Ulan İstanbul’da bu hafta mahallelinin başı beladaydı. “Alın Teri” projesi ile birlikte mahalleliye “İstanbul’un ortasında Paris” sözü veren dolandırıcı bir şirket tüm evlerden tapuları alarak, mahalleliyi hem evlerinden edecek hem de ciddi zarara sokacak bir sözleşmeye de imza attırdılar. Mahalleliyi bu beladan kurtarmak ise “Mahallenin Kahramanları”na düştü. Altın altılımızda kollar sıvandı ve plan işlemeye başladı. Çetemiz bu sefer paranın içinde yüzmekten kafalarının içine oksijen ulaşmayan, zengin bir aileyi rol edindiler. Çok eğlendiler, çok eğlendirdiler ve en sonunda da mahallelinin tapularını geri alarak günü kurtardılar. Herkes tapuyu verdi vermesine ama penceresine astığı pankart ile direnen Servet Amca günün esas kazananı oldu. Yaşasın tam bağımsız Servet Amca!
Kuruttunuz bu çocuğu kederden.
Öyle uzaktan uzaktan olmaz, yakınına gideceksin.
Bu bölümde görüp görebildiğimiz tek pozitif Ferdi ve Derya sahnesine buyurun şuradan.
Başından beri yapılması gereken şeyi en sonunda Ferdi yaptı. Çok da iyi yaptı!
Ferdi ve Derya (Namı diğer FerDer) cephesinde bilin bakalım ne var? Doğru bildiniz, yine diz boyu sorunlar! Ferdi ve Derya birbirlerini gerçekten seviyorlar, bu cepte. Ama aralarına sürekli ama sürekli bir şeyler giriyor. Bu hikâyenin bir şekilde yürümesi için bir yerlerden bir olay örgüsü oluşturulması gerektiğinin elbet farkındayım. Bir denklem kuracaksın ki o denklemi çözerken bölümler de aksın gitsin. Fakat Ferdi ve Derya arasında kurulan bir denklen çözülmeden kucaklarına bir başkası atılıyor. Zaten elde kâfi derecede olay varken yeni yeni sorunların meydana çıkarılmasını gerçekten anlamıyorum. Tam “Her şey yoluna girdi.” diyorlar, hop bir başka sorun. “Nereye kadar bu böyle devam edecek?” derken ise Ferdi’nin yapılabilecek en doğru hamlesini gördük. Ferdi’ye ister kıro deyin, isterseniz “fazla agresif” bir karakter olarak nitelendirin fakat Derya’nın çoktan yapması gereken şeyi Ferdi yaptı bu hafta ve çok da iyi yaptı. Derya kimseyi kırmadan bu işten sıyrılmak istiyor, O’nu da anlıyorum fakat bu durumlarda elbet biri kırılacak. Derya, Ceyhun’u kırmadan durumu kotarayım derken her seferinde Ferdi yanı başında bin parçaya bölünüyor. Hep mi Ferdi kaybedecek? Şiir yazar şiiri Ceyhun alır, Karlos ve Yaren’in yardımıyla sürpriz hazırlanır Ceyhun kapar. Artık Ferdi kaybetmesin. Ferdi bin kez kırılacağına, Ceyhun bir kez kırılsın.
Arkadaşlar biri bana bu cümleyi kursa muhtemelen depar atarak kaçardım kendisinden…
Git konuş Shan Li ile, tabii… Zaten senden de tam olarak bunu isteyen olmuştu.
Derya’nın Ceyhun’a kurduğu cümle: Yavaştan alalım.
Ceyhun’un anladığı: Kiss me hard before you go!
