nun omzuna koyuvermişti başını. Ben, birinin omzuna başımı koyduğumda onu rahatsız ettiğim hissinden kurtulamadım hiç. O yüzden Ebru da gelsin. Ne de olsa hayalimizde yaratıyoruz biz anıları, ânın içinde değil. Gerçeklerden biraz uzaklaşabiliriz.
Belki zamanda bir yolculuk yaparız sonra. Daldan dala zıplayan Çalıkuşu’nun ağırbaşlı Seyfettin Enişte’sini de alırız yanımıza. Hani kendi eniştelerim sayesinde hâlihazırda çok sevdiğim bir kelime olmasa, onu tanıyınca alırdım çok sevdiğim sözcükler listesine “enişte”yi. Öyle bir adam kendisi. Şefkatin kanlı canlı bir resmi. Gözlerinden usulcacık uzanan eller okşar derdimizin saçlarını. Hem sözleri öyle güzel ki, usulca üfler sızımıza, farkında olmadan sevmeye başlarız o sızıyı.
İsmail Abi’yi unutmadım elbette. Nasıl unutulur ki? Hani gözlerinden eller uzanan o diğer adam. O ellerle sımsıkı saran bizi, sessizce... Hepimiz toparlanınca, biz kalkıp gideceğiz ona. Ne olsa hepimiz beklemeyi bilen insanlarız. İsmail Abi’nin sahilinde bir ömür bekleriz onunla gerekirse. Erdal Bakkal’da içilir ama çay, biliriz onu da. İsmail Abi’yi yormayalım. Şairin dediği gibi, “bölünmesin derin bekleyişi”. Biz gideceğiz Kireçburnu sahiline. Gidip diyeceğiz ki ona, “O acı geçmiyor İsmail Abi. Ama bak, güzellikler de kalıyor bizimle. Onca zaman sonra. Farklı zaman dilimlerinde doğmuş hem de. Gerçek bile değillerken üstelik. Güzellikler de geçmiyor abi. Birikiyor yüreğimizde.”