YILDIZLI PEKİYİLERThe Goldbergs (ABC) : Adam F. Goldberg’ün 80’lerde kendi ailesini çektiği ev videolarından yola çıkarak yarattığı bir aile komedisi. Vatkalar, Reebok pumplar, Cosby Show, internetsiz, cep telefonsuz bir hayat… 80’lere dair ne ararsanız var. Çocuklarına vicdan azabı çektirmeyi hayat gailesi haline getirmiş bir anne; bağırmadan iletişim kuramayan asabi ama iyi niyetli bir baba; çatlak bir dede ve üç çocuğun başından geçen komiklikler. Baba rolünde Curb Your Enthusiasm’dan hatırlayacağınız Jeff Garlin harika.
Sakın aklınıza bizdeki kullanma tarihi geçmiş seksenler dizileri gelmesin.The Goldbergs,Everybody Loves Raymond ileMalcolm in the Middle arası, tatlı tatlı gülümsetecek hatta bazen kahkaha attıracak bir dizi. Karakterleri, özellikle de “Tam bir salaksın,” derken aslında “Seni seviyorum yavrucuğum,” demeye çalışan asabi babayı ve bu ikincil hislerin alt yazıyla verilmesi fikrini çok sevebilirsiniz. Bölüm sonlarında Adam’ın orijinal videolarını görmek de samimiyet seviyesini epey arttırıyor. Yeni yılda yeni bir komedi arıyorsanız listenin başına alın.
Hello Ladies (HBO): The Office’in İngiliz orijinali ve Extras, televizyon tarihinin en iyi komedilerinde başa oynar. İşte bu iki dizide de Ricky Gervais’in yapım ve suç ortağı olan Steve Merchant şimdi kendi yazıp oynadığı ilk Amerikan şovuyla HBO’da. Merchant Los Angeles’da yaşayan Stuart isimli İngiliz bir web tasarımcısını oynuyor. Stuart akıllı, hatta entelektüel, parası pulu yerinde ama içten içe bir looser ve sosyal gerizekalı. Yani bir nevi modern David Brent. Stuart’ın tek derdi muhteşem bir manita yapmak ve bu yolda yapmayacağı beyinsizlik yok. Stuart’ın kiracısı ve muhtemel ruh eşi Jessica rolünde Christine Woods; tek derdi eski karısı olan kankası Wade rolünde Nate Torrence, ve tekerlekli sandalyeli kadın mıknatısı Kives rolünde Kevin Weisman harikalar.
Hello Ladies yeni komediler içinde en iyisi. Merchant’ı izlemek kanalizasyon çukuruna doğru yürüyen bir köpek yavrusunu izlemek gibi. “Haayır, önüne baaak!” diye bağırmak isteyecek, ama her çukura düştüğünde de deli gibi güleceksiniz.
NOT: Mert Erarslan,
Hello Ladies’i yazmıştı daha önce.
Brooklyn Nine Nine (Fox): Saturday Night Live’dan ayrıldıktan sonra ne yapacağı merakla beklenen Andy Samberg’ün ilk dizisi. Başında da Parks and Recreation’dan Mike Schur var. Samberg SNL’de oluşturduğu ergen kafalı ama cool personasını aynen devam ettiriyor ve hiç büyümemiş ama bir yandan da işinde çok iyi bir dedektifi oynuyor. Samberg’ün “bildiğimi okurum eğlenceme bakarım” dünyası başlarına yeni atanan kuralcı komiserle altüst oluyor. Man of a Certain Age’de çok sevdiğim Andre Braugher gay olduğu için kariyeri ilerleyememiş ve kendisini kanıtlamaya çalışan komiser rolünde. Sert ama güzel Latina polis, kuralcı ama güzel polis, sert polise aşık salak ama iyi kalpli polis, sahaya çıkmaya korkan kaslı ama salak polis gibi birtakım başka karakterler de var. Bunlar bir yandan şakacılık yapıyor bir yandan suçluları yakalıyor.
