Geçtiğimiz Pazar günü itibarı ile Türkiye’nin en prestijli televizyon ödüllerinin verildiği bir Altın Kelebeği daha geride bıraktık ama törenin artçı dedikoduları bitmiyor. Pazartesi gününden beri bu artçılar üzerinden çıkan haberler arasında en göze çarpanları;
* TRT’nin reyting rekorları kıran tarihi dizisi Diriliş Ertuğrul ekibine en iyi dizi ödülü takdim edildikten sonra konuşma hakkı verilmemiş, bir de Okan Bayülgen’in alaylarına maruz kalmışlar, onlar da pabuçlarının kenarı ödülü iade etmişler. (Bu yazının hazırlandığı sırada Okan Bayülgen Hürriyet aracılığı ile ekipten özür dilediğini belirten bir açıklama yaptı.)
* Kiralık Aşk dizisi ile en iyi komedi kadın oyuncu ödülünü alan Elçin Sangu sahneye adı anons edilmeden çıkmakla kalmayıp konuklara ve oy verenlere teşekkür etmek için mikrofonu kullanma cüretini gösterdiği için o kimmiş de Cüneyt Arkın’ın önünü kapatarak hadsizlik edermiş. (Yine bu yazının hazırlandığı sıralarda Elçin Sangu kısa ve kibar bir biçimde olan bitenin kendisinden değil organizasyonun hatasından kaynaklandığını açıkladı.)
İşin magazinel tarafı bir yana, asıl mercek altına alınması gereken ama bir türlü konuşulmayan, yazılmayan, söylenmeyen, halı altına süpürülen, kimsenin sorumluluk almaya yeltenmediği genellikle basit bir canlı yayın kazası bahanesi ile geçiştirilen ve maalesef ki, Antalya Film Festivali’nden Adana Film Festivali’ne kadar her yerde tekrar tekrar gördüğümüz ucuz ve vizyondan yoksun yarışma ve ödül törenlerine imza atma becerisinin nasıl gösterilebildiği. Sorulması gereken, ister bir belediye, ister bir vakıf, ister bir medya kuruluşu olun, sinemanın ya da televizyonun en prestijli ödülü olarak kendinizi konumlayıp neredeyse Oscar ödüllerine kafa tutacak bir ego ile yola çıkıp o kadar paraya, o kadar zamana, o kadar emeğe yapabileceğinizin en iyisi bu mu?
Gidenler bilir, 2015 Antalya Film Festivali’nin kapanış töreninde her reklam arasında Antalya Belediye Başkanı’nın festival sırasında yaptığı konuşmalarının büyük ekranda VTR ile tekrar tekrar döndürülmesi insanda sanat ile ilgili bir ödül töreninde mi yoksa siyasi bir gövde gösterisinde miyim duygusunu uyandırıyordu. Sanatın ve sanatçıların ödüllendirildiği bu tür törenlerde festivallere destek çıkan beldelerin belediye başkanlarının yine yeniden her fırsatta sahne çalıp, her sene neredeyse kelimesi kelimesine aynı sıkıcı konuşmalarla kendi reklamlarını yapmaları da sanata dahil mi? Siz Cannes’ı bir haftalığına dünyanın merkezi haline getiren Cannes şehri ve festivali yetkililerinin Cannes ödül törenleri sırasında konuşma yaptığını gördünüz mü? Kimse Cannes ya da Los Angeles belediye başkanının adını bile bilmez. Bildiğimiz tek şey Cannes o kadar güçlü ve etkili bir festival ve Oscar öyle ihtişamlı bir törendir ki, o günlerde bu iki şehirde bulunmamak, o havayı solumamak neredeyse bir eksiklik olarak hissedilir.
