Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
Üç anne: O da üzgün, yapma, herkes çok üzgün
Sezon: 1 Bölüm: 7

Anne kız gayet mutlu mesut yaşıyorlar aslında.

Evet başlık, Azra ile Kerem’in halet-i ruhiyelerini anlatmaya kafi değil. Bu sefer sadece onların çaresizliğinden doğan bir üzüntü halinden bahsetmeyeceğiz yazıda. Değişik mesafelerde durduğumuz dizinin annelerine bakmaya çalışıp onların “öyle deme, dur bakalım”larını, “sana hakkımı helal etmem”lerini, “sen her şeyi hak ediyorsun”larını, kızlarını peri gibi görmelerini, kızlarını biraz öldürerek sevmelerini, ve bizden ne kadar uzak olursa olsunlar bu üzgün zamanlarında onları anlamayı tercih ettik.

AZRA'NIN ANNESİ: SİNİRLE TABAKLARA DAĞITILAN YEMEKLER
Onu; saçı başı dağınık bir halde kendini yiyip bitirirken, ortada kayda değer bir şey yokken kızlarına acımaktan yorgun düştüğü bol gözyaşılı tiradlarıyla tanıyabilirsiniz:Senaristler tarafindan başına “er arandığı” için eleştirmelere doyamadığımız, alavere dalvereden başını kaldıramayan annemiz Müzeyyen. Bu bölümde oyun havaları eşliğinde aerobik yapmaya yeltendi (Neden?). Kızına zengin bir kısmet bulma çabasının yanında yıllarca evlere temizliğe giderek hayatını kazanmış ama “bu yaşından sonra” gitmek ona zor geliyor. Fırsat bulduğu her anda en klişe cümleleri ardı ardına dizmekte üstüne yok: Kerem’in Şebnem’le nişan haberi gazetelerde boy boy yayınlandığında “kadersiz kızım” ve türevlerini makinalı tüfek gibi sıralayabilir. “Teselli etmek” için gittiği Azra’nın evinden “istenmediğimiz yerde durmayız” gibi en iç bayan postaları koyup evi terk edebilir, hatta üstüne bir de özür bekleyebilir. Hiçbir zaman kızlarına gerçekten yaklaşamaz, çözülmekten korkar, kendi hakkında uzun uzadıya düşünmekten korkar. Hatalarının yüzüne vurulmasından korkar. Bunlardan kaçmak için ise tabakları çarpa çarpa yemek dağıtmaktan helak olur. Sokak ne der diye çok umursar görünür, fakat sanki kızlarına bir sabah mektup bırakıp gönlünü çelen zengin bir adamla Antalya’nın küçük bir köyüne yerleşecek kadar aklı firardaymış izlenimi verir. Fatmagül’ün Suçu Ne’deki Mukaddes’in biraz daha naif versiyonu diyebiliriz. Kızlarına her “ders çalış” deyişinde, makarna tenceresini bezginlikle her kapatışında, “eve uğramaz oldun” diye evi çınlattığı her sahnede içiniz, ertesi güne ödev biriken pazartesi akşamlarına dönebilir. Evinizin salonundaki sarı boz kadife koltukları, floresan lambaları, günün yorgunluğundan söylenmiş asap bozucu bütün sözleri ve 24 saat öncesinden içinizi karartan bütün öğretmenleri hatırlattığı için bu anne size epey uzak gelebilir. Hatta babanın olmadığı bir evde hiç gerek olmamasına rağmen “olmayan, olduramayan” bir otorite yaratma çabasına neredeyse acıyarak bakabilirsiniz. Ama her şeye rağmen bu kadından, kızını “karnında bebesiyle bırakmış” bir adama hiç olmazsa hesap sormasını beklersiniz (ve annenin Kerem’in düğününü basma fikri size bu yüzden hiç uzak gelmez). Onu anlamak çoğu zaman zor olsa da gözündeki hakiki şefkat ve kaygı emareleri kalbimizi bu kadına karşı ılık tutan belki de tek dayanağımızdır.

