Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
Sakatlar, piçler ve arızalı şeyler
Sezon: 7 Bölüm: 3

Senelerden 2011. Gecikmiş mezuniyetim sonrası İzmir’de bir akşam aile meclisi toplanmış. Konu uzun zaman sonra ilk kez işsizliğim değil, yeni başlayan bir dizi. Yarım gözle izliyorum salonda, hem zaten ortam malum konu yüzünden gergin, üstüne bir de aileyle Game of Thrones izleme klişelerini aklınıza getirin. Çok fazla karakter, çok fazla diyalog, şahane prodüksiyon ve her zamanki gibi oryantalist imgelenmiş barbarlar aklımda kalan. Ta ki ensest kraliyet çifti ufacık bir çocuğu camdan aşağı atana kadar. Senelerden 2011.

Bir daha: Sakatlar, piçler ve arızalı şeyler...

Dizinin beyin takımı Weiss ve Benioff’un bu sezon sık sık gördüğümüz üzere yaratıcı yazarlıkta sıkıştığı noktada sığınabileceği en önemli liman tam da bu aslında. Yedi senelik bir kültür, yedi senede yaratılan dizinin kendine özgü mitolojisi ve GRRM sağ olsun, muazzam yazılmış karakterler. Dizi, birbiriyle uzun süredir oynamış bir basketbol takımı gibi, sıkıştığı noktalarda yedi yıllık kimliğine sığınıp geri dönebiliyor. Queen’s Justice belki GoT tarihinin en iyi bölümlerinden biri değil ama yedinci sezonun şu ana kadar en iyi bölümü olduğu da tartışılmaz gerçek. Kalitedeki bu ani yükselişin bir numaralı sebebi de dizinin kendi içine dönmesi. Tyrion ilk sezonda “Yüreğimde sakatlar, piçler ve arızalı şeyler için nazik bir yer var,” dediğinde dizinin aslında bütün o şaşaası, savaşları, entrikaları ve güç çekişmeleri arasında ne ile ilgileneceğini de özet geçmişti bize. 7x3 de bir daire çizerek başladığı yere, önemsediği yere dönüyor. Bize sakatları, piçleri ve doğal olarak en çok da arızalı şeyleri anlatıyor.

Maybe rough around the edges, you barely function

Birinci sezonun en alakasız dostluğuyla Jon Snow-Tyrion ikilisiyle açıyoruz bölümü nitekim. Tyrion’ın o zaman da vurguladığı gibi ikisi de ailesinin piçi, ikisi de hor görülmüş, yaralı çocuklar; arızalı şeyler. Dostluk, güç çekişmesiyle örülü ilişkiler zincirinde pek anlam ifade etmiyor çoğu zaman, yine de bu ikiliyi eski günleri yad ederken bir arada görmek eski bir arkadaşa kavuşmak gibi. İkisinin de nereden nereye geldiklerini anlatmak için uzun cümlelere ihtiyaçları yok, karakter yolculukları ve o yolda başlarından geçenler ikisinin de yüzüne kazınmış durumda. Tyrion yine de konuyu Sansa’dan açmadan duramıyor. Jon bir önceki bölüm Littlefinger’ın “Kardeşin de taş gibi karı he,” muhabbetine maruz kalmıştı bu sefer de kardeşiyle sevişmemiş birinin sevişmeme hikayesini dinliyor. Stark değilim dediğinde üstünden uçan ejderhalar da cabası, onlar da aile ferdini selamlıyor adeta.

Uzun süredir görüşmemiş, ikinci dereceden akrabalar...

Jon-Dany buluşması ile ilgili zerre gaza gelmemiş olmamın meyvelerini topladım bu bölümde. İki tane aşırı kabız aktörün sahneye getiremedikleri, o aradaki garip elektrik, belki de ilk kez işe yarıyor. Beklenen cinsel gerilim yerini bir noktada evlilik söylentilerine bırakacak. Dany birer birer müttefik kaybederken Kuzeyin Kralı’yla evlenip bu yollu ittifak kurması olayların sadece doğal gelişimi. Diyalog yazımı da neredeyse hiç cinsel gerilime oynamıyor nitekim. Tam tersi, uzun süredir görüşmemiş ikinci dereceden akrabaların bir araya gelmesi daha çok. Dany’nin annesi rolünü Missandei almış, kızını övüyor: Bizim kız da ne zincirler kırdı ne köleler serbest bıraktı ne ejderhalar doğurdu diye. Jon’un babası Davos ise her baba gibi oğlunu nasıl öveceğini bilemeyenlerden. Bizim oğlan da Kuzey’in Kralı oldu işte diyor.