2016 Antalya Film Festivali’nde Yeşim Ustaoğlu’nun Tereddüt filminin başrol oyuncusu hem uluslararası hem de ulusal kategoride en iyi kadın oyuncu ödülünü alırken, ya da Mavi Bisiklet ulusal yarışmada en iyi film, en iyi yönetmen ve en iyi senaryo ödüllerini süpürdüğünde herkesin aklına ödül alanlara ve verenlere çamur atmak gelirken hiç kimsenin aklına bu festivalleri düzenleyenleri ve kuralları yazanları eleştirmek gelmiyor. Bu festivallerin ve ödüllerin amacı tartışılmıyor. Bu yarışma ve festivallerde ödüller sinema sanatını üstün başarıyla icra edenleri manevi anlamda desteklemek, teşekkür etmek ve cesaretlendirmek için verilmiyor mu? Bir festival neden aynı filmi hem uluslararası hem de ulusal yarışmaya alıp ardından iki jüri arasında iletişim sağlamaz. Neden bir filme en önemli ödüllerin üçünü birden verir. Ve aslında o yarışmada ödül alması çok muhtemel diğer oyuncuları ve işleri hiçe sayar. Cannes ve Oscar’da bile en iyi film, yönetmen ve senaryo ödüllerini aynı filmin aldığı neredeyse hiç görülmez ve bu ödüller orantılı bir mantıkla en iyiler arasında dağıtılır, sadece bazen nadiren kuralları altüst eden bir “master piece-baş yapıt” tüm önemli ödülleri siler süpürür. (Bakınız; Oscar tarihinde sadece üç film en büyük beş ödülü toplamış: It Happened One Night/Bir Gecede Oldu–1934, One Flew Over The Cuckoo’s Nest/Guguk Kuşu–1975 ve The Silence of the Lambs/Kuzuların Sessizliği–1991)
Altın Kelebek televizyon ödülleri de Türkiye’nin en eski, en büyük, en bilinen, en çok okunan, en çok izlenen ve en çok kazanan medya kuruluşlarından birinin gövde gösterisi olabilecekken adayların belirlenmesi, kategorileri, sunumu ve icrası ile ilkokul müsameresi tadını almış durumda. Öyle böyle değil, ödül töreni ile ilgili sorulacak çok soru ve eleştirilecek çok konu var.
* Kategorilerin en iyi kadın-en iyi kadın komedi, en iyi erkek-en iyi erkek komedi, en iyi dizi-en iyi komedi değil de, en iyi drama kadın-erkek, en iyi komedi kadın-erkek ve en iyi drama-en iyi komedi olarak yapılmaması.
* Kiralık Aşk dizisinde eğitimli, zengin ve efendi bir ağır abiyi oynayan genç oyuncu Barış Arduç’un kimlerden oluştuğunu bilmediğimiz bir ön seçici kurul tarafından bir komedi oyuncusu olduğunun buyurulmuş olması ve aslında olması gereken en iyi oyuncu kategorisinde yer almaması.
* Güldür Güldür Şov isimli teatral komedi programının en iyi komedi dizisi kategorisi adaylarından birisi olması.
* Ödüllerin neredeyse hepsinin aynı kanalın programlarına gitmesi, Kiralık Aşk, Fox TV Haber ve Diriliş Ertuğrul gibi işlerin dikkatleri üzerimize çekmeyelim gibisinden organizasyon sahibi grubun dışına verilmesi.
* Türkiye’de sahne hakimiyeti olan, gerçekten çok daha yaratıcı esprilerle seyircinin nabzını yakalayabilecek bir dolu yetenek varken görevin espri ile aşağılamayı karıştıran, sürekli konuşup hiçbir şey anlatmayan, esprileri güldürmeyen Okan Bayülgen’e teslim edilmesi. En iyi erkek oyuncu ödülünü sunan Meryem Uzerli’nin kırık Türkçesi ile çok da daha samimi, çok daha komik ve çok daha yaratıcı olması.
* Kendini en prestijli diye niteleyen törenin başından bitişine kadar sahne üzerinde bir karmaşa yaşanması. Uluslararası bütün ödül törenlerinde her bir kazanan için belli bir süre ayrılır ve o süre geçildiğinde devreye müzik sokulurken Altın Kelebek’teki sahne düzeninin bir ödül töreninden daha çok İstanbul’daki herhangi bir dolmuş durağını andırması. Kahyalık görevinin ise aslında hiçbir kusuru olmayan Pelin Akil Altan’a verilmesi.
