Geçen hafta okuduğum ‘AMC, The Night Manager mini dizisi için Hugh Laurie ve Tom Hiddleston’u kaptı’ haberinden sonra fark ettim ki House MD dizisinin bitişinin üstünden iki sene geçmiş bile. Halbuki benim House’u anmadan geçirdiğim üst üste üç gün bile olmadı desem yeridir. Çünkü House’u düşünmek sadece bir diziyi hatırlamak değildir elbette. O adamı özlemek, onun her seferinde haklı olduğunu görmek, gördüğün her manasız dizide House’un bitmesinin aslında çok saçma olduğunu fark etmektir.
House için uzaktan bakıldığında, insanları sevdiğini onlara bir türlü söyleyemeyen, aşırı zekâsını yalnızlığını örtmeye bahane yapmış bir adam denebilir belki. Aslında gerçekten dünyadaki her insanı sevmeye niyeti yoktur, sırf doktor olduğu için insan sevgisiyle dolup taşmaz içi. Mütemadiyen hayat kurtarır, ama her hastasına hayattaki en yakın dostuymuş gibi sahtekârlıklar yapmaz asla. Tabii onu ancak biraz tanıyınca anlarsın ki House tarafından sevilen her insan bunu gayet iyi bilir. Her teşhis seansında ekibindekilerin canına okuyup her kelimeleriyle dalga geçtiğini izleriz mesela, hâlbuki çaktırmadan kollar durur onları. Yeteneklerine, zekâlarına ve iyi insanlar oluşlarına inanır çünkü. Elbette House hiçbir zaman bunu onlara söylemez, zaten söylese de dalga geçtiğini düşünürler ve cevap bile vermeden işlerine güçlerine giderler muhtemelen, ama onlar da House’un kendilerini sevdiğini, ve House’a güvenebileceklerini bilirler.
Evet Lisa Cuddy’yi sevdiğini itiraf etmesi yıllar almıştır belki ama, ayrılmalarından sonra da elinde bir saç fırçası ile barışma hayaliyle gittiği Cuddy’nin evinde, camdan evde başka bir adam olduğunu görüp, eve arabayla girecek kadar da normal ve çaresiz bir insandır aslında. Normal insanlar eski sevgililerinin evine arabayla girer mesajı vermek istemiyorum tabii, sadece kıskançlığındaki normalliği görelim ve takdir edelim istiyorum.
Tabii bir de dizinin en duygusal, en romantik ilişkisi olan House ve Wilson ikilisi var. House’un hayatta vazgeçemediği tek insan, Wilson. Dünyanın en nazik adamı, insanları kırmak, sosyal anlaşmalara ters düşen hareketler yapmak, etrafa rahatsızlık vermek en çekindiği şeyler. Böyle bakıldığında House’un olabilecek en zıt hali gibi, ama aslında değil. Aralarındaki bağ o kadar kuvvetli ki, ikisini de daha güçlü insanlar yapıyor. House’u yıkabilecek belki de tek şey, Wilson’sız kalmak. Wilson’ın kanser olduğunu öğrendiğimiz bölümlerden itibaren iyice net görüyoruz bunu. Sırf bu ikisinin birbirlerini ne kadar çok sevdiğini görmek için her bölümü tekrar defalarca izleyebilirim, üstüne gelen her sahne de bonusum olur. House’s Head, Wilson’s Heart diye iki dördüncü sezon finali vardır mesela, sinema filmi çektim diye anlatan insanların yüzde ellisi bunu izleyip utanmalıdır bana kalırsa.
Gregory House’u ne kadar özlediğimi bir kez daha belirtir, Hugh Laurie’ye yeni dizisinde başarılar dilerim. Haddimeymiş gibi.