Leaving Neverland bende, izleyen herkes gibi Michael Jackson’a karşı bir nefret uyandırmadı. Belki de hiç bir zaman manyak bir M.J. fan’ı olmadığım içindir, bilemiyorum. Aynı zamanda yine herkes gibi aşırı abartılı tepkiler verip izlerken fenalaşıp, iki bölüm toplam dört saat olan belgeseli günlere yayıp da izlemedim. İki günde bitti. Bu da belki de sulu detaylara olan önleyemediğim merakımdan olabilir. Arada bir ürpermedim diyemem ama kusup bayılmadım, öyle söyleyeyim. Toplumun geri kalanıyla birleştiğim bir yer oldu ama, tuhaf bir etkisi olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Belgeseli izleyen herkes bitirdikten sonra o yıllara tekrar dönmek ve davanın tüm ayrıntılarını öğrenmek için büyük bir merak duyduğunu söylüyor. Bitirdikten sonra davaya dair neler bulduysam ben de okudum. Yetmiyor galiba öğrendiklerimiz. Gözümüzden kaçanlara bir kere daha bakıp kendi hesaplaşmamızı yapmak ve haklı çıkmak istiyoruz sanki.
Leaving Neverland aile kavramının karanlığını ve aile adı verdiğimiz çatı altında bir araya gelen insanların aslında garip sarmallarla örülmüş bir tür menfaat ilişkisi içinde olduğunu gösterdi bana. Bence tüm o çocukların terk ettiği şey Neverland değil aslında aile evleri bir şekilde. Hem bir zamanlar çocuk oldukları evlere hem de artık birer baba oldukları evlere veda ediyorlar.
Leaving Neverland çocuklukları Michael Jackson’la geçmiş Wade Robson ve Jimmy Safechuck’ın tanıklığına, annelerinin, şimdiki karılarının ve bir kaç aile üyesinin uzun söyleşilerine ve arşiv görüntülerine dayanıyor. Tarafsızlık ilkesinden ya da objektiflikten baştan vazgeçerek bu işe girmişler. Hedeflenen tek bir şey var o da Jackson’ın ölümünün ardından onun bir çocuk tacizcisi olduğunu kamuoyuna duyurmak. Bundan da zaten son derece eminler sadece bunu anlatarak ispat etmek istiyorlar. Ve amaçlarına da ulaştılar bir şekilde. Leaving Neverland toplumsal bir histeriye döndü ve son zamanın en çok konuşulan işi oldu.
Belgeselin ilk bölümü sadece çocukların anılarına dayanıyor. Ve esas sarsıcı olan şey de bu ilk bölüm. Tanıklar Michael Jackson’la ilk tanışmalarından yatağa uzanan hikayeyi en ufak ayrıntısına kadar anlatıyor. Seyretmesi zor olan her şey burada. Amaçlanan şok etkisi bu bölümde kolayca yaratılmış. Özellikle Safechuck’ın Jackson’ın evinde seks yaptığı yerleri anlattığı bölüm bence çok etkileyici. Tek tek nerede suistimale uğradığını olay mahallini gezdirir gibi anlatıyor. Neverland’deki, otellerdeki, evlerdeki odaları anlatıyor ve arşivden bu mekanların görüntülerinin üstüne sesi biniyor. Burada bir ürpermedim değil açıkçası.
İkinci bölümde ise Jackson’ın yargılanma sürecine ve mahkeme bölümüne geçiyoruz. Burada belgeselin tek amacı bizi çocukların yıllar sonra neden konuştuğuna dair ikna etmeye çalışmak oluyor. Çünkü hem Robson hem de Safechuck, Jackson hayattayken ona karşı açılan istismar davalarında Jackson’ın tacizci olmadığına dair tanıklık etmişler. Hatta ikinci kere açılan davada Safechuck artık konuşmak istemese de Robson yine Michael Jackson tarafını savunuyor.
Ölümünün ardından konuşmalarını haklı bir zemine oturtmaya çalışmalarının sebebi olarak da defalarca tacizin ardından geçirdikleri travma gösteriliyor.
İkili ancak Jackson öldükten ve kendileri de baba olduktan, kendi çocuklarını gördükten sonra kendi başlarına gelen şeylerin çocuklarının başına gelebileceğini düşündükten sonra konuşmaya karar verdiklerini söylüyorlar.
Ne kadar da inandırıcı. En az O.J. Simpson’ın masumiyeti kadar ya da O.J.’in cinayetten değil de basit bir otel baskınından 13 yıl yemesi kadar inandırıcı.
TARİHİN EN ÇOK KAZANDIRAN ÖLÜSÜ
İnandırıcı oldukları tek şey aslında Amerikan toplumunun çürümüşlüğü ve hukuğun bitikliği. Hepsi yaralı çocuklar ama yaralarını kendileri açmışlar ve ellerinde fırsat varken de iyileştirmek istememişler. Esas güçlü olanların, yani M.J. hayattayken tanıklık yapmayı seçmiş çocukların hikayesini ise bu ikili bitirmiş aslında. Sayelerinde davalar kaybedilmiş.
Peki tüm o gücün karşısında yer alıp yaşarken mahkemeye giden çocuklar ne olacak o zaman? Çünkü davayı özellikle bu iki tanığın masumiyet beyanıyla kaybettiler. Riski alan, konforlu alanından çıkan o çocukların psikolojisi ne olacak peki? Ya M.J hayattayken tüm dünyanın gözü önünde onu hapse tıkma şansının yitirilmesi ne olacak?
Daha önce M.J.’i suçlayan Jordan Chandler’a 25 milyon$, Jason Francia’ya ise davalardan sonra 2.4 milyon$ ödenmiş olması ve Robson ve Safechuck’ın da çocukluk dönemlerinde benzer süreçlerden geçtikten sonra el elde baş başta kalması mı asıl mesele acaba? Çünkü esas amaç suçluyu cezalandırmaksa şimdi ancak Michael Jackson’ın ruhunu çağırdığımız fincanı cezalandırabiliriz.
Bu belgeselin yayınının ardından kopan kıyamette bir pankart dikkatimi çekti: ‘Önemli olan iddialar değil gerçeklerdir’ yazan bir pankart. Buradan baktığımızda bu iki kurbanın açıklaması günümüzde iddia kalıyor. Gerçek ise mahkeme salonunda defalarca reddettikleri ve kayıtlara geçen bilgiler.
Bir ölünün ardından onun mahkemesini yapmak sadece radyoda şarkılarını çaldırmama ve hayranlarının hayallerinin yıkımı olarak dönüyor bize. Ve maalesef bu da gayet yetersiz. Ölen ölüyor, tacize uğrayan uğradığıyla kalıyor. Riski alıp cezalandırmak isteyen geri püskürtülüyor ve geriye tarihin en çok kazanç getiren ölüsünün ardından güdülen ne olduğunu bilmediğimiz tuhaf bir hesaplaşma kalıyor.
Yine de bu iki gencin travmanın ardından susmak zorunda kaldıklarına inanalım. Biri yedi yaşında biri de dokuz yaşında, seksin ne olduğunu bilmeden Jackson tarafından suistimal edilmişler. Gerçekten de ruhlarında nasıl bir yara açıldığını bilmiyoruz ve çok acı çektikleri konusunda bizi dört saat boyunca ikna etmeye uğraşıyorlar.
KONSERDEN YATAĞA GÖTÜREN VIP OTOBÜS
Peki ya aynı şekilde kendilerini aklamaya çalışan ailelere ne demeli? Onların hikayesi kimi ilgilendiriyor şu an için? Çocuklar idol olarak belledikleri birinin yanında olmasından gözleri kamaşmış bir şekilde her dediklerini yapıyor. Peki anne babalar?
Michael Jackson sonuçta tuhaf bir insan formu. Belgesel boyunca da sürekli ‘multimilyoner bir erkek’ olarak vurgulanıyor konuşanlar tarafından. Anneler bu milyoner erkeği kendi ailelerinden biri gibi sevdiklerini söylüyor ve buna gerekçe olarak da tarihin en büyük M.J. klişesini savunuyorlar: Kendi çocukluğunu yaşayamadığı için çocuk kalmış biri. Bu yüzden de çocuklarının en yakın arkadaşı oluyor. Koskoca 30 yaşında, kendini beyazlatmış, varolmayan ülke diye bir yer inşa etmiş, garipliklerle dolu bir hayat yaşıyor, etrafa paralar saçıyor ve çocuğunun en yakın arkadaşı. Kulağa hiç tuhaf gelmiyor cidden.
