Şimdilerde 1947 tarihli az bilinen Hollywood thriller’larından Nightmare Alley’nin yeniden çevirimi üzerinde çalışıyormuş. Filmde insanların kafalarına giren bir mentalist (güya zihin okuyan kimse, bizim new age ıvırzıvırlarının o zamanki ismi) bir çeteyle anlaşıp kurbanlarını yoluyor. Guillermo del Toro, özetten anladığım kadarıyla yeni filmde mentalist’i psikiyatrist yapmış. Teşbihte hata olmaz.
The Shape of Water/ Suyun Sesi yönetmeni Meksika doğumlu Guillermo Del Toro, bir çeşit mitik Amerika sever. Amerikan filmlerinden öğrendiği yirminci yüzyıl ortası bir Yeni Dünya’dır bu, bir pastiche… (Bu haliyle bana Örümcek Kadının Öpücüğü yazarı Arjantinli Manuel Puig’i de hatırlatır.) O Amerika yeni icatlar, tuhaf makineler, garip araştırmalar, Hollywood filmleriyle, çekici bir enerjiyle doludur, ama del Toro bu geride kalmış dünyada hep sistemin dışında kalan ‘yaratıklar’la ilgilenir. Hellboy dizilerindeki gibi dünyaya yanlışlıkla düşmüş şeytan yavruları, öfkelenince ateş saçan kızlar, sudan dünyasında zarif ve çaresiz süzülen amfibik yaratıklar… Onlar bu ‘bilimsel’ ve ‘rasyonel’ dünyanın toplumdışıları, asıl şevkat görmesi gerekenlerdir. Dikta dönemi Arjantin’inde geçen ünlü filmi Pan’ın Labirenti’nde, hayali öte dünyalı arkadaşlarıyla birlikte, hayalsiz, umutsuz, şevkatsiz bir dünyaya direnen babasız küçük kız gibi.
Suyun Sesi’nde Hellboy’daki yaratıklardan biri, zarif su yaratığı Abe Sapien’in bir akrabası başrolde; gene Abe Sapien’i canlandıran aktörün, Doug Jones’un canlandırdığı Amfibik Adam… Del Toro, herhalde ünlü B filmlerinden Creature from the Black Lagoon/ Kara Gölün Canavarı’nı görmüş, sevmiş. O filmdeki kalpsizliğin, açıktan açığa teşvik edilen ‘vurun canavara!’ mesajının ötesini sezmiş, canavarın karşılaştığı sevgisizliğin kendini alttan alta nasıl dayattığını hissetmiş olmalı. Del Toro’yu filmlerdeki canavarları seyrederken gözleri dolan sinema tiryakisi küçük bir oğlan çocuğu olarak gözümün önüne getirmek istiyorum.
Del Toro’nun hikayelerinde dünya ötesi canavarın evrende huzur bulması için, dünyalı yaratıklardan birinin sevgisi gerekir. Bu ikinciler de dünyayla anlaşıyor değillerdir. Ama canavarın kükrediği yerde onlar susarlar. Bu birşey anlamadıkları, dünyanın korkunçluğunu farketmediklerinden değildir. Tam tersine. Amfibik Adam’ın hapsedildiği laboratuardaki akil adamlar, canavarı incelemek, parçalamak için uğraşadursunlar, onun kükremesindeki acıyı tek duyan kişi, bilim merkezinin sağır dilsiz temizlikçisi Elisa olur.
Suyun Sesi’nde güzel olan, gerçek bir zaman kesitinin bir hayal, bir rüya, o rüyanın sisi ve dekoru ardından görülen, dileklerin gerçek olduğu bir yer olarak sunulması; dışarıda ekseriyetle yağmur yağmasını, sinemanın üzerindeki bir evde oturmayı, ev arkadaşınız orta yaşlı illüstratörün eşcinsel bir sanatçı olmasını, ara sıra onunla dans edebilmeyi, yavuklunuzun ortamı su ise bütün banyoyu (banyoyu!) suyla doldurup sevişmenin yapılabilir bir şey olduğunu hayal edebilir misiniz başka bir filmde? Bir de Elisa’nın boynundaki tanıdık bir şeyi andıran üst üste üç çizik var; neydi o, hay Allah bildiğimiz bir şeye benziyor ama, neydi onlar? Filmin sonunu bekleyelim…
Suyun Sesi’nde seyirciye hitap edeceğini düşündüğüm başka bir tatlılık var asıl. Canavarla Elisa’nın arasında duranlar, dünyayı değiştirmeye onlar kadar gücü yetmeyenler, ama gene de bu ihtimalden yana olanlar, yandan destek atanlar… Kamyon sürmeye ikna edilen bir arkadaş, mitik Amerika’nın meşhur kötü adamlarından bir Sovyet bilim adamı, Elisa işe gecikince onun için kart basmayı kendine iş edinen candan arkadaş, başkaları… Dünyayı değiştiremeyen çoğunluğun, dünyayı değiştirme umudunu akıllarının gerisinde hep tutmalarını sağlayacak hayali figürler, asıl ve belki de en önemlisi onlar…
A, bir de filmde bir kedi, bildiğimiz ev kedisi, canavara posta atma hatasına kalkışıyor. Sonuç üzücü. Ne yapalım, canavarla canavar arasında geçen her şeyi de insanlaştırmaya kalkışacak değiliz a.
FATİH ÖZGÜVEN
Künye:
The Shape of Water / Suyun Sesi (2017)
Yazar ve yönetmen:
Guillermo del Toro
Oyuncular: