Özge Doğan, geçtiğimiz yıl ekranlardan aklında kalanları, sevdiklerini, sinir olduklarını, devam etsin dediklerini ve çekip gitsin diye yalvardıklarını derledi
SANSÜRLER: TELEVİZYONUNUZU SEK Mİ ALIRDINIZ?
Televizyonda ufak tefek buzlamalara alışmıştık; fakat bu seneki sansür uygulamalarının, Noel Baba balonunu sünnet etme fikriyle absürtlükte yarışacağına ikna olduk, çok ciddi merciler tarafından iyi ahlakımızı koruduğuna inanılan kararların berbatlığı konusunda ise yas tutmaya karar verdik. Kısaca bakalım; Yer Gök Aşk dizisinde bir sehpanın köşesinde duran kadın heykeli sansürlendi, Eurovizyon’da Finlandiyalı Krista Siegfrids ülkesinin lezbiyen evlilik yasağını protesto etmek için sahnede partneriyle öpüşeceğini önceden duyurunca TRT yarışmayı yayınlamama kararı aldı (TRT gerekçeyi elbette farklı duyurdu). Hüseyin Çelik’in bir sözüyle Veliaht yarışmasının sunucusu Gözde Kansu işten çıkarıldı, sebep giydiği elbisenin dekoltesiydi. Çocukluktan itibaren zihnimize nakşolmuş film kareleri bir anda, hiçbir neden yokken buğulandı. “O kurnadan bu kurnaya çirkef sıçramış” desek Tosun Paşa’nın hamam sahnesiyle karşılaşacağımızı adımız gibi biliriz değil mi? Olmayan oldu, göbek taşındaki sarmalardan, köftelerden, Adile Naşit’in dünya şirini kıpkırmızı suratından, Müjde Ar’ın süt beyaz ten güzelliğinden, TRT yetkilileri müstehcen manalar çıkarmayı başardı ve sahneyi tamamen buzladı. Üstüne Bülent Arınç “Bu Oscar ödüllü filme çok yazık oldu,” deyip kendince dalgasını geçti, sanki B sınıfı filmler sansürlenmeyi sonuna kadar hak edermiş, sansür ve film kalitesi hakkında bir bağlantı varmış gibi. Tosun Paşa’nın Türkiye insanın kalbindeki yerini anlamayanlara hangi bağlantıyı soruyoruz aman!
GİDENLERDEN: MEHMET ALİ BİRAND
BİTENLERDEN
DİZİ SÜRELERİ: "BÖYLE BİR İNSANLIK YOK"
Tükenmişlik sendromuyla bu sene tanıştık, dalgası da bolca geçildi, reklamı bile yapıldı. Meryem Uzerli’ninMuhteşem Yüzyıl’dan ayrılmasının nedeninin önce bu olduğu söylendi, sonra Ayşe Arman’a verilen röportajlar ve ortaya fışkıran magazinel sosla bu ani ayrılışın başka nedenlerinin de olduğunu öğrendik. Ama güzeller güzeli Meryem, bizi ilgilendiren kısmı Nisan ayındaki Antalya Televizyon Ödülleri’nde söylemişti: “Diziler çok uzun Türkiye’de. Hayatta, dünyada böyle bir ülke yok, anlatabiliyor muyum? Hayatta böyle bir insanlık, böyle bir iş yok”. Bu süre meselesinden dolayı, hem oyunculukların, hem senaryonun hem de yapımın kalitesinden ödün vermelere doyamayan Türkiye dizi sektörü hala insani ve güvenlikli çalışma koşullarına kavuşamadı.1 Kadın 1 Erkekgibi örneklerde gördüğümüz gibi kısa formülün Türkiye televizyonları için de olabileceğini test ettikten sonra neden bu ısrar?
EN BIKTIRAN, EN USANDIRAN: İNŞAAT REKLAMLARI
Nerede olduklarıyla, kaç katlı, kaç taksitli, kaç yüzme havuzlu, ne tür bir yaşam merkezi olduğuyla pek ilgilenmedik; çünkü ormanın orası, yeşilliğin burası derken epey yol almışlar katları çıkmışlardı. Birbirine bu kadar benzer içerikte, kötü estetikte, dillerinden düşürmedikleri “kaliteli yaşamdan” soğutan metinlerle dolu inşaat reklamını hiç bu kadar arka arkaya görmemiştik. Şehir ekonomisinin gözlerimizin önünde inşaat sektörünün insafına bırakılması, binaların arasında gondollarla ne yapacağımız sorusu, sürdürülebilir bir şehir hayatından bihaber son model arabalı aile babaları, domestik eşleri ve boş balık gözlü çocukları her seferinde sinirleri bozdu. Gezi’den sonra şükür ki bu reklamları tiye alabilecek duruma geldik.