Sahne klişelere kaçmamış olmasına rağmen saçmalıktan bertaraf değil. Ejderhaları olan, Ölmeyenler’in Evi diye büyülü bir mekanda halüsinasyondan halüsinasyona koşan, akrep şeklinde bir suikastçının elinden kurtulan, üstelik ateşten zerrece etkilenmeyen Dany Hanım meğer ölülerin yürüdüğüne inanmıyormuş. What the f.ck. Sanki bizim büyüsüz ve sıkıcı dünyamızda yaşıyor da doğaüstü olgulara temkinli yaklaşıyor. Geri kalan diyaloğun Diz çök-Çökemem ölüler yürüyor- Diz çök-Çökemem ölüler yürüyor- Diz çök-Çökemem ölüler yürüy diye geçmesi de bu anlamsız katılıktan. O diz evlilikle çöker, o gözler görünce inanır.

Dolayısıyla Dany’nin başından geçenleri, karakter yolculuğunu, kısacası arızalarını anlatması değerli. Jon gibi kendini gayesine aşırı adamış bir adamla ilişki kurabileceği nokta burası. İkisinin de başından ölüm geçmiş, Dany her ne kadar gerçek anlamıyla ölmemiş olsa da küllerinden doğan biri, tecavüzün, abisi tarafından uğradığı suiistimalin, köle gibi satılmasının üstesinden gelmiş, bu sefer gerçek anlamda ateşin içine yürümüş ve sağ çıkmış bir lider. Jon’la bizim seyirci olarak kurduğumuz paralellikler, en alt seviyede de olsa bir uzlaşıya varmalarını sağlıyor.

Reddit’te şahanece tespit edildiği üzere Dany-Jon konuşmalarının neredeyse tamamında Jon’un gerçek babasının,  Rhaegar’ın izlerini sürmek de mümkün. Hepimiz iyi yapabildiğimiz işleri yapmayı seviyoruz diyor Dany, Jon ben öyle değilim diye karşılık veriyor, Dany’nin Rhaegar’ı dinlediği sahnelerden birine atıf: Dany “Rhaegar insanları öldürmekte çok iyiymiş,” dediğinde Barristan “Öldürmek Rhaegar’ın sevdiği bir şey değildi,” diye karşılık veriyordu. Davos da Jon’u anlatırken “Kuzeydeki bütün o çetin ceviz adamlar ona inandıkları için Jon’u takip etti,” dedi, tıpkı yine Barristan’ın Rhaegar’dan bahsederken dediği gibi. Babalar ve çocukları henüz bire bir herhangi bölümün konusu olmasa da sezonun en önemli yapı taşlarından bir tanesi.

Euron Greyjoy kelimenin en iltifatkar anlamıyla tam bir piç. Kral Şehri’nin sokaklarında arkasındaki ganimetlerle yürürken Westeros’un en büyük rock star’ı olduğunu da kanıtlıyor. Sürmeli gözleri, yamuk gülümsemesi muzafferane bakışlarıyla ününün keyfini çıkaranlardan. November Rainde kiliseden dışarı adımını atıp o muazzam solonun ilk notasına basan Slash’i anımsatıyor. Tek eksiği rüzgarda uçuşan saçları. Jamie’yle atışmaları yaklaşmakta olan daha büyük bir olaya erene kadar ziyadesiyle komik. Yeğenine ereksiyonundan bahsettikten sonra Jamie’yi Cersei’nin tercihleri konusunda sorgularken enseye şaplak gö.e parmak seviyor mu diye sorması da rock star’lıktan hep. Jamie’nin konuyla ilgili yorumda bulunmaması beni üzdü. Yanıt net olarak evetti bence çünkü.

November Rain’de kiliseden dışarı adımını atıp o muazzam solonun ilk notasına basan Slash...

Ve onu anımsatan Euron. Tek eksiği rüzgarda uçuşan saçları. Euron’un Dany’nin donanmasının bir kısmını yok etmesi savaş için kazanç, ancak Cersei’nin esas kalbini ve güvenini kazandığı yer şahane paketlenmiş bir intikam hediyesi sunması. Burada tekrar dizinin yapamadıklarına dönüyoruz, Ellaria ve kızı Game of Thrones’un bize alıştırdığı standartlarda yazılmış karakterler olsaydı düştükleri duruma hakikaten üzülebilirdik, ancak benim Cersei’nin işkence planına tepkim “normal”in ötesine geçmedi.

