Az önce Penguen’in son sayısını okudum. Kapaktan, en arkaya, Komikaze’ye kadar. Her yazarla, çizerle vedalaştım tek tek. Vedalar dünyadaki en kötü şey. 10 yıldır sürekli görüştüğün bir arkadaşa veda etmek zor. Geçmişine veda etmek zor. Ama en çok da hayatındaki mizahın önemli bir parçasına veda etmek. Çok zor çok. Bugün Baba Candır’a da veda ediyorum. İkisinin üst üste gelmesi mizaha bu kadar ihtiyacımız olan günlerde kaldıramayacağımız bir yük.
Baba Candır’la Penguen’i bir tutmuyorum elbette. Bir kere o kadar uzun bir geçmişimiz yok diziyle. Diziyi ilk kez izleyip sevdiğimden beri iki yıl olmamış daha. Ama n’olursa olsun bir arkadaşına veda etmek zor. Baba Candır benim için en iyi arkadaşlarımdan farksızdı. Her bölümünü gününde izlediğimi söyleyemeyeceğim, bazen dört--beş bölüm biriktiği zamanlar bile oldu. Pazar’dı çünkü. Maç oluyordu, dış görev oluyordu, Pazartesi sendromu başlamış oluyordu. Dizi izlemek için haftanın en kötü günündeydi, ama izletti işte. Her görüştüğünde aynı muhabbetle devam ettiğiniz çocukluk arkadaşlarınız olur ya hani, öyle bir ilişkiydi bizimkisi. Zaman azdı, sınırlıydı ve anlatacak çok şey vardı. Çok şey anlattı bana sağ olsun. Bölümleri izlerken Twitter’a doğru düzgün girmezdim bile. Arkadaşınız yanınızdaysa telefona ihtiyaç duymazsınız.
Zaman kısıtlıydı derken dalga geçmiyorum. Hayatını idame ettirebilmek için bu sektörde çile çeken herkese selam olsun, saygılar gelsin ama konu Baba Candır olunca bir bölümün bana yetmediği çok sefer hatırlıyorum. Biliyorum ki bu kadar uzun çekmek zordu, bir yerden sonra konu bitti, espri bitti, eski muhabbetler kendi yarı sahasında top çevirmeye başladı. Üzüldüğüm de bu zaten. Başka bir zamanda tanışmalıydık. Yıllarca süren bir tarihimiz olmalıydı. Arkadaşlığımız yıllarca devam edecek elbette. Canımın en sıkkın olduğu günlerde arkadaşlığına sığınacağım 66 bölüm var artık geride.
İkinci sezonda bozduğu gibi bir düşünce var. İlk sezonu o kadar özel bir noktadaydı ki zaten bozmak zorundaydı. Bunu, bu tempoda sürdürmek ancak robotların yapabileceği bir şeydi ve robotlar mizahtan anlamazdı. Baba Candır’ın hayatımıza soktuğu mizah duygusu, kötüsü yapıldığında asla çekilmeyen, iyisini yapmanın da çok zor olduğu tarzdaydı. Çok da özlemiştim o duyguyu. Aile komedisi diyerek başladığım yolda, 66. bölümün sonunda absürtlüğün en tepe noktasındalar. Shameless uyarlaması için “Lan o baba nasıl olacak?” soruları soruluyor ya Yufkacı Salih olduysa o da olur. Bu kadar normal görünen, bu kadar toplumsal mesaj kaygısı güden bir karakterin bu kadar absürt olabilmesi gerçekten çok absürt.
Tava Nermin daha absürt aslında ama işte onun var oluşu normal. Tava anormal sadece. Muazzam bir detay. Sadece tava değil da değil aslında Nermin Hala, evdeki her eşyayla absürt bir ilişkiye sahipti. Her şeyi üretim amacından çok daha faydalı şekilde kullanabilirdi. Bir gün sıcak su torbasıyla tokat atarak uyandırabilir mesela beni. Sonra menemeni koyar masaya. O menemenle uyuşturup, bütün hayatımı kendi emelleri için çekip çevirebilir. Yapar yani, olur öyle. Tava Nermin iyi ki vardı, var olacak.
Ceylan ve Emrecan, her şeyi başlatan ikilimiz. Çok gereksiz dramalara bağladılar ama onda da komik oldular bir şekilde. Artık üç çocukları var. Deliydiler, çocuklarla uğraşırken iyice delirecekler. Birbirleriyle uğraşırlarken biraz daha delirecekler, birbirlerini de biraz daha sevecekler.
Haluk ve Ece olduklarından daha deli olamayacakları için, işler terse dönecek, ufaklığı delirtecekler. Ece’nin “Halukcum ne yapıyorsun”larının yerini birkaç seneye kadar “Babacım ne yapıyorsun” alacak. Ufaklık şirkete tahtla gide gele sonunda uyum sağlayacak ailesine, babasına. Daha birinci sınıfın birinci günü öğretmeni velisini okula çağıracak, sonra da çağırdığına pişman olacak. Çünkü Haluk ve Ece Güney... Neyse dünyanın en sıkıcı komedi çifti olmaktan iyidir. Egemen’le Aslı gibi... Onların çocuk kesin hukuk okuyacak. Bu ülkede ne gerek- yok bunun yeri bu değildi.
Bahsi geçecek çok fazla karakter var, gözümüzün önünde canlanan. Genci, yaşlısı, sekreteri, patronu, genç kızların yakışıklısı, platoniği... Diğerleri hakkında da anlatacak çok şey. İyi bir arkadaşlığı yazıya dökmek ne kadar zorsa, yazı asla yeterli gelmeyeceği için anlamsızsa, Baba Candır’ı kelimelere sığdırmaya çalışmak da o derece zor, o derece anlamsız. Tayfun Güneyer’den başlayarak, emeği geçen tüm yönetmenlere, en düşük rütbeli asistana kadar set ekibine, Settar Tanrıöğen’den bir bölümlük figüranlara kadar herkese (Yani ilk sezonu boyunca kanalın bayrak taşıyıcılarından olan diziye yapmadığını bırakmayan, yayınlanacağı gün sezonun açılış bölümü bir hafta erteleyen, reytingleri batmamışken son beş bölüm deyip bir de o bölümleri Perşembe 22.00’da falan yayınlamaya kalkan, finalini bir önceki bölümden ancak üç hafta sonra yaptıran, Baba Candır ekibine ve ailesine zerre saygı göstermeyen TRT dışında herkese) en içten dileklerimle teşekkür. Hayatımıza mizah kattınız.