İkon komedyenlerden elimizde çok yok: Yazan, yöneten, oynayan. Son gönlümüzü kaptırdığımız mesela ırz düşmanı çıktı, stoklar sınırlı. Ricky Gervais bu ikonlardan biri. Henüz hapse düşmüşlüğü veya birine pardösüsünün içini göstermişliği de yok, kısmet. Üstelik Ricky, Seinfeld’in bile tek şovla durduğu ikonlar durağında iki şovla birden bekleyen belki de tek yolcu. O, The Office ve Extras gibi mükemmele yakın iki dizinin yaratıcısı. Gervais şimdilerde Netflix için yarattığı After Life ile listeyi üçlemenin peşinde. Peki After Life bu mertebeyi hak ediyor mu? Pek sayılmaz.
After Life, karısı meme kanserinden öldükten sonra depresyonun dibine vuran Tony’nin (Ricky Gervais) hikayesini anlatıyor. Küçük bir kasaba gazetesinde editörlük yapan Tony, karısının emaneti köpeği ve Alzheimerlı babası da olmasa çoktan kendini öldürecek, uçurumun ucunda sallanıyor. Uçurumun verdiği bir özgürlük hissi de var ama: “nasıl olsa intihar yakın, nasıl istersem öyle davranırım, ne kadar istersem o kadar pisleşirim” özgürlüğü. Tony sonuna kadar kullanıyor bu bir nevi süper gücünü: iş arkadaşları, dostları (ki ları demek fazla, bir tane var), marketteki kasiyer, lokantadaki garson, karşısına çıkma gafletinde bulunan her canlı azarını yiyip oturuyor ve Tony’nin varoluşa dair derin fikirlerine maruz kalıyor. Tony hariç herkes çok aşırı salak ve hep aptal aptal sorular soruyorlar, aptal gibi şişmanlar ve geri zekâlı gibi Kevin Hart’ı seviyorlar ve hadsiz hadsiz “bana seks işçisi demen lazım” diyorlar. Tony kabul etmiyor tabii ki: “Fahişe, fahişe, fahişe!” Bize bir insana kendi seçtiği şekilde seslenmenin ne kadar aptalca olduğunu da, tanrıya inanmanın salaklığını da Rickymiz, pardon Tonymiz öğretiyor. O bu kasabanın en akıllısı, onun tweetleri en çok RTyi aldı tamam mı?
Tony After Life boyunca ölmüş karısı Lisa’nın ona bıraktığı videoları izliyor. Ama asla kadının ne iş yaptığını, nasıl bir insan olduğunu öğrenemiyoruz (Tıpkı hikâyenin esas kızı hemşirenin ismini hiç öğrenemediğimiz gibi). Öznesi kocası olmayan tek bir cümle bile kurmuyor Lisa. Diğer herkes gibi o da aslında Tony’nin ne kadar iyi ve komik bir insan olduğunu anlatmak için var olan bir uydu karakter. Varoluşu Tony’nin manasız eşek şakalarına gülmekten ibaret. Ölürken de en büyük endişesi: Bu Tony kendine nasıl bakacak? “Kumanda şurada, ah çamaşırlarını nasıl yıkayacaksın şimdi seni gidi işe yaramaz koca bebek?” tiratları sayesinde adamın üzüntüden elini işe süremeyen bir dul değil, normal hayatında da bütün ev işlerini karısına yaptıran sorumsuz bir gıcık olduğunu teyit etmiş oluyoruz. Bu arada Dudullu Postası tadında bir yerel gazetede çalışan Tony’nin neden etrafta küçük Watergateleri ben çözdüm havasında gezdiğini de anlayamıyoruz. Gazeteye gelen genç ve akıllı kadın stajyer neden buna hayran onu da çözemiyoruz. Adam bu dandik işle niye herkesten zengin ve deniz kıyısında muhteşem bir evde oturuyor ve sağa sola para saçıyor o ayrı; kendisiyle aynı kiloda olan arkadaşını neden şişko diye her dakika aşağılıyor o apayrı bir muamma. Ayna var mı ayna?
Tüm bu manasızlıklar Ricky Gervais tarihine bir göz atınca manalanıyor aslında. Şovlarını farklı konularda doktora tezlerine benzeten (Nobel isteyecek yakında hazır olun) Ricky’e göre After Life “şimdiye kadar yaptığı en iyi şey” ve her zerresinde kendisi var. Çekimlerin çoğunun yapıldığı mahallesi Hampstead’den hayvan sevgisine, ateistliğinden çocuksuzluğuna, kendi görüşlerinin hep en zeki ve doğrusu olduğuna dair sabit fikirliliğine ve hatta karısıyla olan ilişkisine kadar diziye ilmek ilmek işlenmiş Ricky Gervaiscilik. Ricky birçok röportajında otuz seneyi aşkındır birlikte olduğu kız arkadaşından bahsederken Jane birkaç günlüğüne seyahate gittiğinde evde hiçbir şeyin yerini veya nasıl çalıştığını bilmediği için nasıl kombisiz ve televizyonsuz aç biilaç kaldığını anlatır gülerek. O hikâyede Jane’i öldür, üstüne bir tutam göz yaşı koy al sana After Life.
