Eskiden bir proje seyrederken, aldığımız keyfe bakardık. Şimdi izleyici olarak düşünürsek, televizyon başındayken dilimize “reyting” kelimesi de girdi. İzleyici artık merak ediyor. Seyrettiği şey, reyting alıyor mu? Bekliyor önce sekiz-on bölüm. Yayından kalkarsa hiç başlamayacak. Kalkmazsa, kaçırdığı bölümleri internetten seyredecek, internetten reklamsız ve bazı diziler için bipsiz seyretmek ona daha tatlı gelecek ve asla televizyonu tercih etmeyecek. En azından büyük çoğunluğu. Bu reyting korkusu, izleyiciyi ekrandan daha da uzaklaştıran bir şey. Ama kanalın veya yapım şirketinin bu korkusunun olması da kaçınılmaz.
Şikayet ederdik 90 dakika olmasından işlerin. Çok büyük bir istisna (sezon finali - final) olmadıkça bölümler 2014 yılının başlarına kadar 90 dakika civarında ilerliyordu ortalama olarak. Geçen seneden beri dizilerin yayından kalkma oranının artması, reyting kaygısının yükselmesi, farklı çözümlere ihtiyaç duyulduğunu gösterdi. Diziler bir anda 110 - 140 dakika oldu. Şimdiyse, tv8’de başlayacak olan Maral dizisi 90 dakika diye tanıtım yapılıyor, büyük bir olaymış gibi. Gelinen durum bu…
Sürelerin iyice artması ve dizilerin yayından kalkması gördüğümüz gibi birbirine paralel şeyler. Bu konulardan bahsetmeyi çok sevmiyorum normalde. Çünkü sosyal medyada falan bu işin uzmanları epey var. Artık herkes reyting uzmanı zaten:) O duruma da anlam veremeyen biri olarak, ben de onlar gibi olmayayım şimdi. Benim esas girmek istediğim konu, bu konularla alakalı olduğundan biraz giriş yapmak gerekliydi.
Kenan İmirzalıoğlu uzun zamandır gündeme getiriyor. “Dizi süreleri normal sürelere inene dek, keyifle çalışacağımız anlar geri dönene kadar, dizi yapmak istemiyorum! “ Adam haklı. Maddi açıdan düşünürsek de çok bir kaybı olmuyor. Medyadaki rakamları doğru kabul edersek, senede iki film yapsa, bir sezonluk diziden daha çok kazancı oluyor. Ki bir film yapmak bile gayet tatmin edici olacaktır onun için. Her neyse… İmirzalıoğlu’yla ilgili olarak Erhan Yazıcıoğlu’nun başını çektiği bir ekipte, tiyatro yapacak dendi zaten. Ne güzel olur…
Geçenlerde de Gökçe Bahadır açıklama yapmış, “Bir daha dizi yapmayı istemiyorum, tiyatroya devam edeceğim,” diye. Hatta oyunu da varmış Mete Horozoğlu ile. Mete Horozoğlu’nun da malum son iki senedeki iki işi de istenen sonucu alamayan şeyler. Ki hala ikisine de çok yazık olduğunu düşündüğüm işler… Aslı Enver’e bakıyorum. O da iki senede iki kez ofsayta düşmüş… O da özel bir tiyatro kuruluşunda, tıpkı iki senede iki kez ofsayta düşmüş başka bir arkadaşı olan Dolunay Soysert ile aynı sahnede yer aldığı oyunun çalışmalarına başlamış. Bu isimler daha çoğaltılabilir… Demek istediğim; ekranda istediği sonucu alamayan kişiler ve ekrandaki sürelerden memnun olmayan kişiler (ki memnun olan var mıdır? Ama ne yaparsın…) iyiden iyiye sinema ve tiyatroya geçiş yapmaya başladı. Bu durum bir yandan hoşuma gidiyor. Bayılırım ikisine de. Belki böylece biraz daha özgün şeyler çıkartırız, birbirinin kopyası haline gelen bir sürü yeniden yapım yerine. Senelerdir dizi yapmayan, kültür sanat hayatımızda sadece sinemayla yer alan Şener Şen bu günleri görmüş müydü ne?
Önümüzdeki beş yılda, özellikle tiyatroya doyacağımızı düşünüyorum. Ama biz Türk’üz…Her şeyi fazla yapmayı severiz, yemek yemeye de bayılırız! Fazla fazla yeriz, fazla fazla doymak isteriz. Şişmek, patlamak isteriz. Tiyatronun ya da sinemanın tadına çok bakıp, o alanlara çok yönelmek de çözüm değil. Bizde bir de şu vardır. Oyuncunun sinema reytingiyle ekran reytingi aynı değildir birkaç istisna dışında. Her türlü alanda arz - talep dengesini yakalamakta fayda var. İlacın fazlasının zehir olabileceğini unutmayalım…