İlk olarak efenim, geçen hafta yazamadığım için üzgün olduğumu belirtirim. Bu hafta sahalara dönüyorum pek tabii.
Hızlıca başlayalım.
Sema’yı, Poyraz und Ayşegül aşkında araya giren bir yılan gibi göremiyorum ben. O da sonuçta bağlı bulunduğu Bahri’ye ihanet etmemek, işin raconuna hasar vermemek adına yapıyor bütün yaptıklarını. Bildiklerini gizlemesi dahi, bu iş karşısında nasıl da terazisini dengede tutmaya çalıştığının kanıtı. Poyraz’ı sevmese, ona zarar vermek istese koşar gider Bahri’ye her şeyi anlatırdı. Anlatmaz mıydı? O yüzden işte, bir yılan değil o. İş ilişkilerinin karizmasına zarar vermemek, içten yanabilecek ateşe şimdiden yangın söndürücü ile koşmak zorunda. Bir de şunu düşünmek lazım tabii: Ya Bahri, Sema’nın bu ilişkiyi bildiğini ve kendi kafasına göre bitirdiğini öğrenirse? O zaman Sema’nın da başı yanmaz mı, Sema da en kötü bir pozisyona düşmez mi?
Poyraz und Ayşegül aşkının başına kötü bir şey gelmeyeceği net bir gerçek, açık bir kitap gibi. Ama Sema’ya oyunu güzel oynadıklarını, senaryonun oldukça iyi göründüğünü kabul etmeliyim. Biraz Inception sularında yüzüyor sandım bir an ama olsun. Olur o kadar. Oyun içinde oyun, onun da içinde başka oyun.
Tam burada itiraf etmem gereken bir gerçek var: Bu ekranın takipçileri biliyor, hemen hemen bütün bölüm yazılarında Sema’nın birkaç adım daha öne çıkacağını, çıkarsa olayların fena karışacağını yazmıştım. Sahalara çıktı mı, çıktı! Olaylar karıştı mı, karıştı! (Karışmadı tabii ama gerilim yüzdesi ibreyi zorladı.) Bundan sonrası için Sema’nın başka hamlelerini göreceğimiz garantilendi. İyi de oldu, böylesi bir kadının hikâyesine şahit olmak, izlemek onu, insanı mutlu ediyor. Vallahi.
Ünsal Özbakan’ın Sinan’ı elde tutmak için daha ne kadar çaba harcayacağı konusu, merakımı en çok kaşıyan kısımlardan biri. Bir dede, torununu avucunda tutmak için damadını ne kadar karalayabilir? Dahası Bahri’den korktuğunu ne kadar süre saklayabilir? Kahvaltı ortamındaki Sadreddin’in tavırları daha da çok gerdi Ünsal Özbakan’ı. Sinan’ın bu olay karşısında alacağı durum, Canan Hanım’ın ne yapacağını bilememesi… Hepsi bir şeye neden olacak sonunda. O da Poyraz ile Sinan’ın arasının açılması, üstüne bir de Ayşegül’le Poyraz’ın, Bahri’nin yanında karşılaşması. Her şey daha da komplike olacak. Matematiksel denklemler bu yumak karşısında suskunluğunu korur, benden demesi.
Bahri’nin mafyalarla karşılaşması ve Poyraz’ı onlara tanıtması ise fena halde gerilimliydi. Mümtaz’ın bu esnada onları dinliyor olması ve nedenleri de oldukça düşündürücü tabii. Ama sonunda böcek olduğunun anlaşılması, böceğin de birinin üzerinde olduğunun keşfedilmesi her şeyi daha da, daha da gerilimli hale getirdi. Ama bu durumdan da kurtulur Poyraz Karayel. Kaldırır atar o cihazı, bir yere saklar, bir şey yapar. En kolayı ise, bir başkasının cebine koyar. Bu durumun tek sıkıntısı ise, bana kalırsa, böceğin diğer kişinin ceketinin göğüs cebinden çıkması. Alt cep filan olsa daha mantıklı olurdu sanki.
Songül, Sadreddin karşısında kazandığı pozisyonu ne kadar koruyacak ve sırrı ne zaman açıklayacak? Kimse dayak yiyen bir kadından daha tehlikeli olamaz diye düşünürdüm daima, daha doğrusu kimse canı yakılmış bir kadından daha kendinden emin olamaz- acaba Songül ne zaman kullanacak elindeki kozu? Dudağındaki o patlağı ne zaman ödetecek Sadreddin’e? Daha önce Songül’ün çok tehlikeli bir hal alabileceğini yazmıştım, fakat şimdi emin olamıyorum. Ya zamanını kolluyor ya da gerçekten nasıl bir durumda olduğunun çok da farkında değil. Eğer farkında değilse, birinin onu hemen uyandırması gerek yoksa tren kaçar gider, Songül’ün başı da fena ağrır. Bu olasılık, Poyraz hakkında Sadreddin’e çizdiği yol göz önüne alındığında da elenemiyor, emin olamıyoruz asla ve katiyen. Sırrı saklamasındaki en önemli neden şu ama bana kalırsa: Kocasını jurnalleyen kadın pozisyonuna düştüğünde, Bahri, Songül’ü de gömer bir yere.