PENGUENLER! VESİLESİYLE MEDYANIN SAHİPLİK YAPISI
Bu seçme, 2013’ün en iyi çorbacıları hakkında olsaydı bile, Gezi, listeye bir yerden girmeye başarırdı. Hele 2013’ün ekran olaylarını anlatıyoruz şurada, bir şehir yanarken penguen belgeselini gösteren haber kanalını tabii ki dilimize dolayacağız. Sadece CNN Türk değil, olayların en yoğun olduğu saatlerde NTV başta olmak üzere diğer kanalların üzerine çöken sessizlikte patronların telaşlı fısıltılarını biz izleyiciler rahatlıkla duyabiliyorduk. İnsanların haber almak için kullandıkları sosyal medyanın ciddi bir alternatif oluşturmasıyla birlikte kanalların prestijleri de yandı bitti kül oldu. Haber araçları, medyanın utanç duvarına çevrildi, “media center”lara yüründü, medyaya yönelik protestolar “direne direne” canlı yayından geçildi (3 Haziran 2013 Doğuş Center protestosu), ancak Christiane Amanpour devlet büyüklerine “show is over” diyebildi, maçların 34. dakikalarında mütemadiyen kulağımız tıkandı sandık, sesler kısıldı, tartışma programları yeni penguen şovlara dönüştü, Beyoğlu Belediye Başkanı canlı yayında dut yemiş bülbüle döndü...ve biz şunu anladık, farklı sektörlerde yatırımları bulunan medya sermayesinin bu niteliğinin değişmesi hayati önemde ve evet, sahiden yıllarca bu medyadan izledik her şeyi.
KÜLTÜR SANAT PROGRAMLARI: YEKTA KOPAN NERELERDESİN?
Onsuz kültür sanat programları öksüz, ödül törenleri zevksiz, film galaları renksiz. Türkiye televizyonların görüp görebileceği en güzel sesli, düzgün Türkçeli, konuyu iki adımda toparlayan, sevdiği bir konu oldu mu heyecandan yerinde duramayan bu ekran adamına hiç olmadığı kadar özlem duyuyoruz.Gece Gündüzbelki dört başı mamur bir program değildi, eksiklikleri vardı, ama onu en izlenebilir kılam Yekta Kopan’ın zerafetle sorduğu soruları ve fikrinizin hiç olmadığı bir konuda bile size açtığı bilgilendirici, ufak parantezlerdi. O,Gece Gündüz’den ayrılma nedenini “metal yorgunluğu” diye adlandırsa da ve hatta Sevin Okyay’la şu anda bir radyo programı (Köşe Bucak) yapsa da,Gece Gündüz’ün kötü taklitlerine gönül indirebilir miyiz bu saatten sonra? Bir programı daha Oğuz Haksever’e sundurmaktan utanan NTV, Gülay Afşar’la şansını denedi ve olmadı, olmuyor. Deniz Seki’ye de Mehmet Açar’a da, Kenan Doğulu konserine de Orhan Pamuk romanına da aynı saygı, merak, ve görev bilinciyle yaklaşan Yekta Kopan’ı özlemeyen kim?
KADRO DEĞİŞİKLİKLERİ: MUHTEŞEM YÜZYIL'DA OYNAMAYAN BİR SEN, BİR BEN
Beren Saat’in bir türlü uçmayan dizisiİntikam, önce senarist sonra oyuncu değişikliğine gitti. Nejat İşler’e her ne kadarAliye’deki doktor Deniz rolleri çok yakışsa da, onun da rolünden sıkıldığı çok belliydi. Dizi, Yiğit Özşener ve Alican Ulusoy’la şimdilik uyumu sağlamış gözüküyor. Bu sene sonuncu sezonuna girenAşk-ı Derun, Muhteşem Yüzyıl ise en esaslı değişikliği yaptı. Kimileri hala Meryem de Meryem dese de Vahide Perçin olabilecek Hürremlerin içinden belki de en iyisiydi. Şehzade kontenjanından Aras Bulut İynemli (Şehzade Bayezid) ve Engin Öztürk (Şehzade Selim), sultan kontenjanından ise Meltem Cumbul (Fatma Sultan) ve Merve Boluğur (Nurbanu Sultan) diziye katıldı. Berrak Tüzünataç da, Barabaros Hayrettin’in kızı Mihrünnisa Hatun olarak arzı endam ettikten sonra bize de ucundan kıyısından rol düşer mi diye kara kara düşünmeye başladık.
