Bu hafta Ulan İstanbul’un şu ana kadar yayınlanan bölümler içerisinde belki de en iyisini ardımızda bıraktık. Bu bölüme gelinceye kadar benim için zirvede olan bölüm Yıldıray Şahinler’in konuk olduğu, kafes dövüşü bölümü idi. Eminim ki çok daha iyi bölümlerini göreceğiz Ulan İstanbul’un… İnanılmaz eğlenceli ve inanılmaz güzel ayrıntıları olan bir bölümdü.
Ceyhun’un hikâyedeki yerini bizlere öyle güzel yansıtıyor ki bu kare.
Bölüm içerisindeki en güzel ayrıntılardan biri Ali Rıza Kaptan ile Ceyhun ve Esra’nın hapishanede karşılaşmalarıydı. Aslında bu karşılaşmaya sayfalar yazılır fakat ben tek ve en önemli yönüne değinmek istiyorum. O sahnenin bana verdiği mesaj; Ceyhun’un ancak ve ancak bizim altın altılının karşısında yer alabileceğiydi, Ceyhun ile bizim çetenin yan yana durması mümkün değil. Ceyhun, altın altılının amacına ulaşmak için yürüdüğü yolda bir taş… Bir engel…
Ferdi ile Kandemir’i birbirine benzetmemin en büyük sebebi bu sahne. Kandemir’in yaptığı ile Ferdi’nin yaptığı farksızdı.
“Zaten sevda mezarlığımızda seni seviyorum diyemediklerimiz yatıyor.”
Ferdi ile Kandemir öyle benziyorlar ki birbirlerine aslında. Belki de Kandemir’in Ferdi’ye bunca kızmasının sebebi de budur. Ama insan Karlos ile oturup dertleştiği kadar Ferdi ile de oturup dertleşsin, O’nu da anlamaya çalışsın istiyor. Gönül herkeste aynı işliyor, bu meret birinde daha az kan pompalamıyor ki yürek acısı diğerinde daha az olsun. Keşke Kandemir“sevda mezarlığı”ndan bahsederken Ferdi’nin mezar taşını kendi elleriyle yazdığını fark edebilysedi. Ferdi’nin Ceyhun’a yumruk atması bir hatadır, evet ama tamir edilemeyecek bir hata asla değildir. Neticede Ceyhun, Ferdi’yi Derya’nın abisi olarak biliyor ve bir abinin böyle bir tepki vermesi Ceyhun ve Şehriban’ca gayet doğal karşılanabilir ve görüldüğü üzere karşılandı da…
Yani o bakışlar diyor ki; “Benimle mutsuz olacağına, bensiz mutlu ol.”
Burada da diyor ki; “Olmuşken tam olsun, hiçbir hatıran kalmasın bende.”
Böyle oldukça Ferdi’yi çok daha fazla seviyor ve çok daha fazla üzülüyorum O’na… Derya’nın ekipten ayrılıp kendisinden uzaklaşmasındansa yanında olmasına ama O’na içinde olanları söyleyememeye razı oluyor. Ferdi’deki en sevdiğim özelliklerden biri de bencil olmaması… Kendi mutluluğuna ulaşmak için bir başkasının mutsuzluğunun üzerinden atlaması gerekiyorsa eğer olduğu yerde durmayı tercih ediyor. Tıpkı Kuzey Tekinoğlu gibi… Kuzey’i de delice severdim ve Ferdi ile karakterlerini inanılmaz benzetiyorum. Ve dün akşam gördüm ki bu izlenime sahip tek kişi ben değilim. Ferdi’deki o şahane Kuzey havasına kapılan benim gibi o kadar çok insan var ki… Yani uzun lafın kısası; bizi en büyük çeken Ferdi’deki o Kuzey havası, anlayamazsınız!
Kıskanmak vol.1
Kıskanmak vol.2
Kıskanmak vol.3
“Şu gözündeki ateşten biraz da yüreğinde olsa keşke… Sadece sen bana böyle bakınca kendi göz rengim ortaya çıkıyor. Biliyor musun?”
