Geçtiğimiz hafta çok kritik bir yerde bırakmıştık bölümü, bu hafta da kaldığımız yerden devraldık. Çetemiz her şeylerini toplamış mahalleyi terk etmek üzereydiler fakat paraların çalınması ile birlikte tüm planları suya düştü. Planlar suya düşünce, Nevizadeler de parayı çalanın peşine düştüler elbet. İlk hedefleri, Shan Li idi. Düşünüp taşındılar ve kasaya O’ndan başkasının ulaşamayacağına karar verdiler. Fakat çok geçmeden Shan Li’nin olayla bir alakasının olmadığı anlaşıldı, bu vesileyle babasıyla da tanışmış oldular. Bir sonraki hedef ise Hayati idi. Biz de parayı Hayati’nin çaldığını düşünüyorduk lakin O’nun bulduğu Dodo’nun getirdiği altın çikolatalardan başkası değilmiş. Bu Hayati’yi şüpheli listesinden çıkardı fakat Hayati’nin savaş baltasını da çıkarmayacağı anlamına gelmiyordu. Hayati, Gazanfer Nevizade’nin babasından çaldığını düşündüğü altınların peşine düşmüştü ve bunu açık açık dile getiriyordu. Çetemiz şıkları eleye eleye sonunda paraları Dodo’nun çaldığını anladılar. Tam Dodo ile konuşmak üzereydiler ki Dodo’nun peşinde olan Vahit Akça’nın adamları O’nun yanında Kandemir’i de kaçırdılar ve her şey iyice sarpa sardı.
Kötü adamlar kendilerine “kötüyüm” demezler be Dodo, kötü olan bu dünya.
“Hani masaldı, nasıl gerçek oldu?”
“Filmin sonu belliydi, anlamadın mı sen?”
Bu hafta çete için her açıdan çok kritikti. İlk defa Kandemir olmadan başlarının çaresine bakmak zorundaydılar. Hiçbir hatayı affetmiyordu girecekleri iş… Kandemir ağabeyleri kurtarılacak, para bulunacaktı. Ama gel gelelim ki silah bizim altın altılının felsefesine uyan bir şey değildi, bunca zaman hiç silah ile işleri olmamıştı. Onların kostümleri ve kendilerine göre oyunları vardı, çıkıp o oyunu oynuyordular. Yine kendi yöntemleri ile tezgâhlarını kurdular, oyunlarına başladılar. İlk aşama, Vahit’in arabasının altına izleme cihazı yerleştirmekti. Ferdi ve Derya, Ada ile olan samimiyetlerini kullanarak bu işin üstesinden geldiler. İkinci aşamada, Vahit’i izleyerek Kandemir’in nerede tutulduğunu buldular. Şimdi en zor aşamadaydılar; Ada, Ferdi tarafından ikna edildi ve çiftlik evinden doğum günü partisi başladı. Kandemir bulundu, evden de çıkıldı. Peki ya sonra? Sonrası her zaman bildiğimiz “Çok eğlendik!” türü sonlardan değildi. Bizim altın altılımız, hiç bilmedikleri ve bilmek de istemeyecekleri silah sesi ile tanıştılar. İlk ciddi işlerinde, ilk ciddi kayıplarını verdiler. Doğan’a biz de çok kızdık, “Şimdi Ferdi ve Karlos şunun burnuna burnuna vursa şahane olur!” dedik ama zihnimizde dahi olayı tatlıya bağladık. Çete dağıldık, onlar dağıldıkça bizi de dağıttılar. En sonunda da dert denizinde birer sandal olarak bulduk kendimizi. Bize tercüman olan ise Umut Kurt’un güzel yorumuydu. Kısa zaman oldu ama hemen herkes Dodo’yu sevmiştir, sonunda Nevizade’leri sırtından bıçaklamış dahi olsa. Her şey bittiğinde kaybeden sadece Vahit değildi.
“Fatma sen de debelenip durma ters dönmüş bok böceği gibi.”
Evet Ceyhun, Esra sadece Vahit Akça’yı takıyor kafasına. Hı hı…
Altın altılımız tüm bunlar ile boğuşurken diğer yandan da mahalledeki karmaşayı toparlamaya çalışıyorlardı. Ceyhun ile sözlenmiş bir Derya ve Derya’yı dakikasında sahiplenen Şehriban ile işler öyle sanıldığı kadar kolay olmayacaktı. Şehriban’ı gerçekten çok ama çok seviyorum ama bazen çok ısrarcı olabiliyor. Kötü niyetli olmadığını bildiğim için kızamıyorum fakat bazen izlerken “İşim var diyorlar, biraz geri dur ablacığım!” demeden de edemiyorum. Zaten o hengâmede, canı burnuna gelmişken Ceyhun’a bunca sabredebilen Ferdi’ye de çok şaşırdım. Ben O’nun kadar sabırlı değildim vallahi!
Bu bakışı #FerDer Tayfası yakalamış, ben de onlardan kaptım.
Çok güzelsiniz, çok!
Ferdi ve Derya, Karlos ile Yaren cephesi geçtiğimiz hafta bıraktığımız gibi zira bu hafta bizim bile aşk yapmaya halimiz yoktu ki onların nasıl olsun? Bu hafta bu dörtlünün yanına Bahadır’ı da kattık ve güzel mi güzel dostluklarını izledik. Hep eğleniyorlardı, gülüyorlardı birlikte ama ilk defa onları bir arada dertleşirken gördük. Birbirlerine destek oluyorlardı, birbirlerinin elinden tutuyorlardı ve sıkı sıkıya sarılıyorlardı. İşte bu yüzden seviyorum bu diziyi, en karamsar anlarda bile bir el uzanıyor mutlaka. Çok güzelsiniz Nevizade’ler, hiç ayrılmayın e mi?
Demek ki neymiş? Oyalamak için dudaklara yapışmak şart değilmiş.
Bu arada Ferdi’nin alnından öpmek istiyorum. Adam seviyor ve sevdiği kadına her ne durumda olursa olsun sadık kalabiliyor. Derya’ya ders niteliğindeydi Ada kendisini öpmeye yanaşırken yanağını çevirmesi, keşke Derya da görebilseydi. Ben o zamanda Derya'ya kızmamıştım, yine olsa yine kızmam ama Ferdi'nin gösterdiği özverinin yarısını O'nda göremeyince de bozuluyorum. Gerçi bu haftaki "Müstakbel diyelim biz ona." çıkışını da beğenmedim desem yalan olur.
Bu hafta herkese bir başka hüzün çökmüştü sanki. Servet Abi’nin anlattığı hikâyeler bile dönüp dolaşıp bir hüzne, bir mutsuzluğa bağlanıyordu. Bölümün repliği ise Karlito’dan geldi elbette; “Biz hep durumu bizden daha kötü olanlardan daha iyi olabilmeyi mi kovalayacağız? Başka bir ihtimal yok mu?”
Hepinizi ayrı ayrı çok sevdiğim gerçeği.
Son olarak; Umut Kurt’a teşekkür etmek boynumuzun borcudur.
Ulan İstanbul’un gülerken gözümüzden gelen yaşları hıçkırığa dönüştürdüğü bir bölümünü daha böylece ardımızda bıraktık. Ve çok güzel bölümdü bana kalırsa… Hiç unutmayacağım bu bölümü ve bana hissettirdiklerini. Bir de dün akşam itibarıyla fark ettim ki ben Ulan İstanbul’a çok fena alışmışım, Pazartesi akşamları başka bir şey izleyemiyorum. Daha uzun haftalar bu tatlı alışkanlığımız devam eder umarım.