“Seni bir ömür boyu seveceğim”, “çoraplarımı kirli sepetine atacağım”, “hayatımın sonuna kadar sana bağlı kalacağım”, “diş macununu ortasından sıkmayacağım”, “komşunun kızını ya da marketteki kasiyeri sen arkanı döndüğün anda kesmeyeceğim”, “annem ve babamla oturup, arkandan seni çekiştirmeyeceğim”, “evde eşofmanla değil Victoria’s Secret kanatlarını takarak dolaşacağım”. Evliliklerin başında insan coşup böyle bir takım vaatlerde bulunabilir. Ancak hepimiz biliriz ki zamanla ilk günkü heyecanımız yitmeye, işler tavsamaya ve hatta tökezlemeye başlar.
Tom (Chris O'Dowd) ve Louise (Rosamund Pike) her hafta, aynı gün aynı yerde buluşuyorlar. Tom bira, Louise beyaz şarap içiyor. İçkilerini içip sohbet ettikten sonra birlikte evlilik terapistlerinin yolunu tutuyorlar. Her bir bölümü Londra’da bir pubda geçen dizinin süresi ise 10 dakika. Terapistin ofisini asla görmüyoruz. Tom ve Louise çok kafa bir çift, ilişkilerini Brexit ya da Kuzey İrlanda gibi metaforlar üzerinden tartışıyorlar.
Tom işsiz bir müzik eleştirmeni, karısı Louise ise yaşlı hastalar konusunda uzman bir doktor. Bu terapiste Louise’in evlilik dışı bir ilişki yaşaması üzerine Tom’un bu durumu hazmedememesi ve bir çare bulmak istediği için gidiyorlar. Ama Tom sorunlarını terapiste anlatırken yine de kendini tuhaf hissediyor, seksli konularda falan düpedüz utanıyor. Aslına bakarsanız her ikisi de ilişkileriyle ilgili sorunları konuşmamak için ellerinden geleni yapıyorlar. Bununla birlikte, iki ileri bir geri tavırlarıyla, bir türlü meselenin özüne inmemeleriyle nereden baksanız 15 yılı devirmişler.
İngiltere’nin yeni tatlılığı State of the Union, ünlü yazar Nick Hornby’nin kaleminden çıkan bir komedi. Bilmeyenler için özetleyeyim, Nick Hornby’nin olayı, ilişkiler, kariyer ve hızla değişen dünyaya tutunmakta zorlanan modern insanı anlatmak. Onu en çok daha sonra sinemaya da uyarlanan iki romanı High Fidelity ve About a Boy ile tanıyorsunuz. Nick Hornby, röportajlarında dizinin ikinci sezonunu da yazmak istediğini bu sefer farklı yaşta, daha farklı hayatlar süren iki kişiyi konu etmeyi düşündüğünü anlatıyor. 40’larındaki çocuklu çiftlerin ayrıldığını sonra iyileşip, kendilerine başka eşler bulduklarını ancak daha yaşlı çiftlerde tamamıyla farklı problemler yaşandığını ve belki daha farklı pişmanlıkların devreye girdiğini, yaşlandıkça tehlikelerin arttığını belirtiyor.
Kimse boşanmak için evlenmez ama moralinizi bozmak gibi olmasın, modern zamanlarda neredeyse her evlenen buna benzer bir deneyim yaşar. Bazıları bunun yeryüzünde bir tek kendi başına geldiğini düşünerek kendine ve etrafına dünyayı dar ederken, bazıları da olan bitene ve kendine gülmeyi tercih ediyor.
Bir zamanlar, ya da hala bazı yanlarını çok sevdiğiniz bir insanla para, mal-mülk, çocukların velayeti hakkında papaz olmuş olabilirsiniz. Diyelim ki fena halde kininizi, garezinizi kusmak istiyorsunuz, işte o zaman mizah çok işinize yarayabilir.
Çiftimiz Tom ve Louise’e dönecek olursak, aslına bakarsanız ikisi de ayrı ayrı çok iyi insanlar. Bu terapinin sonunda nereye varacaklar onu tüm bölümleri izlemediğim için bilmiyorum. (Eğer BBC iplayerdan izlerseniz 10 bölümü birden bir oturuşta böyle Woody Allen filmi izler gibi bitirebilirsiniz. Ama ben aralıklarla izliyorum.) Belki de birlikte olmamaları, hayatlarına yeni bir yön vermeleri lazım. Ama her halükarda onları tanımak ve hikâyelerine tanık olmak çok eğlenceli.
DEFNE AKMAN