Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZEL
Bodyguard: Madam Secretary ve yaralı oyuncak


“İngilizler bu işi çok iyi biliyor,” diye baştan özetleyerek konuyu burada finalize edebileceğim altı bölümlük BBC mini serisi
Bodyguard geçtiğimiz hafta son bölümünü yayınladı. Fikir ve uygulama olarak harika bir iş, bu yaz izlediğim bence tek kayda değer şey olan bu kısacık serüveni masaya yatırmak kaldı ardından.

Bu zamana kadar pek çok benzerini gördüğümüz, zaten önümüzde yine aynı isimli Whitney Houston ve Kevin Costner’lı büyük bir gişe filmi örneği olduğu için rahatça konusunu tahmin edip bu dizilerle dolu çöplükte kolayca es geçilebilir Bodyguard.

Ama geçmemek lazım.

Çünkü İngilizler bu küçük fikri tırnak yediren bir politik gerilime döndürmeyi başarmışlar. Üstelik Netflix’in (yani İllüminati’nin) hayatımıza soktuğu ve aslında hayatımızı mahvettiği 13 bölümü aynı anda verip, bir sezonu toptan izletmek deliliğine de girmeden, eski usül her hafta bir bölüm yayınlayarak yaptı bunu.

Bodyguard, İngiltere içişleri bakanı Julia Montague’yle (Keeley Hawes) onun yakın korumalığına atanan savaş gazisi David Budd’ın ilişkisini anlatıyor. David Budd’ı ise, Game of Thrones’daki Stark kardeşlerin en kanlı öldürülenlerinden Robb Stark’ı canlandıran Richard Madden oynuyor.

İkilinin ilişkisinin nereye gideceğini tahmin etmek çok zor değil. Evet, yatıyorlar. Yani seks var. Hem de daha ikinci bölümde. Bu bir spoiler değil bence çünkü zaten bunu baştan tahmin edebiliriz. Bizim Bodyguard’ımızda durumu diğerlerinden farklı kılan şey ise seks değil.

Diziyi diğerlerinden ayıran şey bence yaratıcısı (Jed Mercurio) ve yazı ekibinin bu iki ana karaktere bir geçmiş ve geçmişden gelen hikaye örgüsü kurarak olayı çok daha komplike bir hale getirmeleri.

Dizi bu iki ana karakteri seks ve aşk gibi iki geçici duygu üzerinden hikayeye eklemek yerine geçmişlerindeki travmaları, gelecekteki hayalleri, hırsları ve zaafları üzerinden bağlayarak onları bir gerilim çukuruna atıyor.

David Budd, Afganistan’da savaşmış ve o günlerden kalmış yaraları hem beyninde hem de sırtında taşıyan, Afganistan’dan neredeyse paramparça dönmüş eski bir asker. Post travmatik sendrom geçiriyor, bir öfke kontrol sorunu olduğu çok açık, bu yüzden karısıyla boşanmış, iki çocuğunu ise ara sıra görebiliyor.

Ama mükemmel bir asker. İngiliz Polis Teşkilatı’nda çavuş olarak görev yapıyor. Diziye de zaten Budd’ın ne kadar harika bir asker olduğunu anlayarak başlıyoruz. Herkesin bayıldığı ama benim altı bölümün genel tansiyonuna göre biraz fazla uzun bulduğum bir sahneyle, David Budd’ın çocuklarını analarına götürürken beraber bindikleri trende bir kadın teröristi etkisiz hale getirmesiyle başlıyor Bodyguard.

Bu başarısının ardından da polis teşkilatı Budd’ı ‘Madam Secretary’ Julia Montague’nün yakın koruması ve koruma ekibinin başı olarak görevlendiriyor.

Julia ise politik lağım çukurunun tam ortasında, boşanmış, hırslı, aşırı çalışkan bir içişleri bakanı. Biraz kafa koparan ve acımasız bir kadın. Var olduğu ortam onu epey sertleştirmiş, duygularını sanki bir maskenin arkasında saklıyor gibi.

Budd’ın engellediği tren suikastı ikisini ve tüm genel dramayı bağlayan şey oluyor. Hem David Budd Julia’nın yanında çalışmaya başlıyor, hem de Julia polisin yetkisini azaltıp kendisine daha bağlı istihbaratın yetkisini maksimum düzeye çıkaracak, bir terör saldırısı öncesi güvenlik sebebiyle İngiltere vatandaşlarının özel hayatlarına, dijital hesaplarına ulaşacakları bir tasarıyı parlamentodan geçirmek için harekete geçiyor.

İstihbarat Julia’dan yana, başbakan onun karşısında, polis onu tehlikeli bir politikacı olarak görüyor, siyasi rakipleri ve halk ise bu tasarıyı özel hayata müdahale olarak görüp ortalığı ayağa kaldırıyor. Ama Julia işe başlamış artık ve sonuna kadar gitmeye de kararlı.