After Life’ın mizanseni gibi mizahını da uzakta aramamak lazım. Dizinin mizahı Ricky’nin son yıllarda ucunu iyice açtığı ofansif komedinin bir yansıması zira. Altın Kürelerde aşırı zengin ve tasasız meşhurlara yönelttiğinde kaldırması eğlenceli olan bu mizah türü, Ricky’nin Derek, Special Correspondents, David Brent gibi işleri seyirciden istediği reaksiyonu alamadıkça keskinleşti ve kötücülleşti. Ricky son yıllarda yaşlanan asabi ünlüler kervanından Twitter’a “düştü” ve olabilecek en uç ve en aptal görüşü bulup ona haddini bildirme ve kendi zekasını kanıtlama yarışına girdi, ki After Life’da da bunu yaptığı sahneler çok. Daha da fenası bu trollüğe o kadar kendini kaptırdı ki tüm röportajlarında ve stand-uplarında dakikalarca Twitter’da yaptığı şakaları ve bu şakaların neden komik olduğunu anlatmaya başladı: “Üzerine şaka yapılamayacak konu yoktur, her şey şakaya bakar,” diyor Ricky, ki çok doğru. Ama problem Ricky’nin derdine düştüğü şakaların komik olmaması zaten. Doğumdan sonra kilo alıp tayt giyen şişko kadın, küçük bir kız çocuğunun çok çekici olması, iskambil kâğıdı sayamayan otizmli adam, oy vermemesi gereken averaj insan, maymuna benzeyen trans kadınlar, Bill Cosby’nin bile bayıltıp tecavüz etmeyeceği kadar yaşlı ve şişman kadınlar…Bu şakaların hiçbiri komik değil ve açıkçası “komedide fikir hürriyeti” başlığı altında savunulmayacak kadar vasıfsızlar.
Yazıp yönettiği ve başrolünü de kendisine ikram ettiği bir işte imzası haline gelmiş bir komedi stilini kullanmasında şaşılacak bir şey yok Gervais’in. Beğenen beğenir, beğenmeyen beğenmez. Sorun dizide bu mizah türünün yastan kalbi tetanozlaşmış bir insanın etrafına kustuğu kir-pas olarak betimlenmesinde ve sonrasında dizinin bir kefaret şova dönüşmesinde. Üstelik Ricky After Life’ın sonunu öyle yakışıklı bir duygu sömürüsüyle bağlıyor ki, dolan gözlerinizi silerken bu hafif riyakâr tuzağa düşmeniz işten bile değil. Canı acıdığı için can acıttığını keşfeden Tony kırdığı insanlardan özürler diliyor, intihardan vazgeçiyor ve hayatına çeki düzen veriyor. “Mutluluk öyle harika bir şey ki senin mi başkasının mı olduğunun bir önemi yok”; “umut her şeydir”, “iyi insanlar başka insanlar için bir şeyler yaparlar” gibi aforizmaların altına döşediği gitar sololarıyla konuyu bağlayıp canı mutlaka bir yerden yanmış ve bir şeylere, mesela sevdikleri bir komedi ikonuna tutunmak isteyen seyirciyi bağlayıveriyor.
Peki burada bir “a-ha!” anı yaşayan ve bu özürleri dileyen kim? Tony mi Ricky mi? Eğer Ricky komedisinde üstten bakan, garson azarlayan ve kendi zekasını yüceltmek için en korunmasız kurbanı seçen yoldan devam ederse, After Life çok başarılı bir seyirci manipülasyonu olarak kalmaktan öteye gidemeyecek. Yok eğer bundan sonra mizahını güçlüye doğrultur, bize iktidar, hırs, ait olma arzusu ve insan yavrusunun evrensel dertleri ve şapşallığıyla makarasını geçen ikon Ricky’yi geri getirirse, After Life kusurlarına rağmen büyük bir komedyenin günah çıkarması olarak tarihe geçecek. Başarı insanı sakinleştirir: Gervais de şimdilerde trollük kariyerine ara vermiş gibi gözüküyor ve sadece After Life’a gelen övgüleri tweetliyor. Bir yandan ikinci sezonu yazarken bir yandan da yine Netflix’de yayınlanacak stand up şovu Super Nature için turlamaya devam ediyor. Bekleyip göreceğiz. Ya dünde kalacak Ricky, ya yarına geçecek. After Life’ın notu da işte ancak o zaman verilecek.
BİNNAZ SAKTANBER