FATİH FİYASKOSU
Böyle başlıklar atıldığında inanın içimiz acıyor, zira Türkiye tarihinin en yüksek bütçeli dizisi diye lanse edilen diziden kaç kişinin ekmek yediğini ve onların yarı yolda nasıl bırakıldığını düşünmek ayrı bir dert. Dizide ne yanlış yapıldı, ne yapılmadı’nın hesabını ayrıntısıyla burada inceleyecek değiliz; fakat iki şeyi hatırlatmak durumundayız. Muhteşem Yüzyıl’ın ilk sezonunda Meral Okay’ın kanal kanal gezip padişahların kavuklarını ekrana sığdırmak için ne tip formüller bulduklarından, yaptığı araştırmanın kaç kitaba ve yıla yayıldığına dair konuşmaları, o güzelim diyalogların gökten zembille inmediğinin bir göstergesiydi. Fatih’in yapımcısı Fatih Aksoy’un “senaryoya değil, platoya önem verdikleri” açıklaması burada daha anlamlı oluyor. İşin içine bu tip dizileri yurtdışına satmaktan elde edilecek gelir, reyting, şöhret vs. de girince herkes bu işlere girmeye daha hevesli gözüküyor. Bir elinde okuma gözlüğü, önünde sayfalarca notla programlara konuk olan Meral Okay’ı hatırlayınız böyle anlarda sevgili yapımcılar.
İkinci ve belki de daha önemlisi ise dizide başrolü oynayan Mehmet Akif Alakurt’un sette şiddete başvurması ve bunun üzerine yönetmen Merve Girgin’in o anda diziden ayrılmak istemesi. Gelişmiş ve kuralları belirlenmiş biri dizi sektöründe bu “oyuncu”nun sektörden çoktan dışlanması, izini de Azerbaycan sınır kapısında bulmamız gerekirdi. Gerekli cezanın verilmesine değinmiyoruz bile... Şimdi ise, yeni sezonda muhteremin cemalini yine yeni bir dizide görürüz diye ödümüz patlıyor.
2013’e daha yeni yeni ısınıyorduk ki birden Mehmet Ali Birand’ın ölüm haberi geldi. Herhalde son ana kadar Kanal D’nin başında haber sunarken gördüğümüz için ölüm ve Birand’ı yan yana getirmekte epey zorlandık. Meslekteki birçok gazetecinin de hocası olduğundan onu anma programları da bol gözyaşı eşliğinde yapıldı. Öyle ya; bir daha kim Yasser Arafat’la röportaj yapıp Margaret Thatcher’ın önünde bacak bacak üstüne atacak? Kim 1992’de Bekaa Vadisi’ne gidip Abdullah Öcalan’la konuşma cesaretine sahip olacak? Haberi her ne kadar oldukça liberal- beyaz bir çerçevede oluştursa da, kim tutuklanan DEP milletvekilleriyle o dönemde Ankara cezaevlerinde görüşme belasına bulaşacak? Genelkurmay tarafından gazetecilikten afaroz edildiği günlerin acısını hastalığında bile bir belgesele (28 Şubat Son Darbe) dönüştürme enerjisine kim ulaşacaktı? Belki ülkenin en iyi anchormani değildi, derdini en sade ve düzgün Türkçe’yle kullanan gazeteci de değildi ama 32. Gün bir efsaneydi, MAB’ın habercilik iştahı da.
BİTENLERDEN
Kuzey Güney’in yapımcıları, senaryonun ve oyuncularının popülaritesine bakmadan iki sezonda, çok da zamanında diziyi bitirmeyi bildi. Cemre’nin ergen sevmelerini, yanıp tutuşmalarını, Kuzey’in vakur sessizliğini, dünya yıkılsa doğruyu söyleyeceğine dair inancımızı, Güney’in aklındaki tilkileri ve kendine bile itiraf edemediği çiğliklerini bile özleyeceğiz. O zengin evde “Söyle arabayı hazırlasınlar,” gibi klişe bir talimatın verilmemesine bile sadece minnet duyabiliriz.Öyle Bir Geçer Zaman ki ise dönem dizisi olarak başladı, karakterler büyüdü, değişti, yaşlandı. Draması da çoğu zaman pek ağdalı olduğu için bize her zamankinden uzun geldi. Ne olursa olsun, üzerinden çok sular aksa da Aylin ve Soner’in şahane aşkını zaman zaman hatırlamak hepimize iyi gelecek. Leyla ile Mecnun ve İşler Güçler’in başından beri hep kendine has bir izleyici kitlesi oldu ve her iki dizi de bitince hayranlar epey üzüldü. Behzat Ç. ise ardında savcı Esra’nın gitmesiyle daha da yalnızlaşmış bir Behzat, Hrant Dink cinayetinden kadın cinayetlerine her türlü konuya el atmaya çalışan dünyanın dosyasını bıraktı ardında. Farklı bir işti, iyi kotarıldı, iyi oynandı, biz Ankaralıları ayrı mutlu etti.