Parks and Recreation'in de ilk sezonu sıkıcıydı sonra coştu.Brooklyn Nine Nine da yavaş başladı ama giderek komikleşti. Ona güvenerek ilk birkaç bölümde kartonumsu karakterler ve her bölümde illa bir suç çözelim iddiasıyla bayıklaşabilenNine Nine’a bir şans verin ve tüm sezonu izleyin derim. Sezon ilerledikçe karakterler oturuyor, Samberg’ün haşarı yakışıklı halleri törpüleniyor ve zoraki aksiyonlar da azalıyor çünkü ve epey müptelalık yaratıyor. Dizinin En iyi Komedi ve En İyi Aktör dallarında Altın Küre’ye aday olduğunu ve yeni sezon komediler arasında tek adaylık kapan olduğunu da ekleyelim.
KANAAT NOTUYLA GEÇENLERThe Crazy Ones (CBS): 32 yıllık bir aradan sonra TV’ye dönen Robin Williams tanrıya bulut satabilecek kadar dahi ve çılgın bir reklam ajansı sahibi; Sarah Michelle Gellar da onun ciddi ve akıllı kızı ve ortağı. Konu bu. Williams’dan bekleyeceğiniz her türlü oyunculuk, aşırılık, bağır çağır komiklik mevcut. Karakter de zaten Williams’dan esinlenerek yazılmış. Bolca A-list konuk oyuncu ve her bölümün sonunda Williams’ı daha da komiklik yaparken izleyebileceğiniz blooper bölümü de cabası.
Kısaca Williams ve Buffy hayranıysanız buyurun izleyin pişman olmazsınız. Roberts ve Gellar’ın kimyası da tutmuş ama dizide “Acaba bundan sonraki bölümde ne olacak?” merakı yaratacak kancalar hiç atılmamış. Ben ilk bölümden sonra unuttum gitti.
The Michael J. Fox Show (NBC): Aynı Robin Williams gibi üç Emmy ödüllü Michael J. Fox da uzun bir aradan sonra kendi hayatından esinlenmiş bir şovla karşımızda. Fox, dizide ünlü bir aktör değil ama Mike Henry adında ünlü bir haber programcısı. Aynı kendi hayatında olduğu gibi Parkinson oluyor ve uzun bir aradan sonra ekranlara dönüyor. Mike’ın karısı (Breaking Bad’den Betsy Brandt), biri kız biri erkek iki teenager çocuğu, 30’larına gelmesine rağmen hayatına bir yön verememiş kız kardeşinden oluşan ailesi ise beklenenin aksine başlarına ekşiyen aile reislerinin işe dönmesinden son derece memnun.
Amerikan halkının Fox sempatisi sağolsun dizi şimdiden ful bir sezon için yenilendi ve reytingleri gayet iyi. Hikayenin Fox’u “Parkinsonlu kahraman baba” klişesiyle sunmaması ve hastalığıyla hafiften dalga geçebilmesi de şeker.Breaking Bad’de yeterince acıya maruz kalan Brandt de ilk komedisinde parlıyor. Yine de ben Fox’unThe Good Wife’daki “hastalığını kariyeri için kullanan adi avukat” rolünü bu vanilya diziye kırk kere tercih ederdim.
The Millers (CBS): Yapımcıların bir türlü vazgeçemediği Will Arnett son dört yılda üçüncü şovuyla karşımızda. Arnett boşandığını ailesinden saklayan Nathan Miller adında bir TV muhabirini oynuyor. Yıllardır çocuklarına kötü örnek olmamak için birbirlerine katlanan Tom (Beau Bridges) ve Carol (Margo Martindale) bu haber üzerine ayrılıyor ve oğluna aşık baskıcı anne Nathan ile; zeka seviyesi Forrest Gump’dan hallice baba ise Nathan’ın kız kardeşiyle yaşamaya başlıyor.
