İstanbul’u giydiren dev reklam panoları, bitmeyen gazın ardından sonunda Netflix’te ikinci Türk dizisini izleme şerefine de ulaştık. Üstelik bu seferkinde yani Atiye’de başrolde Beren Saat’çiğimiz yer alacaktı. Sonunda yayın tarihi geldi Netflix’in N’si kırmızı çizgilerden ekrana aktı ve sonuç: Bir hayal kırıklığı hem de öyle böylesinden değil. Bu sefer çok özenmişler ama o kadar yanlış özenmişler ki özentiliğiyle iç yaran bir iş çıkmış ortaya.
Valla daha fazla giriş kısmını uzatamadan direkt konuya gireceğim, çok fena bir dizi Atiye, kusura bakmayın. Berbat. Belki hayatında ilk kez televizyonla tanışan bir Amazon yerlisi falan hayatında bir kutunun içinde hareket eden insanlar gördüğü için bu diziyi beğenebilir.
Hızlıca geçmek istiyorum çünkü artık gerçekten Atiye’ye ayırdığım değerli zamanımı fazlasıyla kullandığımı düşünüyorum. Mesleki etik kurallarım gereği tüm sezonu izleyip öyle yazayım diye bekledim ama sekiz bölümlük ilk sezonu neredeyse bir haftada bitirebildim.
Diziyi izlerken Candy Crush oynadım, instagram’a baktım, 500 ayrı kişiyi falan stalk’ladım ama asla ilerlemeyen bir ritme sahip Atiye.
Hakan: Muhafız bunun yanında The Wire gibi falan kalıyor. Hiç olmazsa o ilk Türk Netflix dizisiydi. İlk olduğu için azıcık hata payı vermiştik, heyecanlıydık, gençliğimiz vardı… Atiye ise ikincisi yani Netflix dizileri arasında Türklerin İsmet İnönü’sü.
Senaryodaki mantık hatalarını, sakillikleri geçiyorum onları deşifre etmeye kalkarsam sayfalar boyu yazmam gerekir ama ritminden bahsetmeden geçemeyeceğim. Dizinin temel mantığı Atiye’nin sırrı ve Göbeklitepe’yle ilişkisi üzerine kurulmuş. Bölümler boyunca bu sırdan ve gizemden bahsediyor ama beşinci bölüme geldiğimizde bile bu sırrın ne olduğunu hala tam olarak anlayamamıştık. Yani üç bölüm kaldı artık bitecek dizi ama Atiye’nin temel derdi ne bir türlü çözemedik. Gerçi finalinden sonra da bu sırrın ne olduğunu anladım mı desem ona da kesin bir cevap veremeyebilirim.
Dizinin mükemmel konusuna gelirsek eğer Beren Saat’in aşşşşşırı muhteşem bir oyunculukla hayat verdiği Atiye karakteri ilk sergisini açmaya hazırlanan, nasıl olduğunu anlamadığımız bir şekilde babasının emekli polis memuru maaşıyla çok şık bir stüdyo apartmanda yaşayan bir ressam kız. Atiye’nin resim kariyeri ise bir tuhaf çünkü nedense tam bir boya ve kağıt israfı olarak hep aynı deseni çizip duruyor. Bir de zengin bir manitası var Atiye’nin; Metin Akdülger tarafından canlandırılmak için aşırı çaba gösterilen ama bir türlü becerilemeyen ve çoğu anında gayet üzücü olan performansını gözlerimiz kanaya kanaya izlemek zorunda kaldığımız saçları yarı yarıya dökülmüş Ozan’la evlenmek üzereler.
Atiye hallenip hallenip bu bayık resimlerinin yüz milyon birincisini çize durup sergiye ve zengin kocaya hazırlanırken o sırada Urfa dağlarına bir İnönü Stadyumu gibi kondurulmuş Göbeklitepe kazı alanında arkeolog Erhan’ın yönetimindeki kazıda bir taşta bir kabartma bulunuyor. Tam da Erhan’ın bir basın toplantısında Göbeklitepe’nin önemini anlattığı sırada bulunuyor bu kabartma ve cümbür cemaat, kameralar gazeteciler falan hep beraber toplaşıp dünyanın en önemli buluşunun yanına iniyorlar. Ve akşam ajansında bu haber yayınlanıyor ve aaa bakar mısınız bu taşa kabartılmış şey Atiye’nin deli saçması bir ısrarla çiziktirdiği ve ne hikmetse ilk sergisini sold out yapıp Murat Pilevneli’ye transfer olduğu resimlerindeki desenin aynısı çıkmasın mı?
Arkeolog Erhan karakterine de insanın ona her baktığında çamaşır suyuna basma isteği uyandıran, artık geçen yılların ardından tüm seksapelini yitirmiş, morarmış mı çürümüş mü bilemediğim Mehmet Günsür hayat veriyor. Atanmış arkeolog Erhan o kazılardan nasıl bir para vurduysa serpme kahvaltılı boğaz gören evinde sarma boş tütünlerini içip bir yandan da Adıyaman gibi kokmaya devam ederken ikisinin yolları kesişiyor.