Üzülüyorum ama Ferdi ve Derya’nın aşkının ilerleyişi çok hoşuma gidiyor benim. Tam benim kalemimde gidiyorlar şu an; o naif tutku, imkânsızlık, ulaşılmazlık ve daha neler neler… Öyle “ilk görüşte aşk” hikâyeleri hiç bana göre değil, çok sığ bana kalırsa. Ceyhun da bu sebeple sığ geliyor ya zaten ve yine bu sebeple Ceyhun için “Derya’ya âşık” diyemiyorum, “âşık olduğunu zannediyor” diyorum. Nedir yani “ilk görüşte aşk” dedikleri? Kaşından, gözünden etkilenmek midir aşk? Eğer bir aşk varsa, o aşkı derin kılacak bir şeyler de olmalıdır. Tıpkı Karlos ve Yaren arasında, Derya ve Ferdi arasında olduğu gibi. Arabesk ise arabesk, “klişe” ise klişe… Ferdi’nin gözlerindeki ateş Derya’nın gözlerinin rengini ortaya çıkaradursun, Karlos sevgisini gül edip Yaren’in başından aşağı dökedursun, biz de onları seveduralım. Çok sevelim hem de…
Ama ben sana dedim Karlos; “Bazen öyle göründüğü kadar basit değil,” diye…
Ah Yaren’im ya…
Ben de size kurban olurum be!
Ön koltuktan arka koltuğa nasıl yürüsün bu çocuk?
Karlos seni O Malatyalı olacak herifle gönderir mi Yaren’im? Mümkün mü öyle bir şey?
Kıyamam… Darısı başınıza…
Karlos ve Yaren’in arasındaki “Bi’ küçük Malatyalı meselesi”nin sündürülmemesine çok sevindim. O atışmaların altında birbirlerine defalarca ilan-ı aşk etti Karlos ile Yaren, şimdi böyle bir mesele yüzünden uzunca bir süre birbirlerine dargın kalmalarına içim elvermezdi. Fakat Karlos’un aynı gece eve kız atmaya kalkmasına kızmadım desem dünyanın en büyük yalancısı olurum. Ben birinin sevdiği insana kızıp soluğu bir başkasının kollarında aldığı hikâyeyi sevmiyorum. Neyse ki başımın tacı Karlos, farkını ortaya koyarak bu hikâyenin son sayfasını yazmadı ve olayı çok güzel bir gönderme ile toparladı.
Yaz sıcağında uyumaya çalışırken BEN!
Uykumun en tatlı yerinde uyandırılınca BEN!
“Bunlar da iyice mutfakbadi oldular.”
“Baldız balları, vız vız vız.”
İç şunu!11!1!!
YAZ KIZIM!
TEMSİLİ!
Bu haftanın hikâyesi “Baldız Balları” gerçekten enfes kurgulanmıştı ve daha öncesinde bir sıkıntı olarak gördüğümüz “tüm olayın son dakikalara sıkıştırılması” mevzusu da aşılmıştı. Fırat Tanış ile birlikte de tadından yenilmez olmuştu. Yine aynı şekilde disko sahnesi de muazzamdı. Normalde böyle tesadüfleri izlerken boğulan ben bayıla bayıla izledim. Ben susayım yukarıdaki capsler konuşsun, ne dersiniz?
Ulan İstanbul’un en güzel göndermesi bu sahnede gizliydi. Açın ve izleyin efendim.
Fırat Tanış’ın varlığı çok güzeldi ama çok az geldi. Ağzımıza çalınan bir parmak bal gibiydi.
Son olarak; sizi tam olarak böyle selamlıyor ve de kucaklıyorum.
Son söz; birinin sevmemesi o karakteri ya da hikâyeyi eksik, kötü ve hatalı yapmaz. İnsanların zihinleri içinde çözüme ulaştıramadığı konu bu bence…