Öyle yapmasaydım da böyle yapsaydım, sonuçları başka mı olurdu? Ben yine kendim mi olurdum? Okulu bitirdikten sonra paşa paşa kendi ülkeme dönmeseydim de başka bir yerde başka bir iş yapsaydım nasıl olurdu? İşyerinde bana hayatı dar eden despot müdürlere karşı koysaydım? Ya da çok beğendiğim ama hiç ilgilenmiyormuş numarası yaptığım o çocuğu öpüverseydim? Hatta daha ileri gideyim, buradakinin tıpkısının aynısı olan ama ufacık bir şeyi daha farklı yaptığımız, bunun sonucunda bambaşka bir hayat yaşadığımız bir evren var mı? Birçoğunuz gibi ben de gündüz gece fark etmeksizin böyle şeyler düşünen bir insanım.
Hayattaki en ilginç ve cazip konulardan biri gerçekliğimiz hakkında konuşmak. Yani evreni bildiğimiz kadarıyla deneyimliyoruz ama olan bitenin tek versiyonu bizim bildiğimiz gibi olmayabilir. Belki başka evrenler, kendimizin başka versiyonları, farklı geçmişler ve farklı sonuçlar da vardır.
“Seninle benim aramdaki fark, tek bir an, bir küçük hata, yanlış gitmiş bir küçük şeyden ibaret” Counterpart’taki rolüyle Emmy’e aday olan J.K. Simmons’ın canlandırdığı Howard Silk karakteri paralel evrendeki ikizine işte böyle sesleniyor.
Ne Hakkında?
Counterpart, Amerika’da Starz’da yayınlanan bir casus dizisi. Bu dizide, tehlikeli sırlar, işbirlikçiler, gizli ajanlar hepsi var. Ama aynı zamanda da bir bilim-kurgu dizisi. İnsanlar hayatlarını yeniden kurmaları için şans verildiğinde neler yapar, kimlik nedir, kaçırılmış fırsatların önemi gibi mevzulara temas ediyor. Dolayısıyla oldukça hüzünlü. Diğer yandan J.K. Simmons ve Olivia Wiliams başta olmak üzere olağanüstü oyunculuklar var, karakter merkezli bir dizi olduğunu da eklemem lazım.
Dizide genetik yapıları tıpatıp aynı ama yaradılış gereği birbirinden farklı karakterleri olan iki Howard Silk var, bunlardan ilki komadaki karısı Emily’yi (Olivia Williams) her gece hastanede ziyaret ederken bir demet çiçek götüren, silik bir bürokrat. Yıllardır bir takım mesajları bir başkasına iletiyor, bu işi neden yaptığını, neye hizmet ettiğini bilmiyor. Değil terfi etmek, ne için çalıştığını sorduğu zaman kimse ona yanıt vermeye bile tenezzül etmiyor. Diğer Howard Silk ise, müstehzi, acımasız, soğuk savaş hakkında son derece bilgili, özel becerilerle donatılmış bir casus. Birinci Howard Silk ne kadar ince, merhametli hatta gülünç denecek kadar safsa, ikinci Howard Silk ailesiyle mesafeli, soğuk ve umursamaz.
Olaylar ise Berlin’de geçiyor. Dünyanın aynısından bir başka tarafta da yapmışlar ancak işler umdukları gibi gitmemiş. Paralel dünyalar, ikinci dünyanın yaratılmasının ardından bir süre barış içinde yaşamış ardından politik ve sosyal olarak iki gerçeklik ortaya çıkmış, 30 yıl içinde giderek birbirinden farklılaşmış ve soğuk savaş başlamış. Diğer dünyaya Howard Silk’in çalıştığı teşkilatın altındaki bir gizli geçitten ulaşılıyor ve gidebilmek için saat bazında vize almak gerekiyor. Tepe yöneticiler dışında kimse bu tünelin neden olduğunu bilmiyor.