You're too tired, you can't carry all this hurt now

Cersei’nin şu ana kadar Tyrion’ın bir adım önünde kalabilmesi sezonun en büyük sürprizi. Jamie’yi bir kez daha koşulsuz kendine bağlama çalışmalarında eski taktiklere başvuruyor. Tyene mi ne o kum yılanı hanım kıza ağzıyla zehir boşalttıktan sonra oral seks ne kadar hijyenik ve sağlıklı bilmiyorum ama Cersei’nin şu ana kadar savaşı kazandığı da çok açık. Dany seriye 1-0 önde başlamıştı belki ama önce Dorne’a giden donanmanın önünü kesmesi, sonra donanmanın geri kalanını Casterly Rock’ın önünde yakması son olarak da Reach’i ele geçirmesi 3-1 öne geçtiğini gösteriyor. Game of Thrones evreninde evini boşlayıp kaybeden son komutan Robb’du. Bakalım Cersei ne yapıp 3-1’den final kaybetmeyi başaracak.

Hem sakat, hem piç, hem de arızalı. Babasının gözünde.

Yine de Tyrion’ın Casterly Rock’ı ele geçirmesindeki ahlaki zaferi ve babasıyla ilişkisindeki intikamcı döngüyü tamamlamasını anmadan olmaz. Tyrion’ı babasının gözünde hem sakat hem piç hem de arızalı kılan ne varsa, babasının büyüttüğü ve kendisine yasak kıldığı Casterly Rock’ı fethetmekte kullandı. Savaşın geri kalanı için bu hamle fazla anlam ifade etmeyebilir, ama Tyrion’ın kendi şeytanlarıyla savaşma konusunda daha rahat edeceği kesin. Sahne Casterly Rock’ın az görünmesi ve savaşı detaylıca göstermemesiyle eleştirilmiş ancak ben Tyrion’ın voiceover’ının ve Bronn göndermesinin sahneye çok daha anlam katmayı başardığını düşünüyorum.

You're more to me than all these broken things

Stark’ların en çok çekmiş olanı, dolayısıyla da en arızalısı Sansa’nın derdi bitmiyor. Bir kere her şeyden önce o aşırı cringe “Hm Sansa da yönetmek için ne kadar uygun bir hanım” sekansı vardı ki gerçekten yerin dibine geçtim oraları izlerken. Bir de Littlefinger’ın kafası dumanlı olduğu çok belli olan lafları vardı savaş her yerdedir savaş hiçbir yerdedir diye. O ufak tiradını “Şöyle bisküvit misküvit bi şey var mı?” diye bitirmesini bekledim. Üstüne bir de Stark’ların sakatı Bran geldi. Lan ablan gelmiş sana sarılıyor bir gülücüğü çok mu gördün? Kawhi Leonard mısın sen? Ben üç gözlü karga’yım. Tebrikler, madalyan içeride. Bir de bunu kanıtlamak için Sansa’ya niye tecavüze uğradığı geceyi anlatıyorsun? Ayağın yok, o kız geldi seni adam yerine koydu senle konuştu kızı neden üzüyorsun SAKAT KÖPEK.

Dikenlerini batırarak, mücadele ederek, zehrini akıtarak, kendi bildiği gibi yaşadı Olenna.

Game of Thrones’un bu sezon sıkça başvurduğu döngü işi bölümün en doyurucu sahnesinde, finalinde ortaya çıktı. Jamie’nin ne kadar özel bir karakter olduğunu mümkün olduğunca unutturmaya çalışsalar da ufak tefek anlarda parlamayı başarıyor yine, o da savaşın sakat bıraktıklarından, ancak her adımıyla daha çok büyümeyi başarıyor. Onun yolculuğunun son adımı ise Cersei’den nefret etmek; oraya doğru ilk adımı attıran da Olenna oluyor. Evet Reach sahneleri aceleye gelmiş, evet koskoca Tyrell ordusunun herhangi bir direniş göstermeden yenilmesi sinir bozucuydu, ama Olenna’nın aramızdan ayrılışı hepsini unuttururcasına efsaneydi. Joffrey’yi öldürdüğü gibi zehirle ölüyor Olenna. Dikenlerini batırarak, mücadele ederek, kendi zehrini akıtarak, kendi bildiği gibi savaşarak, en önemlisi de yaşadığı gibi ölüyor. Bir gün öyle ölebilmek dileğiyle.

 

 

YORUMLAR




BUNLAR DA VAR