Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZEL
Black Mirror’dan geliyor: Senin aklını alırım!

Durduk yerde sinirlerinizi bozmak mı istiyorsunuz? Rahat huzur size batıyor mu? Teknoloji, dijital ortamlar içinize şüphe tohumları mı ekiyor? İşte ilacınız burada. Teknolojinin geleceği ve bizler üzerindeki etkilerini ortalığı karıştıracak fikirler ve çoğu zaman insanı hayata küstüren hikâyelerle anlatan Black Mirror’ın dördüncü sezonu Netflix’de bugün başlıyor. Varoluşsal endişeler dizide yine yerli yerinde olmakla birlikte, belki de bu sefer en anlaşılır biçimde aktarılıyor.

Bütün dizi böyle, ille milletin kafasını matkap gibi bir şeyle delecekler aklını alacaklar.

Siyah-beyaz televizyon, pikap, makaralı teyp, CD çalar, betamax, VHS, lazer disk, faks ve hatta teleksi bilerek ve hızla yerlerini yeni teknolojilerin aldığını görerek yetişen bir nesilden geldiğim için dizinin yaratıcısı ve yazarı Charlie Brooker’ın eşelediği teknoloji paranoyası beni çok etkiliyor.

Black Mirror’ın en çok değindiği konulardan biri bellek ve şu kısıtlı ömrümüz boyunca ardımızda bıraktıklarımız. Aslında birbirimiz hakkında çok az şey biliyoruz çünkü. Peki, başkaları bizi nasıl hatırlayacak, geriye ne bırakacağız? İşte Black Mirror bu konuları son derece önemsiyor ama merak etmeyin sorularınızı Nihat Hatipoğlu gibi cevaplamıyor. Bu dünyada bellek bir yerden bir yere aktarılabiliyor. Silinen anılar ise ciddi sorunlara yol açabiliyor.

Sonra böyle şakağına somun cıvata gibi bir şey tutturacaklar.

Altı bölümlük dizinin beş bölümünü de yazan, bir tek USS Calister bölümünü William Bridges ile birlikte çalışan Charlie Brooker özetle insanların belleklerinin/beyinlerinin kendileri tarafından kontrol edilemedikleri bir sisteme yüklenmeleri fikrine takılmış. Şu anda önümüzde sayısız seçenek olduğunu, kendi dünyamızı kontrol edebileceğimizi düşünüyoruz ama ya öyle değilse? Ya belleğimizi alıp bir başka yere yüklerlerse ve olan bitenin üzerinde hiçbir söz hakkımız yoksa? Ya başkasının insafına kaldıysak? Tüm bunlar olurken bilincimiz de açıksa? Kendinize kâbuslardan kâbus beğenin.

Gelelim bölümlere. Dizinin tadını siz de benim gibi çıkarabilin diye fazla detaylara girmeden anlatmaya çalışacağım.

Bu sezonda da yüz üstüne çıkarılan anılar var, Nick Cave’in kankası Avustralyalı yönetmen John Hillcoat’un elinden çıkma Crocodile bunun hakkında. Sonra kendi kafamızı yormamak, fazla uğraşmamak için kaderimizi başkalarının kontrolüne teslim etmek var; Hang the DJ. Manitacılık aplikasyonlarını kullananlar bu bölümü sevecekler. Ya her ilişkinizin ne kadar sürmesi gerektiği size bildirilse ne yapardınız? Bundan sonra birilerinin fotoğraflarını her sağa sola kaydırdığınızda bu bölüm aklınıza gelecek eminim!

Kafanızı yandan vidalamıyorsak o zaman böyle ışıklı kablolu bir şeyler verelim?

Yönetmenliğini David Slade’in üstlendiği, Maxine Peake’in oynadığı, droneların mal taşımak için değil de depoların özel güvenliğini sağlamak için kullanıldığında, makineler küçüldüğünde neler olduğunu anlatan; siyah-beyaz Metalhead ise bildiğiniz korku filmi.

Dördüncü sezonun en sinir bozucu bölümü ise Black Museum. Üç hikâyenin bir arada anlatıldığı bölümde çölün ortasında özel bir müzeye girip her biri bir cinayetin parçası olan çeşitli teknolojilerle tanışıyoruz. Denekler üzerinde tehlikeli bilinç deneyleri yapan canavar şirketler işte tam burada. Diyelim ki başkalarının acılarını, hislerini iletebilen bir cihaz var, peki bunu kullandıktan sonra kendi gerçekliğimizin ayırdına nasıl varacağız? Ya da mesela sizi bir oyuncak ayıya yükleseler ve sadece iki cümle konuşma hakkınız olsa. Konuşamıyorsunuz, hiçbir şey yapamıyorsunuz ama çok tatlısınız. Ya da evinizdeki oyuncağınız aslında bir canlı olsa ve onu yeteri kadar sevmediğiniz için sizden nefret etse?

Yeni sezonda Star Trek’i hatırlatan uzay maceraları da var. USS Callister’ı seyrettikten sonra belki iş yerindeki arkadaşlarınıza daha doğru davranmayı ve etrafınızdakileri arada takdir etmeyi düşünebilirsiniz.

Shell Rotella 20, 50 kaptan bu bizim yağımız değil mi? İşyerinde çalışma arkadaşlarınıza gıcıklık yapmayın, kimin gemisine bineceğiniz belli olmaz. Benden söylemesi.

Sanırım içlerinde beni en çok etkileyen Jodie Foster’ın yönetmenliğini üstlendiği, bir annenin çocuğunu korumak için neler yapabileceğini konu alan Arkangel oldu (ilk fotoğraf). Önce sevdiklerimizi tehlikelerden sakınmak için teknolojiden faydalanmak şahane bir fikir gibi görünürken, sonra öyle olmadığı ortaya çıkıyor. Eğer bu sezonu daha gençken izleseydim, zihinlerin okunması, kontrol edilmesi, hayatımızda hiçbir özgür seçim şansı kalmaması fikrine şiddetle karşı çıkabilir, “Hayır efendim, siz ne hakla?” diyebilirdim. Hâlbuki şimdi üzülerek benim de hikayelerdeki o denetçilerden, karar vericilerden ve işbirlikçilerden çok farkım olmadığını görüyorum.

Black Mirror tıpkı önceki sezonlarda olduğu gibi dördüncü sezonunda da en büyük kâbusları ve gelecek umutlarını bir arada sunuyor. Aşk, ebeveynlik, güven gibi duygusal konulara da giriyor. Bölümlerin belki çok azı mutlu sonla bitse de bizi çıkardığı yolculuk yorucu ve ilginç. Yine de önceki sezonlara oranla daha iyimser olduğunu söyleyebilirim.

DEFNE AKMAN

 

YORUMLAR




DİĞER HABERLER