O Ses Türkiye’de jüri üyeleri her ne kadar aksini iddia etseler de yarışmanın amacı kazanana bir müzik kariyeri sağlamak değil. Bu, sıradan insanları seçip, onlara yeteneklerini sergileyecekleri bir platform sunarak, hayatlarını değiştirmeyi vaad eden bir şov. Çocukluğumuzda bize gazlanan, eğer çok çalışırsanız ve yeterince kararlı olursanız istediğiniz herşeyi olabilirsiniz fikrine dayanıyor. Halbuki gerçek hayat öyle değil. O Ses Türkiye’de egemenlik orta sınıfta. O dünyada herşey rasyonel, organize ve bürokratik. Ve ne seyirciler, ne yarışmacılar ve aileleri ne de set ekibi bu egemen sınıfa dahil, onlar bildiğimiz underdog çünkü. Gerçek dünyada eşitsizliğin dereceleri var. Sınıf, ırk, din, dil, cinsiyet gibi ayrımlar söz konusu.
Seyirciler bir tür duygusal yatırım yaparak, SMS oylamasıyla birlikte kazananın kaderini belirlediği ve zaferine ortak olduğunu düşünüyor. Favori yarışmacılarını oylamaları söylenen izleyiciler, kimi seviyorlarsa, ya da hangi sevdikleri juri üyesinin adayını seviyorlarsa onun için SMS gönderiyorlar. O gecenin en iyi performansını veren, en iyi şarkıyı söyleyene değil. Ayrıca seyirci şovun doğası gereği mağdurdan yana olduğu için müzik piyasasında pazarlanabilir olanı bilhassa seçmeyip en olmayacak adaylara yöneliyor.
Genelde yapımcılar, aslında uzun yıllar alan eğitim kısmını çok hızlı ve üstünkörü geçiyor. Dolayısıyla her kariyerde görülebilecek hazırlanma, çalışma, deneme, reddedilme, yenilme, tekrar deneme, yeniden yenilme, şekillenme aşamalarını hiç görmeden sıradan insanların bir haftadan diğer haftaya olağanüstü beceriler sergileyerek jüriyi etkilediğini izliyoruz. Böylece vasatın da kazanma şansı olabileceğine dair saçma bir yargı oluşuyor.
Ben bu gece ağırlıklı olarak sakallı bıyıklı yanyana dizilmiş mafya tetikçisi dört tane adamı izledim. La Joconde’un sakallı versiyonu Hasan Doğru, sinirli mafya tetikçisi rolündeydi. Kimseyi öldüremezse çekirgelerin bacaklarını ayıracak gibi bir hali vardı. Tabii aslında bu bir şarkı yarışması olduğundan arada şarkılar da söylendi. Biraz da onlardan bahsedeyim. Hasan Doğru Dadaloğlu, Mert Demir Shape of My Heart, Abdullah Cilviz Bahçe Duvarını Aştım, Ersin Yılmaz Aldırma Gönül’ü söyledi. Mert Demir daha sonra Paramparça’yı da söyledi. Bu kadar derin, duygulu babasının ölümünden bahseden bir şarkıyı hoplaya zıplaya acayip danslar ederek söyledi, kendisini tebrik ediyorum. Bence annesi ve kardeşleriyle birlikte elmalı kurabiyeler yesin ve rock söyleme sevdasından vazgeçsin. Kutu Kutu Pense, Bir Aslan Miyav Dedi böyle şarkılar söylesin. Abdullah’a gelince öyle danslar etti ki yerinde duramadı. Gencecik insanlarda bu nasıl bir ciddiyettir anlamadım? Abdullah o kadar sabit durdu ki, sahnenin üstündeki çarpının oraya çaktılar sandım.
Programın şampiyonu Hasan açık ara farkla rakibi Abdullah’I geride bıraktı. Kendisine Acun’un da dediği gibi bol şans diliyorum. Umarım programın “incisİ” olarak hiç incinmez. Önceki şampiyonlar gibi silinip gitmez. Hem zaten o haftalardır stüdyoda olmaktan çok sıkıldı. Arabayı da arkadaşlarına verecek. Arada iki çorba koyup bir şarkı patlatır artık.