Yollar kesiştiğinde Atiye arada bir halülere dalıp Meral Çetinkaya’nın canlandırdığı ve ilerleyen bölümlerin tuhaf bir anında Atiye’nin anneannesi olduğunu öğreneceğimiz bir ermiş delinin hayalini görüyor. Bir yandan da sarı pipi Ozan’la evlenmek üzere. Ozan’ın babası da Tim Seyfi tarafından canlandırılan ve ne konuştuğunu bir türlü anlayamadığımız bir karakter, ağzından çıkanı deşifre etmek için bir de dekoder lazım. Bu baba oğul arasında garip bir de ilişki biçimi serptirmişler araya biraz sevgi-nefret, biraz düşman-dost, biraz köle-efendi… Düğün hazırlıkları tam gaz devam ederken Atiye’nin ailesi deli kızımızı zengin aileye verdik diye aşırı mutlu. Atiye’nin babasını saçlarını ayakkabı boyasıyla siyaha boyadıklarında bile gençleştiremedikleri Civan Canova, iğrenç resimleriyle ilk sergisini sold out yapan kızını illa resim öğretmeni ol diye doldurup duran annesini de nedense sosyal medyada Beren Saat’in annesini oynayamaz diye yerden yere vurdukları Başak Köklükaya canlandırıyor (Kadın iş bulmuş oynamış işte. Kendisi şikayetçi değil anasını oynamaktan, size ne acaba?). Atiye’nin gelinliğini dikmeye talip olan kız kardeşi Cansu’yu da çocuk-kadın Melisa Şenolsun (bence performansı tüm cast içinde hepsinden bir tık daha iyiydi bu arada) canlandırıyor. Cansu da yaşına göre nedense ağır alkolik, ha gayret blush gömen ve yine emekli polis babasının maaşıyla dev bir tasarım mağazaya sahip ve aslında Ozan’a yanık. Bu çok ikna edici aşk ilişkileri arasına da sırf oyuncularımız ne kadar çok risk aldılar ve ne kadar da inanarak oynadılar diyebilsinler diye iki tane majör sevişme sahnesi kondurulmuş. Hayatta en nefret ettiğim sahnelerden biri nedir biliyor musunuz? Sevişirken soyunmayan oyuncular. Yani yataktan sütyen ya da donla çıkacaksan sevişme daha iyi. Tabii ki Atiye’de sevişilirken sütyen asla çıkmıyor don ise zaten tene yapışık. İki sevişmede de erkek tercihi sarı pipiden yana kullanılmış ama onun da çok önemli bir sorunu var, hiç tutmaz.
Tüm bu cast bir araya gelip performanslarıyla yardırırken çok büyük, dünyanın en büyük sırrına sahip Atiye biraz İstanbul’da deliriyor, biraz gidip Göbeklitepe’de deliriyor, arada gidip Nemrut Dağı’nda deliriyor, mağaralara dalıyor, çukurlardan çıkıyor, evleri basıyor ve dizi sonunda hiçbirimize ikinci sezonunu bekletmeyecek bir dinamizmle sekizinci bölüme ulaşıp, şükürler olsun ki finale geliyor ve sona eriyor.
Atiye’yi dünyaya pazarlayan ve bizim için önemli yapan tek şey de Beren Saat’in başrolünde oynaması. Bu diziden Beren Saat’i çıkarıp yerine daha ünsüz ve az merak edilen birini ne bileyim Tuba Büyüküstün’ü falan koysak ne değişir acaba?
Beren Saat aşşırı kötü oynuyorsun hayatım, sakın gaza gelip de sen harikasın, aslansın, kaplansın yürü be koçum diyenlere inanma. Kariyerinin en kötü hatası bu diziyi seçmek olmuş ve her karesinde sapır sapır dökülüyorsun. Yani bu nasıl bir oyunculuk türü ki sinir krizi sahnelerinde göreceli olarak iyiyken günlük konuşmalarda, sokakta yürürken, bakkala merhaba derken bile en ufak bir oyun yok. Gerçi günlük konuşmanın asla yazılamadığı dizide Beren Saat ne yapsın, o da ayrı konu. Beren Saat yeni Hülya Avşar olma yolunda ilerliyor bence. Hani Hülya Avşar için de hep çok iyi oyuncu, harika oyuncu derler ama aslında şu ana kadar bir tane bile iyi bir şeyini izlememişizdir, hep bir vaatle kandırılıyoruzdur. Beren Saat de öyle. En iyi işi Bihter olmak, orada bir vaat verildi çok iyi oynuyor diye sonra hiçbir şey yok. Yani belli ki bu rol sırf sen oyna diye yazılmış, ne istersen canlandırabilme özgürlüğüne sahipsin, istediğin her karakteri senin için yaratacaklar, bula bula bu deli saçması kızı mı buldun?
Yani bu kadarını ben de beklemiyordum öyle diyeyim. Sağolsunlar rejisinden senaryosuna, sanat yönetiminden oyunculuğuna bizi el birliğiyle yine başkaları adına çok utandırdılar. Netflix dünyasında gezegeni paylaştığımız diğer ülkelere hatta sadece üçüncü dünya ülkelerine bile harika fırsatlar düşerken bizim ülkemizin bahtına da düşe düşe dünyanın prodüksiyon çöplüğü olmak kalmış.
Yani Netflix’te yer alan tüm Türk dizileri bu gizem, halü atmosferli ve zekası gelişmemişler için ergen dizisi gibi olmak zorunda sanırım. Netflix Türkleri bu türe uygun gördü.
Üzücü.
YİĞİT KARAAHMET