KEREM'İN ANNESİ: DUALARIM VAR, DUVARLARIM VAR
Başından beri derinden ilerleyen, kocasının ölümüyle yasını içinde yaşayan, yakıp yıkmadan ve bu bölümden anladığımız kadarıyla doğrudan şaşmayan bir karaktere sahip Sırma. Anneler içinde bize en yakın olanı. Kış öncesi turşu kuruyor mesela, duvarında kilim çantalardan, kimin yaptığı belli olmayan manzara resimlerinden var. Namaz kılıyor. Kerem ve Şebnem’in nişanını, iPad’den (Şebnem’in eski sevgilisi Hakan), gazeteden (Orhan-mafya) veya masasında sürekli açık olan bilgisayardan (Semra) değil, biz fani insanlar gibi kardeşinin ona telefon açmasıyla öğreniyor. Oğlunun, mafyanın peşinden kurtulmak için bile olsa birilerine yalan söylediğini, onları dolandırdığını duyduğunda içinde müthiş bir öfke birikiyor. Öyle ki hayatta tek güvenebileceği insanı karşısına alıp onun düpedüz dolandırıcılık yaptığını söylüyor. “Para için kendini sattın” sözünü gözünü kırpmadan oğlunun yüzüne çarpıyor. (Dizilerde erkeklerin sırtının sıvazlanması pek olağandır bu durumlarda). Ve daha da önemlisi geride kalan yegane insanı, Azra’yı, ısrarla Kerem’in gözünün içine bakarak soruyor: “Azra ne olacak?”. Kerem Şebnem’in hastalığını bahane edip onu istese de bırakamayacağını söyleyince ona da kayıtsız kalamıyor. Mesela Şebnem için  “yere batsın o kızın adı” demiyor, Azra için “gül gibi kızı bıraktın” demiyor, bütün yaşananlar için “Allah kahretsin” bile demiyor. Klişe laflardan bin fersah uzak (belli ki senaristler de seviyor onu), kadere hesap sormayı aklına getirmeyecek kadar bilge. Kerem’in dedikleri karşısında oğluna da hak veriyor, ve bütün bunların sonunda ondan sadece kendisini düğüne çağırmamasını rica ediyor. Yeri göğü inletenlerden değil, anneliğin arkasına sığınanlardan hiç değil. Bu dünyada yalnız başına, gerektiğinde oğluna meydan okuyacak kadar duran sessiz bir dağ.

NEBAHAT ÇEHRE
Ara başlıktan anlaşılacağı üzere Şebnem’in annesinden çok dizide bir Nebahat Çehre şov var. Neslihan’ın şirketteki Anna Wintour hallerinin yapaylığından, asistanı Ece’yi fırçalama tarzına, çocuklarıyla olan kansız cansız ilişkisinden, geçmişinin boş bir çerçeve gibi duvarda asıl olmasına elimizde onunla ilgili pek bir veri yok. Geçtiğimiz bölümlerdeki film izleme sahnesi gibi karakteri tanımaya olanak tanıyan küçük hikayelerin nasıl cayır cayır harcandığını yazmıştık. Bu bölümde ise “hoş kız, güzel, kapalı kutu, agresif” gibi karakteristik özelliklerinden yola çıkarak Can’ın pek hoşlandığı Azra’yı annesine benzettiğini öğrendik. Fantastik gelinlik beğenme sahnesi ise Azra ve Neslihan’ın, gelinliği asıl giyecek olan Şebnem’i bir kenara iterek kendi egolarını çarpıştırdığı bir arenaya döndü (keşke bu iki karakterin benzerliği daha keskin bir hatta ortaya çıksaydı). Fakat Şebnem’in, önüne konulmuş ılık süte mırlayan kedi gibi Azra’nın beğendiği gelinliğe bir saniyede olur vermesi içimizdeki Firdevs Hanım nostaljisinin yarattığı bütün gerilimi söndürüdü. Belli ki Nebahat Çehre “Benden bu dizide böyle bir şey beklemeyin,” diyor. Kızı için en az diğer anneler kadar üzgün, otorite takıntısını şirketinde bırakmış, küçük çaplı entrikalarını ise uzay üssünden hallice olan odasından yürütüyor. Kızının sevdiği adamın mafyaya olan borcunu ödemekte tereddüt etmiyor, nereden geldiği bilinmeyen bu adama güvenmeyi tercih ediyor. Çünkü biliyor ki daha büyük dertlere gerek yok, kızı hasta ve o iyileşinceye kadar her şey gözden çıkarılabilir. Neslihan’ın gözyaşları ne Müzeyyen kadar histerik, ne Sırma kadar içine akan cinsten. Onunki biraz eyelinerlı rimel lekeli, doktorun karşısında engel olunamayan, ip gibi akanlardan.

Erkeklerin terk edip gittiği evlerde, bu kadınlardan biri gözlerinin önüne bembeyaz bir duvar çekerek yaşıyor, biri elindekileri beceriksizce hizaya sokmaya çalışıyor, diğeri de ayakta kalmak için dünyanın hakimi olmanın tek yol olduğuna kendini inandırmış durumda. Pek güçlüler, bir o kadar da dertli. Üzülüyoruz onlara, ah hem de nasıl.
 
YORUMLAR




BUNLAR DA VAR