Ana kahramanlarımız ise, Ajan olan Howard’ın bir zanlının peşine düşerek birinci dünyaya geçmesi ve onu yakalayabilmek için bürokrat Howardmış gibi davranması gerektiği zaman karşılaşıyor ve tanışıyorlar. Her iki Howard da farklı seçimler yapmış ve bunların sonucunda farklı yolculuklara çıkmışlar. Dolayısıyla dizi boyunca birbirinin hayatlarına yönelik duydukları kıskançlıkları ve gücenmelere de tanık oluyoruz.
Doppelgänger vaziyetleri
Counterpart’da yalnız Howard’ın değil herkesin hayatları son derece farklı yönlerde gelişmiş ama genetik olarak birbirinin aynısı olduğu bir ikizi var. Bir karakterin bir versiyonu katilken, diğeri kemancı mesela. İlerledikçe yeni karakterlerin diziye eklenmesi yerine zaten bildiğimiz, tanıdığımız ya da o ana kadar tanıdığımızı sandığımız karakterlerin diğer versiyonlarını görüyoruz. Howard’ın komadaki karısı Emily (Olivia Williams) diğer dünyada bayaa canlı mesela. Dizinin en güzel yanlarından biri ise her bir karakterin kendinin diğer versiyonuna bakıp : “Ben nerede yanlış yaptım?” diye sorması. Çoğu casus hikâyesi kimseye güvenmeme fikri üzerine kurulu ama burada hiçbir şey net değil, hangi karakter gerçekten kendisi hangisi onun diğer dünyadaki versiyonu bir süre sonra ayırt etmek mümkün olmuyor.
Bu iki ayrı ülke, evren ya da dünya birbirinden ne istiyor, aralarındaki husumet neden kaynaklanıyor, niye böyle casusluk yapıyorlar, diğer tarafa geçip birilerini öldürüyorlar bununla da ilgili bir takım mevzular ortaya atılıyor – işte mesela taraflardan birinin 90larda grip salgını dolayısıyla nüfusunun çoğunun kaybedildiğini öğreniyoruz – ama esas merak ettiğimiz bunlar değil aslında. Soğuk, ruhsuz ve kasvetli mekanlar, klostrofobik sahneler, evrak işleri yapan insanlar, sistematik olarak düğmelere basanlar, iki dünya arasında gidip gelenler var. Neredeyse her parçanın bir zıttı mevcut. Dizinin jeneriğinde bile Howard’ın oynadığı Go’nun siyah-beyaz pullarının hareket ettiğini görüyoruz örneğin. Ama dediğim gibi, iki dünya arasındaki çatışma büyüyünce ne olduğunu anlamak giderek zorlaşıyor ve ortada yalnızca diğer dünyaya karşı duyulan korku ve paranoya kalıyor.
Farklı seçimler yapsaydık nerede olurduk? Gitmediğimiz yollardan gitsek yine aynı insan mı olurduk? Bunlar ağır sorular. Kişinin bilinçaltının en karanlık yanlarıyla yüz yüze gelmesi korkutucu bir şey. Counterpart işte bizi böyle uzun ve çetrefilli bir hesaplaşmaya davet ediyor; ailenin doğasından, kimliğimizi anıların mı oluşturduğuna, nezaket mi yeğdir yoksa hoyratlık mı gibi bir sürü konuya işaret ediyor.
Ne demek peki bunlar? Yeteri kadar tekrar olsa mevcut durumdan daha iyisini yakalayabilir miyiz mesela? Ya da olası tehlikeleri mümkün olduğu kadar görüp, elimizden gelen her yolu deneyerek, yaşamımızı anlamlı kılabiliriz mi demek? Bilemiyorum Altan. Ama en azından hayatın üzerinden silindir gibi geçtiği karakterlerin bir başka evrende eli maşalı, belalı tiplere dönüştüğünü görmek zevkli. Ayrıca J.K. Simmons bu rolüyle Emmy alabilir. 17 Eylül’e kadar vaktiniz var. Vaktinde yetişip izleyin bence, en azından arkadaş meclislerinde fırtına gibi esersiniz. Fena mı olur?
DEFNE AKMAN