* En iyi komedi kadın oyuncu ödülünü alan Elçin Sangu’nun ismi daha anons edilmeden aklı evvel bir hostes tarafından sahneye neredeyse itilmesi. Sahnedeki trafiği yönetmekle yükümlü hosteslerin birbirinden ve önlerindeki sahnede olanlardan bu kadar habersiz olması. Bütün ödül törenlerinde ödül veren aynı olsa da kişinin vereceği farklı ödüller arasında bir es yaratılırken Elçin Sangu ve Barış Arduç’un başarılarının hazzını bireysel olarak yaşamalarına izin vermeyerek, daha biri konuşmasını yapmadan diğerini sahneye çağırarak iki genç oyuncunun “anlarının” heba edilmesi.
* Ödül alanların ödülü verenlerden önce sahneye çağırılmaları, yeni ödüllerin bir önceki yıl aynı kategorilerde ödül alanlar tarafından değil alakasız kişiler tarafından verilmesi, ödülleri dağıtırken belli bir denge kurulamadığından ve şov herkes için eğlenceli hale getirilemediğinden ödülünü alanların erken çıkması gibi daha bir sürü organizasyon sorunları, aksaklıkları ve aymazlıkları.
Düşündüğünüzde ister bir film festivali, ister bir TV yarışması olun elinizi taşın altına koyup sorumluluk aldığınızda dünyayı yeniden keşfetmiyorsunuz. Sadece ortalama standartlarda, herkesin bir parçası olmayı isteyeceği, var olan sayısız örnekten fikir alabileceğiniz bir ödül töreni organize edeceksiniz. Bu tür törenleri ödüllerin yoğunluğuna bağlı olarak bir hatta belki iki saat erken başlatarak, gerçekten para ve emek harcanmış ilgi çekici, şaşalı şovlar hazırlatarak, herkesin zamanında yerini almasını sağlayacak standart kurallar koyarak, bir önceki yılın kazananlarına bir sonraki yıl ödül verdirerek, ödül dağıtımında daha önemli ödülleri sona saklayarak, sunumu yapan kişi ya da kişilerle hazırlıklara aylar öncesinde başlayarak, her şeyi her anı birebir planlayarak gerçekten önemli bir başarıya imza atılabilir, etkinliği gerçek bir yıldızlar geçidi şölenine dönüştürebilirsiniz. İşte o zaman ufak tefek canlı yayın kazaları hoş görülebilir.
Zaten festivallerde ve yarışmalarda adaylar açıklanır, ödüller belirlenirken yeterince şaibe ortalıkta dolaşıyor, oyu verenlerden ödülü alanlara kadar hiç kimse bu işlerin dürüstçe yürüdüğüne inanmıyor. Pek çok yıldız bu tür törenleri zul görüyor, katılmak istemiyor. Bu nedenle organizasyon ile ilgili görevler verilirken ve uygulayıcı kuruluşlar/firmalar seçilirken işler liyakat ve başarıya göre değil adam kayırma, iltimas, yancılık ve ahbap-çavuş ilişkilerine göre yürüdüğünden bari tadı damakta kalacak, seyirciye ve katılımcıya saygısı olan bir organizasyon yapın. Bu da o kadar parayla ve insan gücüyle çok zor olmasa gerek. Bir de, özür dilemesini bilin, elinizdeki platformlarda çalışan ya da sofraya birlikte oturduğunuz kalemler aracılığı ile kendinize güzellemeler düzdürüp bahaneler yaratmayın. İster Antalya’dan olun, ister Adana’dan ister Kelebek’ten, çıkın aslan gibi evet hata yaptık, beceremedik diyebilin. Endişelenmeyin ve inanın yaldızlarınız ya da apoletleriniz dökülmez aksine yıldızınız parlar, kıymetiniz artar.
Bu arada bir not da, niye o kişi orada onun yanında değil de burada bunun yanında oturdu diye çemkiren izleyicilere. Ödül törenlerinde oturma düzeni dolmuş, tren ya da vapurlarda olduğu gibi ilk gelen ilk kaptığı yere oturur şeklinde düzenlenmiyor. Her katılımcı, varsa beraberindeki misafirleri ile birlikte organizasyonun önceden belirlediği düzene göre oturtuluyor. Yani o salona davet edildiyseniz oturacağınız yeri siz seçmiyorsunuz. Unutmayın ki, bütün etkinlik kırmızı halıdan oturma düzenine göre şovun bir parçası, o yüzden de organizasyonun size öngördüğü düzende hareket etmek ve oturmak zorundasınız, bu kadar net!