Tina’ya destek olan –nasıl tanıştıkları muamma olan- Yusuf’un ise Tina’ya karşı boş olmadığı her halinden belli. Yusuf çok güzel bir karakter olmuş, gerçekten. O naiflik, o güvenilir havası, sınırlı imkânlarıyla dahi olsa her an yardıma hazır hali Tina’nın tam olarak ihtiyacı olan şey. Her yanın kurt kapanı olduğu işgal altındaki İstanbul’da Tina’nın karşısına Yusuf’un çıkması onca şanssızlık içinde olabilecek en güzel şey. Umarım izlenimlerim beni yanıltmamıştır ve Yusuf ile Tina arasında güzel bir aşk hikâyesi izleriz. Bence hiç fena olmaz.
Şura… Aluşta’da Mirza Eminof’un baskısıyla sıkıntılar yaşadı, Rusya’da Seyit’ten ayrı kaldığı için sıkıntılar yaşadı ama bunların hepsi çok kolay çözülebilecek mevzulardı. Şura, Barones’in zihninde kol gezen yılanlarla baş edemeyecek kadar temiz düşüncelere sahip. Kıskançlık dönem ve mekân fark etmeksizin her kadın ve erkeğin zihnini kurcalayan yegâne duygudur, Şura da gözüne sokulan ip uçlarını geçmişten heybesinde taşıdığı güvensizlik ile birleştirince bu duygusu tavan yaptı. Ben Şura’ya kızmıyorum, yangın yerinde bile kaybetmekten korkmadığı Seyit’i kaybetmekten en çok korktuğu zamanları yaşıyor O. Şura, Seyit ile nefes alıyor. Gözlerinin içine bakmadığında kendini yalnız hissedecek kadar bağlı Seyit’e. O’nu kıskanmasından ve kaybetmekten deli gibi korkmasından daha doğal ne olabilir ki? Tüm bu sevgi ve kaybetme korkusu içinde evlilik mevzusu açıldığında ise heyecana kapılıp Seyit’ten gelecek cevabı beklerken, Seyit’in kem küm etmesiyle birlikte mevzuyu toparlayarak O’nu zor durumda bırakmayacak kadar da anlayışlı ve gururlu bir kadın. Herkesin sormaya başladığı ve Seyit’in her seferinde ne diyeceğini bilemediği evlilik mevzusu ileride yaşanacak bazı sorunların habercisi. Daha Aluşta’da babasının karşısında dikilip Şura’yı ölesiye savunurken, değişen şartlarda ve önlerinde hiçbir engel kalmamışken bu tavrı takınmasının da savunulacak yanı yok aslında. Seyit gerçekten çok güzel bir adam; cesur, yardımsever, her şeyden önce iyi yürekli ve güzel seven bir adam ama bu evlilik durumu üzerinde inanılmaz bir baskı oluşturuyor. Seyit’in hayatında çok şey değişti, değişmeye de devam ediyor. Belki de tüm bu değişim içinde Şura ile olan durumunun da daha farklı bir boyuta taşınmasını istemiyor olabilir ama ne olursa olsun kendisi için ailesini arkasında bırakıp gelen bir kadın ile evlilikleri mevzu bahis olduğunda karşısında kem küm ederek O’nu da zor durumda bırakmaya ve üzmeye hakkı yok. Seyit’e en son Şura’dan ailesinin tutumunu sakladığı zaman bu kadar kızmıştım. O zaman da Şura’yı yapamayacağı bir durum ile ilgili hayal kurmak durumunda bırakıyordu, şimdi de aynısını yapıyor. Olmaz. Ve bu hafta çok sevdiğim Şura geri dönmüştü. Alya’yı, Billy’e karşı savunduğu sahne enfesti. İnanılmaz naif olan ve çok kırılgan bir profil çizen bir kadın olan Şura, kesinlikle ama kesinlikle herhangi bir haksızlığa gelemiyor. İster kendisine, ister çevresindeki herhangi birine olsun, yapılacak herhangi haksız hareket Şura’yı çileden çıkarıyor. Şura’nın anahtar kelimesi: Adalet.
