2013’ün sonlarına doğru başlayan Aramızda Kalsın, bu hafta 52.bölümü ile sona eriyor. Neşeli Günler, Gülen Gözler, Bizim Aile filmlerinde bol miktarda bulunan birbirine her koşulda çok bağlı kalabalık aile hikâyelerinin çok güzel bir örneğiydi bence Aramızda Kalsın. Dizi olarak da İkinci Bahar ile Canım Ailem gibi şahane dizilerle beraber hatırlanacak bir dizi izledik iki sezon boyunca. Uğur Yücel’in Canım Ailem’dekine fazlasıyla benzer bir karakter oynaması ilk başta bir tekrar tedirginliği yaratmıştı bende açıkçası ama sonra dizinin neşeli ve süper iştah açıcı havası arasında unuttum gitti.
Kocasından ayrılıp, iki çocuğu ile Gaziantep’ten İstanbul’a gelen Yadigâr’ın, annesinin yakın arkadaşı Hüsne Celepoğlu ve ailesinin yaşadığı eve gelmesiyle başlayan hikâye, korkunç trajediler, birbirini kaçıran insanlar, dev mutsuzluklar olmadan, başladığı gibi tatlı, yumuşak haliyle devam etti hep. Arada bir takım aşk acıları, kavuşamayacak gibi olanlar, birkaç yanlış anlama, ufak kalp kırıklıkları oldu elbette. Ama günün sonunda yine sofranın başında hep beraberlerdi, çay vardı ve Kıvırcık pişi yiyordu. Hepimizin hep inanmak istediği gibi yani, her şey çok güzel oluyordu bir arada olunca. Kimse “Ev neden bu kadar kalabalık?” diye söylenmiyordu, tuvalet kuyruğu olmuyor, bulaşıklar makineye sığmayacak kadar birikmiyordu.
Senaryoda bazen aşırı mantıksızlıklar, “e geçen bölüm böyle olmuştu o ne oldu?” dedirten atlamalar, sonsuza kadar unutulan karakterler oldu tabii, ama dizinin o neşeli atmosferi ve herkesin oyunculukları o kadar güzeldi ki, oturup da bunlara takılmadım ben. Gökçe Bahadır mesela, bir önceki dizisi Kayıp Şehir’de hayat kadınını oynayan o hali ne kadar inandırıcı olduysa, burada da bir o kadar tam tersi bir rolde, iki çocuk annesi, çocukluk aşkıyla kavuşmanın mahcup sevincini kimseye çaktırmamaya çalışan Yadigâr rolünde de aynı şekilde inandırıcıydı. Sonra Binnur Kaya, onu izlerken oyuncu olduğunu temelli unutup Hüsne Celepoğlu’nun ekmek arası taze soğana beslediği o büyük tutkuya, Yadigâr’ın çocuklarına dünyanın en güzel anneanneliğini yapmasına, sürekli çocuklarla bir takım numaralar peşinde olması ama sonunda her zaman Bahattin’e olan sevgi ve güveninin ağır basmasına bayılmamız (ki bu Yaşar Usta’ya “Sattıysam kendi evimi sattım,” diyen Adile Naşit pişmanlığıdır) kendisi sayesindedir.
Dizinin benim için en büyük sürprizi ise, evin ‘aşortmanlı’ kızı Arife oldu. Dünyanın en gamzeli aşkını yaşadılar Arife ile Mahir, ve en bitmesini istemediğim, yüzümde dev bir sırıtmayla izlediğim sahneler onların sahneleri oldu her zaman. Adı Aşk Olsun şarkısı eşliğinde bir karaoke sahneleri vardı mesela (ki aslında Hoplayıver Çekirge, söylemek için çıkmışlardı), moralim bozulduğunda açıp açıp izlerim. Arife’yi oynayan Gamze Karaduman’la, Mahir kardeşimiz Ferit Aktuğ’a buradan bütün tebriklerimi iletmek isterim, uzun zamandır bu ikisi kadar sevdiğim bir dizi çifti olmamıştı.
Bir sezon daha yayınlansa izlerdim aslında Aramızda Kalsın’ı, ama saçmalamadan ve “oeehh sıktı artık” dedirtmeden, makul bir bölüm sayısında bittiği için de seviniyorum. Bir sonraki mutlu aile dizisinde buluşmak üzere, esenlikler dilerim.