Ceyhun’da tam kendime yakın hissedecek bir şeyler bulmuştum ki bu hafta yine özüne döndü. Bu gereksiz ısrarcılığı gerçekten anlamıyorum ve anlamayacağım da… Bir insan bir ortamda istenmediğini hiç mi fark etmez? Bu kadar mı saf bu adam, bu kadar mı hiçbir şey görmüyor? Derya, Ceyhun’un yanındayken diken üzerinde ama Ceyhun nasıl oluyorsa bunu “Derya benimle baş başa kalmak istiyor, benden hoşlanıyor,” şeklinde yorumluyor. Bunun geçtiğimiz haftaki öpücükle de bir alakası yok, Ceyhun hep böyleydi. Hatırlarsanız geçtiğimiz haftalarda Ceyhun, Derya’yı gece kulübüne davet etmişti ve Ferdi’nin kendisinden uzak durmasına tahammül edemeyen Derya da kabul etmişti. Olay bundan ibaret olmasına rağmen Ceyhun bunu “Bu geceyi kendimize ayırmak istedik,” şeklinde yorumlamıştı. Yine bu hafta Derya, Ceyhun’un gereksiz yakınlığından rahatsız olduğunu açıkça belirtmesine rağmen Ceyhun bu konuşmadan saniyeler sonra Derya’yı öpmeye kalktı ve daha sonrasında ise Derya ile evlenmek istediğini söyledi. Derya’nın Ceyhun’dan rahatsız olduğunu göstermesi ve Ceyhun’un bunu anlaması için bu kızın daha ne yapması lazım? Belki yine kızanlar olacak bana fakat Ceyhun cidden inanılmaz takıntılı bir karakter, rahatsız edici derecede hem de. Hem takıntılı hem de her konuda fazla ısrarcı. Ceyhun’un polis olması demek insanların aile içinde çözmeye karar verdikleri probleme burnunu sokabileceği anlamına gelmiyor. Yanarım yanarım Derya’nın kibarca “Ceyhun, bu seni ilgilendirmez,” diyemediğine yanarım. Derya, bu şekilde Ceyhun’a bir şey dememeye devam ettikçe Ceyhun iyice tepelerine çıkacak. Cidden Ceyhun benim için inanılmaz rahatsız edici bir karakter olmaya başladı. Daha ne kadar bu gereksiz ısrarcı ve takıntılı tavırlarına tahammül edilebilir? Bilemiyorum. Ceyhun gibi biri karşıma çıksa arkama bile bakmadan kaçardım herhalde. Aynı durum Esra’da da fazlasıyla mevcut… Bu ikilide ciddi bir “Kendi kendine gelin güvey olma durumu” var. Birbirlerine gelin güvey olsalar da toptan rahat etsek.
“Ben sana 7 gün 24 saat bakarım.”
Çok mu çok güzelsiniz?
Mutfakbadicilik?
ÇITÇITÇILIK!
Neyse ki Karlos ve Yaren (KarYar mı demeliyim yoksa?) gibi güzel şeyler de var. Ceyhun’u izlerken öyle takatim kalmıyor, karakter öyle yoruyor ki beni Karlos ile Yaren sayesinde nefes alıyorum. Karlos ve Yaren birbirlerini çok seviyorlar ama aynı zamanda inanılmaz iki güzel dostlar… Birlikte gerçekten çok güzel vakit geçiriyorlar. Bu hafta Karlos “Seninle dans etmeyi özledim,” dediğinde bir an o çok beklediğimiz Karlos ve Yaren geçmişi ile ilgili bir bilgi geleceğini düşündüm ama yine olmadı. “Belki ilerleyen zamanlarda” diyerek bu defteri yine bir süreliğine kapatıyorum. Karlos’un, Yaren’e yaptığı sürpriz bu haftanın en güzel detayıydı. Hem ikisinin arasındaki romantik diyaloglar hem de sahnenin kendi enerjisi çok güzeldi. Kendilerini daha nice pilav günlerinde görmek isteriz, hatta biz düzenleyelim de bizimkine gelsinler. Olmaz mı?
Her şekilde karizmanız üstünüzde.
Kandemir ise kızının baba olarak bildiği adamın adını öğrendi. Stalker olmak bazen çok faydalı bir iş de olabiliyormuş demek. Bahadır’ın yardımıyla da bu adamın kim olduğunu araştırmaya başladılar. Bahadır demişken; bu karakter çetenin ayak işlerini görmekten çok öte bir karakter. Artık hak ettiği değeri görmesi lazım hikâye içinde… Biz O’nu da tanımak istiyoruz, Ferdi ve Karlos ile ilişkisini görmek istiyoruz. Ferdi ve Karlos ne zamandır tepeye gitmiyorlar mesela, Bahadır’ı da alsalar ve bir güzel dertleşseler orada… Öyle güzel olur ki. Bahadır da ofiste ya da arabada geçirdiği zamandan daha kaliteli zaman geçirmiş olur.
Ulan İstanbul’un Maşuka’sını pamuklara sarıp sarmalamak lazım. Uzun zamandır böylesine eğlenceli bir karakter izlememiştim. Maşuka’da esas güzel olan şey de o platonik aşktan doğan eğlenceli halleri… Bu kadar dozunda ve hikâyeye böyle güzel yedirilmiş esprilerinin hangi birini saysa bilemiyor insan. Ulan İstanbul’da bir karaktere “Fenomen” yakıştırması yapılacaksa eğer Maşuka bunu sonuna kadar hak ediyor.
Son olarak; Ne zamandır kasada biriken para sayılmıyor. Ali Rıza Kaptan’ı kurtarmaya ne kadar zaman kaldı, kurtulacak mı? Kurtulursa şayet hikâye nasıl devam edecek? İşte bunlar hep soru.
Son olarak; bu ortamlar hiç bozulmasın…
Eğlenceli olduğu kadar üzücü bir Ulan İstanbul bölümünü de böylece ardımızda bıraktık. Hepinize Karlos gibi sürprizleriyle sizi şımartacak bir dost ve sevgili dilerim.