Küflenmiş gülme efektlerini duymazdan gelebilirseniz Arnett, Bridges ve Martindale’in ne kadar iyi aktörler olduğunu takdir edebilirsiniz. Özellikle karısı olmadan kahve makinasını bile çalıştıramayan baba rolünde Bridges bir harika. Ama dizi bu yetenekleri onar dakikalık osuruk ve geğirik şakalarıyla harcıyor. Karar sizin.
Mom (CBS): Televizyonun en büyük egolu yapımcısı Chuck Lorre hali hazırda üç şovun patronu. Berbattan iyiye doğru sıralarsak: Two and a Half Men; Mike and Molly ve The Big Bang Theory. Lorre’un yeni kahramanları alkolik bir anne kız. Christy (Anna Faris) liseyi bile bitirememiş iki çocuklu bekar bir anne. İstemeye istemeye garsonluk yapan Christy’nin en büyük derdi ise alkolizmi yenmek ve kendi sorumsuz annesine (Allison Janney) benzememek. Ne ki Anonim Alkolikler toplantısında annesine rastlayınca iki kadının hayatı tekrar kesişir.
Mom, Amerikan televizyonunda çalışan orta sınıf ailelere (ve daha önemlisi kadınlara) yer veren az sayıda komediden biri. Farris ve Janney de harika iki komedyen. (Farris’iJust Friends’de izlemediyseniz koşarak izleyin). Ne yazık kiMom birRoseanne değil. Bağımlılık, anne-kız çatışması, geçim derdi ve ergen hamileliği gibi konular Chuck Lorre’un büyümemiş erkek çocuğu bakış açısından daha sofistike bir komedi anlayışını hak ediyor.
SINIFTA KALANLARBack In the Game (ABC): Bir zamanların yıldız softbol oyuncusu Terry kucağında çocuğu ve batmış kariyeriyle babasının yanına taşınmak zorunda kalır. Babası da kendi spor kariyerini batırmış, ukala dümbeleği huysuz bir ihtiyardır. Terry’nin oğlu okulda hiçbir takıma alınmayınca baba kız okulun dışlanmış ezik çocuklarından bir takım kurup çalıştırmaya başlarlar. Bu arada muhtemelen tekrar bir aile olurlar, arada duygusal ama komik anlar yaşanır vs vs.
Baba rolündeki James Caan’ın ölümüne hayranıysanız veya çaktırmadan spora özendirmek istediğiniz dört göz ilkokul öğrencisi çocuğunuzla izleyecek bir dizi arıyorsanız eyvallah. Yoksa hiç vaktinizi harcamaya değmez.
Dads (Fox): Family Guy’dan ve yüzyılın en sıkıcı Oskar töreninden tanıdığımız Seth Macfarlane’in yeni dizisi. Başrolde Seth Green ve Giovanni Ribisi var. Bu ikisi babaları yanlarına taşınınca hayatları karışan iki bilgisayar oyunu programcısını oynuyor. O babaları da tiplerini görünce tanıdık gelecek ama isimlerini bilmediğiniz iki yaşlı aktör.
Dizinin ilk eleştirileri berbattı. Seksist, ırkçı, hatta “ahlaken yanlış” bile dendi. Fox bu eleştirileri geçtiğimiz senelerdeGossip Girl‘ün yaptığı gibi reklam kampanyasında kullanarak seyirciyi ters köşeye yatırmaya çalıştı. Bu taktik ne kadar işler bilmiyorum ama dizi gerçekten çok kötü. Bu seksist ve ırkçı şakalar öyle akıllıca veyaFamily Guy’da rastladığımız gibi “çok adi ama komik” seviyesinde bile değil. Bildiğiniz bayat. Ortaokulda eteğinizi kaldırıp kaçan gıcık çocuk bileDads’den daha komikti. Hiç zahmet edip izlemeyin.
