Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZEL
Don Draper, bildiğin 'ezik'!

Anne sorunlarından muzdarip Don Draper için aşağı inen asansör tekrar yükselir mi bilinmez.

Çok da önemsemiyormuş gibi davranmanın manası yok, ne kadar işin politikasından uzak durmaya çalışsak da ödül törenlerinden bahsetmek, sevdiğimiz yapımın sevmediğimizden niye daha çok hak ettiğini konuşmak, kimin ne giydiğini çekiştirmek, sunucuları eleştirmek içimize işlemiş bir kere.

2012 hariç her sezonuyla Altın Küre’ye aday olan Mad Men gibi bir televizyon efsanesinin niye bu sefer unutulduğunu tartışmamak ise televizyonun şanına yakışmaz. “Ama çok vasat bir sezondu!” diyenleri duyuyorum, peki öyle miydi gerçekten? Mad Men’le ilgili algımızın bir sezonda değişmesinin bambaşka bir sebebi mi var yoksa? O zaman arka plana The Cure’un Boys Don’t Cry’ını ya da daha yöresel hissediyorsanız Nilüfer’in Erkekler Ağlamaz’ını alıp tartışmaya başlayalım.

INFERNO (BELKİ DE İLAHİ KOMEDYA)
Ekonomik, sosyolojik, kültürel ya da daha tamamlayıcı bir yaklaşımla sınıfsal farklardan çok daha önemli bir ayrıştırıcı var tüm toplumlarda: Cinsiyet. Kapitalizmin ilk çağlarından beri eve ekmek getirmekle yükümlü güçlü erkek figürü, sömürü düzeninin içinde zehrini boşaltabileceği kadına karşı egemenliğini sistemin içinde meşru kıldığından bu yana belli dönüşümler oldu elbet. Sömürülecek başka bir kapı kalmadığında kadın da bu düzene o noktada dâhil oldu ama içimize işlemiş erkek üstünlüğünü hayatımızın her noktasında bize anlatan feodal kodların yıkılması da mümkün olmadı.

Biz de bu feodal kodlarımıza karşı gelip de dengemizi bozmasın diye ekranda sürekli bir güçlü erkek figürü isteği içindeyiz. Türkiye’deki bitmek bilmeyen “jön” arayışında adı geçen oyuncular da teoriyi kanıtlıyor: Yatak odası sesi dışında pek bir özelliği olmayan Engin Altan Düzyatan, hep idare ediyormuş gibi görünen Burak Özçivit, aşama kaydeden ama belli bir seviyeyi aşamayan Kıvanç Tatlıtuğ, aynı rolde sıkışıp kalmış gibi görünen Kenan İmirzalıoğlu televizyonlarda bize tek bir şey yansıtıyor; gücü yaratan güzellik.

Don Draper’ın da kafamızda iğrenç bir insan değil de her istediğini elde eden bir ‘rahatsız dahi’ye denk gelmesinin sebebi de bu kodlar elbet. Dizinin yaratıcısı Matthew Weiner, kendi şeytanlarından kurtulurcasına Don Draper’ın anne sorunlarına eğildikçe kafamızdaki yakışıklı, başarılı, karizmatik, seksi iş adamı algısı da yıkılıyor.

Kendi varlığını meşru kılan işinden uzaklaştırılan Don Draper’ı sevmiyoruz biz.

Aşırı derecede formülatif haliyle seyircinin zekâsıyla dalga geçen ve açıkça izlenmeyecek bir dizi olan House’un ödüller bağlamında sürekli ilgi görmesi de aynı kodlara işaret ediyor. Hugh Laurie’nin muazzam performansına dil uzatacak değilim ama 40 dakikanızı harcamaya değmeyecek bir dizinin başrol oyuncusunun yedi kez Altın Küre’ye aday olması da bize aynı şeyi anlatıyor: Bir erkek ekranda insanlarla alay ettikçe, yakışıklı göründükçe ne dizinin ne de karakterin kafamızdaki algısı “Bu nasıl dallama bir herif?” noktasına varamıyor, Gregory House kadar felaket bir insan evladı olsanız bile. Tam tersi hem Don Draper’ın hem de House’un rahatsız dahi halleri karakterlerin birer seks metasına dönüşmesine neden oluyor.

Benzer bir örnek de ekranımıza her adım attığında bize oyunculuk dersi veren Breaking Bad’in Walter White’ı Bryan Cranston üzerinden vücut buluyor. Ezik bir kimya öğretmeniyken kodlarımızı yıkabilmesi maharetiyle daha da ilgi çekici bir performans sergileyen Bryan Cranston’ın bir “kral”a dönüşemeden Altın Küre’ye aday gösterilmemesi tabularımızdan kurtulmak istemediğimiz bir konformizmin pençesinde olduğumuzu anlatıyor.

İKİ CİNSİYETİN HİKAYESİ
Heather Havrilesky’nin New York Times’ta değindiği üzere benzer dehadan muzdarip Homeland’in Carrie’si Claire Danes’in olağanüstü oyunculuğu ödüller bağlamında her zaman kabul edilse de kafamızdaki algısı itiraf edelim ki seksi bir kadından çok tımarhanelik bir deli. The Walking Dead’in Michonne’u ve Game of Thrones’un Brienne’i ise hem kurgusal toplumları hem de bizim için bir anomaliden ibaret.

Doğal olarak; yaptığı reklam beğenilmeyen, Ted tarafından uçakta rezil edilen, Peggy’nin canavar olmakla suçladığı, aşık olduğu kadın tarafından reddedilen, eski karısı tarafından tek gecelik ilişki için kullanılıp atılan, alkol bağımlısı olan, kızı tarafından hor görülen, evinin ortasında bayılan ve en sonunda da kendi varlığını meşru kılan işinden uzaklaştırılan Don Draper’ı sevmiyoruz biz. O Don Draper seksi-karizmatik falan değil, bildiğin ezik. Ezik Don Draper’lı Mad Men de bizi rahatsız ediyor sadece.

Bu sezon “adamın dibi” olmayı beceremeyen anne sorunlarından muzdarip Matthew Weiner ve Don Draper için aşağı inen o asansör tekrar yükselir mi bilinmez ama ayarlarımızla oynadığı sürece Mad Men’in bizden ilgi görmeyeceği kesin.

ETİKETLER : ekranella , mad men , Emmy , Aras Bayram
YORUMLAR




DİĞER HABERLER