DİZİ SÜRELERİ: "BÖYLE BİR İNSANLIK YOK"
Tükenmişlik sendromuyla bu sene tanıştık, dalgası da bolca geçildi, reklamı bile yapıldı. Meryem Uzerli’ninMuhteşem Yüzyıl’dan ayrılmasının nedeninin önce bu olduğu söylendi, sonra Ayşe Arman’a verilen röportajlar ve ortaya fışkıran magazinel sosla bu ani ayrılışın başka nedenlerinin de olduğunu öğrendik. Ama güzeller güzeli Meryem, bizi ilgilendiren kısmı Nisan ayındaki Antalya Televizyon Ödülleri’nde söylemişti: “Diziler çok uzun Türkiye’de. Hayatta, dünyada böyle bir ülke yok, anlatabiliyor muyum? Hayatta böyle bir insanlık, böyle bir iş yok”. Bu süre meselesinden dolayı, hem oyunculukların, hem senaryonun hem de yapımın kalitesinden ödün vermelere doyamayan Türkiye dizi sektörü hala insani ve güvenlikli çalışma koşullarına kavuşamadı.1 Kadın 1 Erkekgibi örneklerde gördüğümüz gibi kısa formülün Türkiye televizyonları için de olabileceğini test ettikten sonra neden bu ısrar?
EN BIKTIRAN, EN USANDIRAN: İNŞAAT REKLAMLARI
Nerede olduklarıyla, kaç katlı, kaç taksitli, kaç yüzme havuzlu, ne tür bir yaşam merkezi olduğuyla pek ilgilenmedik; çünkü ormanın orası, yeşilliğin burası derken epey yol almışlar katları çıkmışlardı. Birbirine bu kadar benzer içerikte, kötü estetikte, dillerinden düşürmedikleri “kaliteli yaşamdan” soğutan metinlerle dolu inşaat reklamını hiç bu kadar arka arkaya görmemiştik. Şehir ekonomisinin gözlerimizin önünde inşaat sektörünün insafına bırakılması, binaların arasında gondollarla ne yapacağımız sorusu, sürdürülebilir bir şehir hayatından bihaber son model arabalı aile babaları, domestik eşleri ve boş balık gözlü çocukları her seferinde sinirleri bozdu. Gezi’den sonra şükür ki bu reklamları tiye alabilecek duruma geldik.
PENGUENLER! VESİLESİYLE MEDYANIN SAHİPLİK YAPISI
Bu seçme, 2013’ün en iyi çorbacıları hakkında olsaydı bile, Gezi, listeye bir yerden girmeye başarırdı. Hele 2013’ün ekran olaylarını anlatıyoruz şurada, bir şehir yanarken penguen belgeselini gösteren haber kanalını tabii ki dilimize dolayacağız. Sadece CNN Türk değil, olayların en yoğun olduğu saatlerde NTV başta olmak üzere diğer kanalların üzerine çöken sessizlikte patronların telaşlı fısıltılarını biz izleyiciler rahatlıkla duyabiliyorduk. İnsanların haber almak için kullandıkları sosyal medyanın ciddi bir alternatif oluşturmasıyla birlikte kanalların prestijleri de yandı bitti kül oldu. Haber araçları, medyanın utanç duvarına çevrildi, “media center”lara yüründü, medyaya yönelik protestolar “direne direne” canlı yayından geçildi (3 Haziran 2013 Doğuş Center protestosu), ancak Christiane Amanpour devlet büyüklerine “show is over” diyebildi, maçların 34. dakikalarında mütemadiyen kulağımız tıkandı sandık, sesler kısıldı, tartışma programları yeni penguen şovlara dönüştü, Beyoğlu Belediye Başkanı canlı yayında dut yemiş bülbüle döndü...ve biz şunu anladık, farklı sektörlerde yatırımları bulunan medya sermayesinin bu niteliğinin değişmesi hayati önemde ve evet, sahiden yıllarca bu medyadan izledik her şeyi.
KÜLTÜR SANAT PROGRAMLARI: YEKTA KOPAN NERELERDESİN?