Trophy Wife (ABC): Ben Stiller, Vince Vaughn gibi komedi ustalarına eşlik eden yan rollerde izlemeye alıştığımız Malin Akerman’ın ilk TV başrolü. Akerman (Kate) vur patlasın çal oynasın bir parti kızıdır. Bir karaoke barda tanıştığı üç çocuk babası Brad’le (West Wing’den Bradley Whitford) evlenince bütün hayatı değişir. Kate anneliğe ve evliliğe alışmaya çalışırken bir yandan da Brad’in iki eski karısıyla uğraşmak zorunda kalacaktır. Brad’in aşırı başarılı cerrah eski karısını Marcia Gay Harden, new-age hippi karısını da Michaela Watkins oynuyor.
The Heartbreak Kid’i izleyenler Akerman’ın ne kadar komik olabileceğini;West Wing hayranları da Whitford’un insanı beklenmedik anlarda vuran gizli seksapelini hatırlayacaktır. Ama bu ikisi birleşince iyi bir şov ortaya çıkar sanıyorsanız maalesef yanılıyorsunuz. Dizi cumburlop diye işin evlilik kısmına atlamak yerine Kate ve Brad’in aşk hikayesine yoğunlaşsaydı daha mı komik olurdu bilemiyorum ama bu haliyle “seksi genç kadın çamaşır yıkamaya çalışır” şakalarının ötesine geçemiyor.
Sean Saves the World (NBC): Smash’deki rezalet Broadway yıldızı rolünü saymazsak , kendini prodüktörlüğe veren Sean Hayes’in ekrana dönüşü bu dizi. Hayes boşanmış gay bir babayı oynuyor. Tek derdi ergen kızına iyi bir baba olmak ama korkunç bir patronu var ve kolu kopsa yara bandı yapıştıracak vakti yok. Bu noktada yardımına aslında hiç anlaşamadığı annesi koşuyor.
Will and Grace’de televizyon tarihinin en komik karakterlerinden birini yarattıktan sonra Sean Hayes’i bu bayat dizide izlemek acı veriyor. Sene 2013 (hatta 2014) arkadaşlar, gay bir karakter eşit değildir modern bir komedi. Eğer siz de Jack hayranıysanız Karen’in düğününde JLo’yla dansettiği muhteşem sahneyi bulun ve arka arkaya 80 kere izleyin. Sonra daSean Saves the World’ü sonsuza kadar unutun, tabii ondan önce iptal olmazsa.
Super Fun Night (ABC): Bridesmaids ve Pitch Perfect gibi filmlerden aşina olduğumuz Rebel Wilson Crocodile Dundee’den sonra Avustralya’dan çıkan en komik şey. Wilson şimdi de ABD’de yükselen yıldızını Conan O’Brien ile yarattığı ve başrolünü oynadığı Super Fun Night ile parlatmaya çalışıyor. Kimmie (Wilson) Cuma gecelerini kendi gibi bekarlıktan bıkmış, ama standart arzulanan kadın tanımına uymadığı için sosyal hayata pek de karışamayan iki kankasıyla pijama partilerinde geçiren bir avukattır. Ta ki hoşlandığı iş arkadaşı Richard’ın da ona karşı boş olmadığını fark edip dizginleri eline almaya karar verene dek.
Televizyonda sarışın, incecik ve her işi yolunda giden kadın kahramanlar görmekten sıkılanlar Wilson’ın Spanx giyerken çektiği acıları izlerken gülümseyebilir. Ne yazık ki seyirciyi diziye bağlamak için tipik şişko kız komikliklerinden fazlası lazım. Wilson’da bunu becerebilecek potansiyel var sanıyorduk. Ya biz yanıldık ya da Amerikan TV patronları yeni starlarının o çok sevdiğimiz köşelerini öyle bir zımparalamışlar ki geriye bir şey kalmamış. Zira Super Fun Night yeni sezonun en büyük hayal kırıklığı.