Şunu da söylemeden edemeyeceğim: Sadreddin, kendi çamurunu paçasından sıyırmak için kardeşinin canına kastedilmesini dahi görmezden gelebiliyor. Bu, yaptığı hataların en büyüğü. En. Bahri, en çok buna kızar. Sinirlenir.
Zafer kendi oyununu icat etmeyi pekiyi bilen bir adam. Kulaksız ve Bahri’yi birbirine düşürüp, yine Kulaksız ve Sadreddin arasında köprüler kuruyor. Bir ölümün üzerine, hiç kimse farkında olmasa da, yeni uyuşturucu tezgâhı kurup pazarı açıyor. Ortalık pazar yerine dönüyor. Kulaksız’a katil diye sunduğu adam, yalnızca işlerinin daha fazla hasar görmemesi için. Para, herkesi satın alır sonuçta. 250 bin liraya, katil olmayı kabul edecek adam mı yok? Tek sıkıntı, o uyduruk fotoşopları kimse fark etmeyecek mi? O kadar mı sallantıda her şey?
Ayşegül ve arasındaki durum ise gittikçe gerilen, incelen pamuk ipliği gibi. Zafer’in hediyesinin Ayşegül tarafından reddedilmesi, Zafer’i pek tabii ki kızdırdı. Şimdilik en önemli sorun ise ne Kulaksız, ne Sadreddin, ne de Ayşegül’ün hediyeyi reddetmesi- Kızı Seda’nın kalp yetmezliğine deva olmak, kalp nakli yaptırmak için kalbi nereden bulacak? Gerekirse söküp almaz mı o kalbi? Ve o söktüğü kalbi kızının taşımasına seyirci olmaz mı?
Sefer, Zülfikar ve Taş Kafa üçlüsünden Taş Kafa hakkında söyleyebileceğim pek bir şey yok maalesef, hikâyesi henüz açılmadı. Zülfikar’ın yorumlarının kaynağını oldukça merak ediyorum doğrusu, bu kadar felsefe düşünen bir adamın mafyanın içerisinde ne işi var, okumamış mı, okuyamamış mı? Zülfikar’ın olayı nedir acaba? Her şeyin bir nedeni olmalı, Zülfikar’ın felsefik yorumlarının da olmalı. Fakat şu bir gerçek ki, Zülfikar’ın geçmişinde ölü bir yılan gibi fena bir dram yatıyor. Çocukken yediği dayaklar ve belki daha da fazlası…
Sefer und Sema aşkı ise, birkaç bölüm sonra, Ayşegül und Poyraz aşkını gölgede bırakabilir. Demedi demeyin. Birbirlerine koşuyorlar resmen. Hem de onlarınki, bana sorarsanız eğer, diğer aşktan daha sahici görünüyor. Etkilenmeden edemedim. Alamadım kendimi o etkiden. Harbiden. Sema her ne kadar şimdilerde Sefer’i sevdiğini pek belli etmese ve kafa karışıklığı yaratsa da, sonunda dönüp Sefer’e sarılacak olması şaşırtmasın kimseyi.
İnci ve ödev manyağı oğlu İsa’nın dramı, dram manyağı olmuş bölümün en esaslı kısmıydı bana kalırsa. Orada hakikatli bir dram boğulması yaşadık. Bir bölüm için yeterli dozu aldık fakat sonuç, sahnelere bölünmüş dramın kalbimizi kurşunlayıp durması sonucu ya da yüksek doz dramdan şaşkınlık.
Dizideki bütün karakterler aslında çok çok iyi görünmüyorlar mı göze? Ünsal Özbakan’ı da birkaç bölüm sonra iyiye dönüş yapmış olarak bulmayacağımız ortada ama yine de bir onun kötülüğü, bir de Sadreddin’in zeka noksanlığı ile başımıza bunlar geliyorsa, geri kalanın tastamam kötü olması nelere yol açar- emin olamıyorum. (Derdimi de, bakınız, anlatamadım.)
Son ve bölüm hakkında genel yorum: Birçok sahne beni benden aldı, kabul. Fakat yine de bir bölüm için fazla fazla dram geldi bana. İçimin bir yerden sonra sıkılmaya, kalbimin herhangi bir avuçla sıkılmaya başlandığını ifade etmem gerek. Benden kaynaklı bir durum mudur bilemedim. Affedin dostlarım.
Bitirmeden, Ayşegül’ün Poyraz’ı karakol koridorunda babası ve adamları ve diğerlerinin yanında görmediğini düşündüğümü de söylemeyi boynumun ağrısı, pardon borcu bilirim. Gördüyse dahi, ona da küpler dolusu yalan bulunur, hikâye türetilir.