Bu sırada Londra ise terör tehditlerinin göbeğinde. Üstelik David Budd yakın korumalığa başlamadan önce yaptığı araştırmada müstakbel patronunun Afganistan’a giden bütün askeri harekatlarda, operasyonlarda oyunu hep askeri harekatlardan yana kullandığını görüyor. Yani aslında David Budd’ı o noktaya getiren, parçalatan, ailesinden ayıran ve problemli bir erkek yapan şey bir anda, koruyacağı içişleri bakanında vücut buluyor.

Bir anda koruyan-korunan, av-avcı aynı insan oluyor.

Ve en harika anda seks geliyor. Cinsel gerilim ilk bölümde dozunda veriliyor, tepkisizlikle başlıyor. İkinci bölümde ise harika bir suikast sahnesinin hemen ardından patlıyor, karakterleri yatağa atıyor. Arabanın içinde gerçekleşen suikast girişiminin epik olduğunu düşünüyorum. Çok iyi çekilmiş ve çok klostrofobik bir atmosfer yaşatıyorlar aynı anda. Kim olduğunu bilmediğimiz bir kör nişancı şoförün kafasını patlatıyor ve içişleri bakanı arabanın içinde, sıçrayan kanlara bulanmış, çığlık çığlığa... Yakın koruması David Budd’la eleleler ama kadın korkudan dehşete kesmiş. Budd onu oradan çıkarmayı başarıyor. Julia şok içinde, travmayı atlatamadığı çok belli, tüm gücünü yitirmiş ve korunmaya muhtaç bir hale gelmiş, aynı otelde aralarında birbirine açılan bir kapının olduğu yan yana odalarda kalıyorlar. Julia’nın harikulade “Ben kraliçe değilim. Bana dokunabilirsin,” repliğiyle koruyan ve korunan bu sefer bedensel olarak da birleşiyor.

Julia çok güzel bir kadın değil. Hoş... Ama bangable değil kesinlikle. David Budd’dan yaşça büyük ve çok güçlü bir figür. O içişleri bakanı ve koynunda onu koruyacak yaralı bir oyuncak asker var. Hem de aslında kendi hırsının yaraladığı bir asker.

Üstelik o askerin yani David Budd’ın kafası gittikçe karışıyor. O cephede de roller hızla değişiyor. Duygusal bir durum dikkatini her an dağıtabilir, obsesifçe tutkun olduğu işini iyi yapamayabilir, böylece hem aşığını, hem patronunu, hem de içişleri bakanını öldürtebilecek bir noktaya gelebilir. Üstelik suikastçı David Budd’ın da tanıdığı eski bir asker çıkıyor. Buralarda artık entrika iyice tırmanmaya başlıyor ve David Budd’ı hem koruma hem de aynı zamanda tehlikeyi oluşturan biri haline getiriyor. Julia için katiliyle aşığı aynı adam oluyor.

Julia’nın politik yükselişi sürerken çalıştığı polis teşkilatı da Budd’dan Julia’yı dinlemesini ve gelişmeleri ona rapor etmesini istiyor. Böylece David hem aşığına çalışan bir koruma, hem de onu yerinden edebilecek bir ajan oluyor. Ve harika sahnelerle süslüyorlar bu kedi - fare, aşık - katil oyununu. Gittikçe birbirlerine yakınlaşmaya başlayan içişleri bakanı ve koruması birbirlerinden ayrılır ayrılmaz yan odaya geçen David Budd kulaklıklarını takıp onu dinlemeye başlıyor mesela.

Alan ve atmosfer kullanımı harika işliyor dizide. Üçüncü bölümün sonunda ise artık söylersem spoiler olacak bir hamle yapılıyor ve şok içinde kalıyoruz. Çünkü daha üç bölüm var, nasıl olabilir bu? Bu hamlenin harika olduğunu ama ondan sonra dizinin biraz entrikasını kaybettiğini düşünüyorum. Şahsi fikrim bu yönde ama nereye ulaşacaklarını görmek için sonuna kadar gözümü kırpmadan izledim elbette.

Başroldeki ikili arasında güzellik ve güç dengesi çok iyi tutturulmuş. İşinde bu kadar profesyonel iki insanın arzularına ve duygularına yenik düşüp birbirlerine karşı koyamamalarını çok iyi anlıyorsunuz. Richard Madden yaralı oyuncak David Budd’la tüm o gerilimleri, karakter geçişlerini çok iyi veriyor. Ve çok seksi. İzlerken ıslandım diyebilirim. Tek başına götürüyor bütün işi.

Hazır yeri gelmişken fikrimi belirteyim, İngiliz (İskoç) aksanı şahane bir şey. O da ayrı bir ıslatıyor. Ve başta da dediğim gibi İngilizler bu işi çok iyi biliyor. Hem komedilerinin hem de dramalarının hastasıyım. Ama Amerikalılar da malın iyisinden çok iyi anlıyor. Çünkü House of Cards entrikalarıyla birleşen bu altı bölümlük soap operanın haklarını çoktan satın aldılar.

Bana sorarsanız, boşuna beklemeyin ve İngiliz aksanlı halini izleyin derim. Onun daha ıslak, daha sert ve kesinlikle daha güçlü olacağından eminim.

 

YİĞİT KARAAHMET



YORUMLAR




DİĞER HABERLER