“Ünlü olunca herkesin sizi sevdiğini, bunun sonsuza kadar süreceğini sanıyorsunuz. Bu doğru değil.” Barry Gibb
Bee Gees çok seveni, bir o kadar nefret edeni olan, bugün az çok unutulmuş bir grup. HBO’da 12 Aralık’ta yayınlanan Bee Gees: How Can You Mend a Broken Heart ise, Bee Gees’in yalnızca disko hitlerinden ibaret bir grup olmadığını, usta şarkı yazarlarından ve her devre uyum sağlayabilme becerisinde müzisyenlerden oluştuğunu anlatan Frank Marshall yapımı yeni bir belgesel film.
Frank Marshall, Bee Gees’in yaşayan son üyesi Barry Gibb’in yanı sıra Eric Clapton, Noel Gallagher, Chris Martin (Coldplay) ve Justin Timberlake gibi müzisyenler ile yaptığı güncel röportajların dışında, geniş bir arşivden faydalanarak, grubun başarılarını ve düşüşlerini 60’lar, 70’ler, 80’ler pop müziği kronolojisiyle birlikte anlatıyor. Nights on Broadway şarkısının nasıl Ahmet Ertegün’ün dokunuşuyla değiştiğini, Barry’nin alamet-i farikası falsettoyu (Staying Alive’daki o tiz şarkı söyleme tekniği yani), Arif Mardin’in grubun kişiliğini bulması yönündeki katkılarını, ve çok daha fazlasını bu belgeselde izleyeceksiniz.
Filmde, Avustralya’da büyüyen ve hepsi kardeş olan grup üyelerinin ardından ebeveynleriyle birlikte İngiltere’ye gelip menajerleri Robert Stigwood ile birlikte çalışmaya başlamalarıyla ünlenmeleri, ardından uluslararası ün kazanmaları ve Saturday Night Fever ile elde ettikleri olağanüstü başarıya tanık oluyoruz.
Bee Gees’in en dokunaklı şarkılarından How Can You Mend a Broken Heart ile aynı adı taşıyan bu belgeselin, aile üyelerinin onayını ve yardımlarını alarak yapıldığı için bir anlamda fazla uzlaşmacı olduğu söylenebilir; belgesel Bee Gees üyelerinin özel hayatına çok dikkatli yaklaşıyor, bu anlamda kafadan hınçlı ve tepkili insanların aradıklarını pek bulamayacağını söylemeliyim. Diğer yandan pop gök kubbesinde Bee Gees’in nereye oturduğunu anlatması bakımından bir müzikseveri haydi haydi tatmin eder bence. Özellikle Barry ve Robin’in nerelerde ayrıldığı, nerelerde buluştuğunu ve iki kardeşin arasındaki çekişmeyi hem saygılı hem de açık olarak anlattığını düşünüyorum.
Ticarileşmeden önceki zamanlarda underground kulüplerde gaylerin ve siyahların favori müziği olan diskonun, geniş kitlelere ulaşmaya başlamasıyla birlikte ruhunu kaybetmesi, ardından ırkçılık ve homofobinin de etkisiyle cazibesini ve gücünü yitirmesine değiniliyor. Saturday Night Fever ile birlikte Bee Gees’in disco ile özdeşleştirilmesi, müthiş bir üne kavuşmaları ve disco çağı sona erdiği zaman yaşadıkları dramatik düşüş, ustalıkla anlatılıyor.
Bee Gees defalarca yükselip ardından daha ne oldum demeden, hop diye ‘bir zamanlar ünlüydüler’ statüsüne düşen bir grup. Sonuncu düşüşlerinde ise akıllıca bir hamleyle Barbra Streisand için Woman in Love, Dionne Warwick için Heartbreaker, Dolly Parton ve Kenny Rogers için Islands in the Stream ve daha birçok ünlü isim için ölümsüz şarkılar yazarak kendi soundlarını yaşattılar.
Kariyerinin en başında Beatles olmak isteyen, Otis Redding’e özenen, sonra kendi kişiliğini bulan, dünya çapında satış rekorları kıran albümlere imza atan, bir anda disko çağı bitip plak şirketlerinin desteğini çekmesi, gözler MTV’ye dönmeye başlayınca ne yapacaklarını bilemeyen müzisyenlerin ilginç hikayesi; yalnız yükseliş ve düşüşlerini anlattığı için değil, yenilgiyle birlikte yaşamayı ve bununla nasıl başa çıkılacağını anlatması bakımından da değerli. Çünkü Bee Gees kendini defalarca yeniden keşfetmiş bir grup.
How Can You Mend a Broken Heart belgeseli, Bee Gees’in müziği doğası gereği ne denli naif ve şen şakrak olsa da bir türlü müzisyen dünyasında hak ettiği değeri ve kimi çevrelerin saygısını kazanamammış oluşuna ve kısmen yaşadığı kırgınlığa özenle eğilerek, bize pop tarihinin en ilham verici ve büyüleyici destanlarından birini sunuyor.
DEFNE AKMAN