13 Temmuz 2015: Dünyadaki en büyük profesyonel güreş federasyonu olan WWE’nin sahiplerinden Stephanie McMahon şirketteki divaların yozlaşmasından şikayetçi olduğu için duruma el koymaya karar verir. O geceki RAW şovunda ringe üç yeni çaylak diva çağırır. WWE’nin geliştirme federasyonu ya da kendi alt ligi diyebileceğimiz NXT’de son dönemde parlayan Charlotte Flair, Becky Lynch ve Sasha Banks’in katılımıyla Stephanie McMahon’ın Divalar Devrimi dediği bir süreç başlar.
3 Nisan 2016: 32. kez düzenlenen Wrestlemania şovunun esas maçlarından biri sekiz ay önce WWE kadrosuna katılmış üç diva arasındaki Divalar Şampiyonluğu Kemeri maçıdır. Sürpriz bir şekilde şovun başında bu maçın yeni dizayn edilen WWE Kadınlar Şampiyonluğu Kemeri maçı için yapılacağı duyurulur. O gece Charlotte Flair’ın bu yeni kemeri kazanmasıyla Divalar Şampiyonluğu Kemeri tarihe karışır. Tabii diva kavramı da. 13 Temmuz 2015’te başlayan Divalar Devrimi süreci, Kadınların Evrimi’ne dönüşür. WWE tıpkı erkek güreşçileri gibi kadın güreşçilerini de süperstar olarak tanımlamaya başlar. Bundan sonraki iki yıllık süreçte WWE içindeki kadınlar, daha önce hiç bulamadıkları fırsatları yakalarlar. Hell In A Cell, Royal Rumble, Money in the Bank gibi büyük WWE geleneklerine dahil olurlar, şovların kapanış maçında yer bulurlar ve daha bir sürü şey… Önümüzdeki iki yıllık süreçte dünyadaki en büyük profesyonel güreş şovu olan Wrestlemania’nın kapanış maçının kadınlar arasında olması hiç de düşük bir ihtimal değil.
Profesyonel güreş dünyasını takip edenler için yukarıdaki iki tarih ve yaşanan süreç hiç yabancı değil. WWE’nin gerek Stephanie McMahon’ın artık şirketin karar verici konumunu babasıyla iyiden iyiye paylaşması, gerekse tüm eğlence sektöründe feminizm hareketinin iyice yaygınlaşmasına ayak uydurma çabasıyla verdiği kararlar bütün sektörü etkiledi. ABD’deki en büyük independent federasyon olan Ring Of Honor, Kadınlar Şampiyonluğu kemeri çıkardı. WWE’nin bu yaz ikincisini yapacağı Mae Young Classic sayesinde dünyanın birçok yerinden kadın güreşçi ciddi anlamda görünürlük şansı elde etti. Bunun gibi bir sürü şey var. Ha bir de Netflix izleyicisi GLOW’la (Gorgeous Ladies of Wrestling/ Güreşin Muhteşem Kadınları) tanıştı.
GLOW’un, seksenlerde geçen öyküsüyle güreşte feminizm etkisini anlatma gibi bir derdi yok. Ancak yola çıkarken bu akımın etkisinden faydalanmak istediği de çok açık. GLOW iki sezonda 20 bölüm süren öyküsüyle sadece kadınlardan oluşan bir güreş şovunun izleyici üzerinde etki yaratma çabasını anlattı. 20 bölüm boyunca profesyonel güreşte hikâye anlatıcılığının ne derece önemli olduğunu, güreşçilerin birçok insanın düşündüğü gibi “soytarı” değil, dublör kullanamayan oyuncular olduğunu göz önüne serdi. Umarım biraz başarılı olabilmiştir.
Üç yıl önce olabilecek en basit şekilde profesyonel güreşin ne olduğunu anlatmaya çalışmıştım.(*) GLOW’da ilk sezon boyunca bu basitlikte bir anlatım gördük. Alison Brie’nin harikalar yarattığı Ruth başta olmak üzere bütün kadro ring karakterlerini oturtmaya çalışıyordu. Her şey vardı içinde. Kötü Rus ve kahraman Amerikalı vardı; seksi öğretmen fantezisi vardı, çılgın kurt kız vardı, o vardı, bu vardı. Günlük hayatlarında birbirleriyle büyük sorunları olsa da ringe çıktıklarında bunu aşıp adı gibi “profesyonel” bir iş çıkarmaya çalışıyorlardı. Tıpkı profesyonel güreşte örneğini defalarca gördüğümüz gibi. Çok fazla profesyonel güreşe dayalı konuşuyorum ama GLOW’u bundan ayrı değerlendirmem imkânsız.
GLOW’un ilk sezonu hazırlık aşamasını ne kadar basitçe anlatıyorsa ikinci sezonu bundan alabildiğine farklı oldu. İşin içine yayın zamanı ve reytingler girdi; başarılı olmuş isimlerin bunu ilerletme çabaları girdi, kısacası o dönemki profesyonel güreş ortamının tam bir tezahürü ortaya çıktı. Bir de iki esas kadın Ruth ve Debby’nin llk sezonda bile illallah getirtmiş erkek kavgasının yerini diğer karakterlerin hayatları alınca dizi tadından yenmez oldu. Sam’in yıllardır hayalini kurduğu filmin o yapamadan çekilmesi sonrasında hayal kırıklığını Justine için iyi bir baba olarak atlatmaya çalışması çok güzeldi örneğin. Arthie’nin sırf ten rengi ve görünüşü yüzünden terörist oynamamaya çalışması, Refah Kraliçesi’nin oğluyla yüzleşmesi, Cherry’nin set maceraları, Rhonda’nın sonu evliliğe uzanan sınır dışı edilme süreci… Yan hikâyelere yer bırakan Ruth-Debbie gerginliği çok daha az ama çok daha keskin sahneler sundu.
GLOW’u hep iyi anacak olsam da sonuyla hayal kırıklığı yarattığını söylemem gerek. Ruth’un 19 bölüm boyunca yaşadıklarından sonra bir anda peri masalına dönen son bölüm, peşinden atlı koşturur gibi bağlanan Ruth-Bash aşkı ve profesyonel güreş dünyasını o kadar iyi yansıttıktan sonra bu dünyada en çok görülen “telif haklarının etrafından dolanma” yolunu denemeden pes eden yapımcılar… Onca hayal kırıklığı içinde dahi bir güreşçinin yenilse de rezil olsa da televizyonda görünmenin kendisi için ne kadar önemli olduğunun işlenmesi gibi güzellikler vardı içinde. Hem yarattığı dünyanın detayları hem de Alison Brie’nin harika performansıyla GLOW’u her düşündüğümde gülümseyeceğim. Profesyonel güreşi seviyorsanız GLOW’u sevmemeniz mümkün değil. Güreşi sevmiyorsanız da mümkün değil ama siz bilirsiniz. :)
(*) Profesyonel güreş ne değildir?
MEHMET DİNLER