Onsuz kültür sanat programları öksüz, ödül törenleri zevksiz, film galaları renksiz. Türkiye televizyonların görüp görebileceği en güzel sesli, düzgün Türkçeli, konuyu iki adımda toparlayan, sevdiği bir konu oldu mu heyecandan yerinde duramayan bu ekran adamına hiç olmadığı kadar özlem duyuyoruz.Gece Gündüzbelki dört başı mamur bir program değildi, eksiklikleri vardı, ama onu en izlenebilir kılam Yekta Kopan’ın zerafetle sorduğu soruları ve fikrinizin hiç olmadığı bir konuda bile size açtığı bilgilendirici, ufak parantezlerdi. O,Gece Gündüz’den ayrılma nedenini “metal yorgunluğu” diye adlandırsa da ve hatta Sevin Okyay’la şu anda bir radyo programı (Köşe Bucak) yapsa da,Gece Gündüz’ün kötü taklitlerine gönül indirebilir miyiz bu saatten sonra? Bir programı daha Oğuz Haksever’e sundurmaktan utanan NTV, Gülay Afşar’la şansını denedi ve olmadı, olmuyor. Deniz Seki’ye de Mehmet Açar’a da, Kenan Doğulu konserine de Orhan Pamuk romanına da aynı saygı, merak, ve görev bilinciyle yaklaşan Yekta Kopan’ı özlemeyen kim?
KADRO DEĞİŞİKLİKLERİ: MUHTEŞEM YÜZYIL'DA OYNAMAYAN BİR SEN, BİR BEN
Beren Saat’in bir türlü uçmayan dizisiİntikam, önce senarist sonra oyuncu değişikliğine gitti. Nejat İşler’e her ne kadarAliye’deki doktor Deniz rolleri çok yakışsa da, onun da rolünden sıkıldığı çok belliydi. Dizi, Yiğit Özşener ve Alican Ulusoy’la şimdilik uyumu sağlamış gözüküyor. Bu sene sonuncu sezonuna girenAşk-ı Derun, Muhteşem Yüzyıl ise en esaslı değişikliği yaptı. Kimileri hala Meryem de Meryem dese de Vahide Perçin olabilecek Hürremlerin içinden belki de en iyisiydi. Şehzade kontenjanından Aras Bulut İynemli (Şehzade Bayezid) ve Engin Öztürk (Şehzade Selim), sultan kontenjanından ise Meltem Cumbul (Fatma Sultan) ve Merve Boluğur (Nurbanu Sultan) diziye katıldı. Berrak Tüzünataç da, Barabaros Hayrettin’in kızı Mihrünnisa Hatun olarak arzı endam ettikten sonra bize de ucundan kıyısından rol düşer mi diye kara kara düşünmeye başladık.
FATİH FİYASKOSU
Böyle başlıklar atıldığında inanın içimiz acıyor, zira Türkiye tarihinin en yüksek bütçeli dizisi diye lanse edilen diziden kaç kişinin ekmek yediğini ve onların yarı yolda nasıl bırakıldığını düşünmek ayrı bir dert. Dizide ne yanlış yapıldı, ne yapılmadı’nın hesabını ayrıntısıyla burada inceleyecek değiliz; fakat iki şeyi hatırlatmak durumundayız. Muhteşem Yüzyıl’ın ilk sezonunda Meral Okay’ın kanal kanal gezip padişahların kavuklarını ekrana sığdırmak için ne tip formüller bulduklarından, yaptığı araştırmanın kaç kitaba ve yıla yayıldığına dair konuşmaları, o güzelim diyalogların gökten zembille inmediğinin bir göstergesiydi. Fatih’in yapımcısı Fatih Aksoy’un “senaryoya değil, platoya önem verdikleri” açıklaması burada daha anlamlı oluyor. İşin içine bu tip dizileri yurtdışına satmaktan elde edilecek gelir, reyting, şöhret vs. de girince herkes bu işlere girmeye daha hevesli gözüküyor. Bir elinde okuma gözlüğü, önünde sayfalarca notla programlara konuk olan Meral Okay’ı hatırlayınız böyle anlarda sevgili yapımcılar.
İkinci ve belki de daha önemlisi ise dizide başrolü oynayan Mehmet Akif Alakurt’un sette şiddete başvurması ve bunun üzerine yönetmen Merve Girgin’in o anda diziden ayrılmak istemesi. Gelişmiş ve kuralları belirlenmiş biri dizi sektöründe bu “oyuncu”nun sektörden çoktan dışlanması, izini de Azerbaycan sınır kapısında bulmamız gerekirdi. Gerekli cezanın verilmesine değinmiyoruz bile... Şimdi ise, yeni sezonda muhteremin cemalini yine yeni bir dizide görürüz diye ödümüz patlıyor.