Celil acı çekerken bile ne kadar sempatik olunacağını gösterdi sanırım bizlere bu hafta. Yüzbaşı Billy’ye (“Bili bili” esprisi ne zaman yapılacak diye bekliyordum ki Rıza patlatıverdi sağ olsun,) verdiği ayar enfesti. Beni en çok etkileyen ise Seyit’in yumruğu ile yere yığılan Celil ve akabinde Seyit ile karşılıklı döktükleri göz yaşlarıydı. Celil’i kendisine getirebilecek tek kişi Seyit’ti ve zor da olsa Celil’i alkol şişelerinden çıkararak tekrar hayata döndürdü. Kendisini toparlaması ile birlikte de eski tatlı Celil’e bizleri kavuşturdu. Güzide ile Celil arasındaki olası ilişkinin ile nasıl başlayacağı tam bir muamma. Güzide’nin Celil’e karşı olan zafiyetini Celil, Seyit ve Şura’dan başka neredeyse herkes anladı. İlk anlayan da Güzide’den hoşlanmadığı açık olan Ayşe ve Yahya oldu. Yahya, en başından beri “Benim gözüm tutmadı” diyebileceğim bir karakter. Uzaktan bakınca iyi görünüyor ama bakışlarının altında çok derin bir sessizlik var, fırtına öncesi gibi adeta. Ben ufak çaplı bir Aşk-ı Memnu olacağını düşünmüştüm ama Adnan’ın yıllarca anlayamadığı mevzuyu Yahya, Güzide’nin tek bir bakışıyla çözdü. Güzide ve Celil arasında yaşanacak olası bir aşk, hiç de kolay olacağa benzemiyor. Bu arada; bu bölüm Celil ve Şura çok ama çok güzellerdi. Hikâyenin Rusya ve Aluşta ayağında ikisini izleme fırsatı yakalayamamıştık ama ikisi birlikte inanılmaz tatlı olmuşlardı. Aralarındaki dostluk onlara öyle güzel yakışmıştı ki, bayıldım.
Petro’nun aslında nasıl bir vicdan azabı çektiğine şahit olduk ve Petro ile ilgili uzun zamandır düşündüğüm şeyler, Barones’in ağzından döküldü bu hafta. “Seyit ile olan gizli savaşın ancak Şura senin olduğu vakit son bulacak,” dedi, haklıydı da. Petro, Şura’yı bitiş çizgisindeki bir ödül olarak görüyor ve Petro’nun kurgusunda ikisi de Şura’ya ulaşmak için olanca güçleriyle yarışıyorlar. Bu yarışın galibi ise Petro’nun yıllardır Seyit’ten gizli sürdürdüğü savaşın da galibini belirleyecek. Bu yüzdendir ki hiçbir zaman Petro’nun Şura’yı gerçekten sevebileceği ihtimalini aklımdan dahi geçirmedim. Petro sevmek adına son şansını Rusya’da, babasının evinden kovulduğu gecede bıraktı. Petro’nun, Lola’nın ucuz oyunlarından kendisini sıyırıp Alya ile iş birliği yapacağı anı bekliyoruz. Petro gibi kaliteli bir kötü, Lola gibi bir kadının yanına asla yakışmıyor. Alya ise bu bölüm kendisini bizlere tanıtmaya başladı yavaştan; inanılmaz hırslı bir kadın. İçine sürüklendiği bu zorunlu hayat koşullarından kurtulmak için gerekli gücü kendisine sağlayabilecek her durumun içinde bulunabilecek bir kadın ve Petro ile aralarında gelişecek herhangi bir ilişkiyi büyük bir hevesle bekliyorum.
Hikâyenin “aksiyon” olarak adlandırılabilecek kısmı beni hiç çekmiyor. Herhangi bir keyif vermediği gibi orada yaşanan olaylara da inanmıyorum, bir eksiklik ya da aksaklık var. Seyit gelmeden evvel Ali Dayı ve Yahya işlerini nasıl yürütüyormuş, hiçbir şey beceremiyor muymuşlar da Seyit’i görünce çölde vaha bulmuş gibi sıkı sıkı sarılmışlar? Uzun lafın kısası; “aksiyon” olarak kurgulanan sahneler daha ziyade tuzu eksik yemek gibi, hiç tat vermediği gibi –en azından benim için- seyir zevkini de baltalıyor sanki. Bu sahnelerdense mütemadiyen domates doğrayan Ayşe’nin gaflarını, Binnaz’ın tatlı tatlı ortalığı koordine edişini, Ali Dayı’nın ağzının içinde İngiliz askerlerine söverken diğer yandan sakinliğini koruyabilmesini, Sabri’nin düşüncelerini alışılmamış şekilde açıkça söyleyivermesini ve hatta Güzide’nin Celil’i gördükçe eli ayağına dolanan heyecanlı hallerini izlemeyi tercih ederim.
Son söz; bölümün en keyifli sahnelerinden bir tanesi Celil, Şura ve Seyit’in “İnşallah” sahnesi idi. Bu üçlü, hatta Petro’yu da katalım, inanılmaz bir keyif veriyor. Daha fazla yan yana izlemek dileğiyle satırlarımı sonlandırıyorum. Hepinize Petro’nun kahkahası tadında günler diliyorum.