Günde en az altı saat telefonla konuştuklarını söylüyorlar. Hangi aile böyle bir adamın çocuğuyla altı saat telefonda konuşmasına izin verir? Ortada bir taciz olmasa bile bu kadarı bile merak etmek ya da şüphelenmek için yeterli sebep değil mi? Ama hayır asla şüphelenmiyorlar ve Michael Jackson’ın radarından çıkamıyorlar. Çünkü önlerine serilen birinci sınıf uçak biletleri, dünya turneleri, suitlerde konaklamalar, hediye edilen arabalar ve mücevherler var. Mücevherlerin ve görkemli hayatın ışıltısı gözlerini epey kör etmiş olsa gerek aynı yatakta uyumalara falan bir süre sonra izin vermeye başlıyorlar. Gerekçeleri de çocukların aşırı ısrarı ve elbette Michael Jackson’ı kendi ailelerinden biri olarak görmeleri. Benim çocuğum olsa ve böyle bir şey istese kıçına terliği çarpıp “Sus. Ne beraber uyuması. Geç bakayım eve,” derim. Bunu yapmıyorlar. Çünkü evler alınıyor, arabalar alınıyor, hizmetçiler her gece yemek pişiriyor… Orta sınıf Amerikalı ve Avustralyalı aileler popun kralına yakın oldukça kendilerini onun çevresinden biri sanıyorlar ama değiller. Turne sonrası VIP otobüsle otele giderken Tina Turner oğlunun dans edişini beğendi diye gözleri kamaşıyor annenin, Sean Connery’le tanıştığı için çok mutlu. Ama aynı VIP otobüs oğlunu o otelde Michael Jackson’ın yatağına götürüyor. Bunu anlamayacak ve sağduyulu kalamayacak kadar da aptallar.
Çocukları taciz eden Michael Jackson değil bence buna ortam hazırlayan ve tarafsızlıklarını koruyamayan aileler aslında. Çocuk iyiyle kötüyü ayıramıyor. Burada tarafsız kalacak ve ilişkinin sınırlarını çizecek olan ise ebeveynler. Ama onlar da bu ilişkinin şartlarını yeterli gördükleri bir ücretle genişletmek konusunda epey esnekler gördüğüm kadarıyla. Herkesin bir fiyatı vardır gerçekten. Bu çocukların ailelerinin fiyatları da 30 yaşında bir adamla oğlunu aynı yatağa gönderip kendisini yan odaya geçirecek bir miktarda belirleniyor.
Çocuklar masum olabilir ama aileler asla masum değiller. Leaving Neverland’i işte bu kurgu üstünden izlemeyi çok isterdim. Bir ölünün ardından yapılan hesaplaşmayı çocukların ailelerin üstünden yaptığın bir bir yüzleşmeye dönmesini ve hiç değilse bunu, yaşayan tarihin gözü önünde yapmasını. Çocukların masum olduklarını ispat etmek için uğraştığı kadar o aileleri rezil edip, pespayeliklerini yüzüne vurmasını da…
Asla yapmıyorlar bunu. Konuşanlar bir araya gelip hesaplaşmıyor bile. Herkes ayrı ayrı kameraya çekilmiş, kendi haklılığını ve çok aciz hikayesini anlatıyor sadece.
Geriye kalan ise mahkeme kayıtlarına geçmiş bilgiler, tarihin en çok kazandıran ölülerinden birinin ardından ortaya atılan yeni bilgiler, çocuklarını elleriyle teslim etmiş aileler ve buram buram lağım kokan bir toplum. Bir de Billie Jean şarkısı ve Thriller’da giyilen ceket. Her şeyin ardından olan olmuş biten bitmişken; taraflardan biri mezarda diğerleri de kamera karşısındayken Thriller’da giyilen ceketi simgesel olarak yakmanın bir kazancı var mı bilemiyorum.
Simgesel olarak bir şey yakacaksak eğer, yakılacak şeyin herkesin akşam yemeğinde masaya oturduğu, televizyonda Thriller’ın oynadığı ve kapıyı çalıp çocuklarını imzalı fotoğraflarla baştan çıkaracak mülti milyoner adamların aç gözlülükle beklendiği tüm orta sınıf ailelerin evleri olması gerekir. Tüm o korunaklı sandığımız aile evlerini el birliğiyle ateşe vermeli tüm çocuklar.
İşte belki o zaman gerçek hesaplaşma yapılabilir ve belki de o zaman Billie Jean’i eskisi kadar sevebiliriz.
YİĞİT KARAAHMET