Sonunda okulunuzdan, ödevinizden, işinizden, çocuğunuzun gereksinimlerinden, eşinizin yerli yersiz isteklerinden, sonu gelmeyen bilumum kredi ve taksit telefonlarından, arkadaşlarınızın mutsuz evliliklerine dair şikayetlerinden, anne babanızın azarlarından, karneye gelen kırık yüzünden yediğiniz dayaktan, ayna önünde geçirdiğiniz zamandan, yediğinizin önünüzde yemediğinizin arkanızda olduğu hayatınızdan, yan komşunuzun motora bağlamış çenesinden, sizi aldatan sevgiliniz ya da kocanızdan, her akşam TV karşısında geçen sıkıcı hayatınızdan, bir tane bile fazla takipçi kazanabilmek için yaptığınız planlardan, dağıttığınız paralardan, kurduğunuz Ali Cengiz oyunlarından, 15 dakikalık ün için yaptığınız fedakarlıklardan, ne yaparsanız yapın ne uzayan ne kısalan hayatınızdan bıktığınız bir anda o paha biçilmez mesaj gelir. Telefonunuz, neredeyse canınızdan çok ölümüne sevdiğiniz, rüyalarınızda kokladığınız-ellediğiniz-öptüğünüz, sizinle bir dakika geçirsin diye bir ömür verebileceğiniz, arkadaşı-dostu-sırdaşı olmak için delirdiğiniz, bir kere görürüm belki diye mahallesinden, kapısından, setinin yakınlarından geçmeye çalıştığınız hatta bazen kapısına bile dayandığınız, ailesine-arkadaşlarına bulaşmak için fırsatlar yarattığınız, adına şarkılar-şiirler yazdığınız O minnoş, O tatlış, O bir içim su, O dünya iyisi, O sultanınız, O prensiniz, O herkesten hatta ailesinden bile kıskandığınız, O her gün dualarınızdan eksilmeyen, O biricik ve tek insanın sosyal medya hesabında paylaşım yaptığını bildirir.
Sevinçten titreyen elleriniz, terleyen avuçlarınız, heyecandan uyuşan beyniniz, güm güm atan kalbiniz ve yüzünüzde endişeli ama aptalca bir gülümseme ile tuşlara uzanırsınız. Endişelisiniz, çünkü bazen siz O’nu bu kadar çok severken O, kalbinizin efendisi, gönlünüzün prensesi çok kötü olabiliyor, sizi kızdırıyor, sizinle inatlaşıyor, sözlerinizi kaale almıyor, isteklerinizi görmezden geliyor, sizin sinirlerinizi tepenize çıkarmak için elinden geleni ardına koymuyor, üstelik bütün bunları sizin O’na verdiğiniz değeri hiçe sayan bir umursamazlıkla davranıyor. Nasıl o adamı sever, nasıl o kadının elini tutar, nasıl bununla arkadaş olur, nasıl orada tatil yapar, nasıl o bayrağı görmezden gelir, nasıl o şehide sessiz kalır, nasıl onu kınamaz bunu kutlamaz, öyle durmaz böyle gülmez, orada olur burada olmaz, onunla dost olur bununla olmazdı? Neden o resim dün ya da yarın değil de bugün konmuştu? Neden o twit o konuda değil de bu konudaydı? Oysa kaç kere uyarmıştınız, kaç kere söylemiştiniz, bıkmadan usanmadan yazmıştınız?
Bak yapma üzüyorsun, kırıyorsun beni, bak sonra konuşmam, takip etmem, izlemem, bir daha yüzüne bakmam, sonra sen pişman olursun, geldiğin yeri unutma, ben istersem geldiğin yere geri gidersin, ben kimi istersem onu seveceksin, ben ne istersem onu yapacaksın, ben ne duymak istiyorsam onu yazacaksın, ben neyi görmek istiyorsam onu paylaşacaksın, seni ben yarattım, ben istediğim için varsın, ben yoksam sen de yoksun. Öyle ki, artık dilinizde tüy bitmiş, kaleminizde mürekkep tükenmiş, klavye tuşlarınız vurmaktan aşınmıştı. Dizinizi dövmekten eliniz, O’nu size karşı dolduranlara, yanında yöresinde sizin muhalefetine rağmen tuttuklarına AH’lar okumaktan diliniz şişmişti. Bütün korkularınız gözlerinizde, eliniz resmi açarken endişelerinizde haklıydınız. O ve çevresindekiler yine yapacaklarını yapmış, sizi kızdırmayı, üzmeyi, yok saymayı bir kez daha başarmışlardı. Yok olmuyordu ama demokrasilerde çare tükenmiyordu. O kutsal varlığınızı bir kez daha uyarmalı, gerekirse parmağınızı böyle gözüne gözüne sokmalı, sizin dostluğunuzun, sevginizin, varlığınızın önemini, büyüklüğünü, sizsiz bir hiç olacağını, çevresindekilerin onu kullandığını, gittiği yolun yol olmadığını, sürüden ayrılanı kurdun kapacağını ne pahasına olsa kavramasını sağlamalıydınız. Klavyeniz pala, kelimeleriniz taş olacak ve gerekirse sizin gibi hissetmediği, düşünmediği için itibarsızlaştırmayı da düstur edinecektiniz. Çünkü atalarımız ne demiş: “Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir; tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir .” Atalarınızdan da aldığınız güçle hazırdınız, herkesin ağzının payını verecektiniz de ama o da ne? Sevdiğiniz kişinin kapısı duvardı, bir tıkla hem de beklenmedik bir anda hayatının kapılarını sadece kapatmamış, üstüne bir de güzel bir kilit atmıştı. Maalesef ki, artık aradığınız kişiye ulaşılamıyordu! Kapıda, “şov bitti millet, bekleme yapmayın, artık dağılabilirsiniz!" yazıyordu.
Her gün bu ve benzeri senaryolar yeniden ve yeniden yaşanıyor sanal dünyada. Sosyal medyanın görünmezlik duvarları ardına çoğunlukla sahte kimliklerle saklanan sanal kitlelerin, özellikle takipçileri milyonlara ulaşan ünlü isimleri tacize varan bir hadsizlikle rahatsız ettiği ve çoğunun bu saldırılara sosyal medyayı kullanmaya son vererek cevap verdiği de biliniyordu. Bu sosyal medya platformlarından biri olan İnstagram fotoğrafları yoruma kapatma gibi şık bir özelliği kullanıma sokarak ünlü isimlerin eleştirilerine ve çağrılarına sessiz kalmadığını gösterdi. Uygulamanın bu özelliği şimdilik sadece onaylı hesaplarca kullanılabiliyor olsa da yakın bir zamanda herkesin kullanımına sunulacak.
Hiç şüphesiz ki, İnstagram’ın bu yeni özelliği sayesinde sosyal medya ağlarında bir rumuzun arkasına saklanıp bir başkasının hayatına, tercihlerine, değerlerine, fikirlerine, söylediklerine ve hatta söylemediklerine yönelik aşağılama, alay, tehdit, laf çakma, yıldırma ve sindirme yöntemlerinde vücut bulan bu saldırganlık ve hadsizlik hali engellenebilecek. Böylelikle özel hayatları dijital ortamda ölçüsüz bir şehvetle röntgenlenip ve sonra da bazen kan donduracak kadar katıksız bir sanal vahşete maruz bırakılan ve mahalleyi terk eden bir çok kişi tekrardan mahalleye geri dönecek.