“Sadrettin sen ne kadar evrildin, evrildin de çiçeğe çevrildin?” gibi bir cümleyi kurduğum zamanlara geri dönmek istiyorum ben. Evet, Sadrettin hep yaramazlık yapan, ortalığı karıştıran, kıran dökendi ama Zülfikar’a yumruk atmak?!? Baba’yı tehdit etmek?!? Sadrettin bu değil! Sadrettin Begüm’ün aklına uyar, ortalık karıştırır ama bilgi almak için eve Songül’ü sokmak filan?!? Bunlar hiç Sadrettin değil. Şüphesiz içine düştüğü duruma göre en çabuk şekil değiştiren Sadrettin ama bu kadar koca adımlar pek olmadı. Bizim Sado düşünmeden hareket ederdi, öyle karıştırırdı ortalığı, kızamazdık. Bu Sadrettin adımlar atıyor, duruyor, bekliyor. Sado’dan Sadrettin’e transfer ediyorum seni, umarım işe yarar.
Songül’e ne zaman üzülsem, ne zaman “Ama ona da yazık yahu!” diye başlayan cümleler kursam hepsinin sonunda bakakalıyorum o ekrana. Ya da “Oldu mu böyle Songül!” diye diye bağrınıyorum deli gibi. Yani genele bakıldığında bir yandan paçasını kurtarmaya çalıyor işte, herkes gibi, herkes kadar ama işte her kapının kilidi de aynı değil sonuçta. Ne yapıyorsa dönüp dolaşıp ona misliyle geri döndüğünün farkında değil, günü kurtarmak amaçlı yaşıyor. Songül’ü izlerken hep çok keyif aldım şahsım adına çünkü çok güzel şekillendirilmiş bir kötüydü. Son iki-üç bölümdür ekstra bir eğlendiğimi belirtmem lazım.
Oldu mu Tintintinimini Ümran Hanım? Haklı adam! Namık sizi elinde bıçakla kovalamadı mı sokak boyu, şiddet uygulamadı mı? Tabii ki ölmek, öldürülmek kimse hak etmez ama Namık biraz kapsam dışıydı sanki, konuşmuştuk bunları. Lütfen kırmayın benim koca kalplimin yüreciğini. Zaten Pamuk da yok ortalıkta!!
Taşkafa Bey’in yanlış anlaması üzerine ellerinde silahlarla düğün basıp ortalıkta kalakalan Poyraz’ları, Zülfo’ları ve Taşkafa’ları ne yapalım peki? Tamam tamam, gelin sarılalım hadi sıkı sıkı. Tabii her güzel şeyin bir dikeni, bir sonu vardır. Despina’ya hala güvenmesem de Baba’nın yüzündeki bir gülümsemeden sebep, fikirlerimizin ince gülleri kıvamında sayıklıyorum. Sayıkladım da n’oldu? Neşet geldi kopardı dalında güzellerimizi. Sizi bilemem ama ben Adil’i özledim, o en azından ben yaptım diyordu, Neşet’te o da yok. Hayır, bir de bir takım Hannibal’ımsı hareketler filan, ben daha Mads Mikkelsen’ın sergilediği Hannibal Lecter etkisinden kurtulamadım, o deli bakışlar filan uykuları kaçırmasın da. ☺
Ben Özetliyorum’u burada bitirip bir ciddili paragraf yazmak istiyorum. Aslında belirtmemek için haftalardır uğraşıyorum ama bu hafta üstüne çok konuştuk biz izleyenlerden bir kısım. Şöyle ki, Özellikle Sefer’in ölümünden ve Kanbolat Görkem Arslan’ın diziden ayrılmasından beri herkesin üstünde bir keyifsizlik… Senaryonun gidişatından kaynaklı bir ölüm olabilir demiştim ama kaç hafta oldu görülen bir şey var, gidişat bu değilmiş. Hissettirilmemeye çalışılsa da benim gördüğüm, ortalığı kolaçan ettiğim kadarıyla ve konuştuğum kişilerce çok hissediliyor. Ben işin teknik kısmından anlamam, yani ne görüyorsam ne hissediyorsam odur ama teknikten anlayan birkaç kişiyle konuştuğumda onlar bana kamera arkası ekipte bile bir huzursuzluk, keyifsizlik hissedildiğini söyledi. Olumsuz bir eleştiri yazdığımda peşinden hemen söylerim, alınmaca gücenmece olmasın diye. Yine tekrarlıyorum, okunuyorsa bilinsin ki kimseyi kızdırmak, kırmak, üzmek niyetinde değilim. Ancak ortada kişilerce görünen bir şey var, belirtmemek, çok sevdiğim bir insandan çok büyük bir sırrı saklıyormuşum gibi hissettiriyor. Poyraz Karayel her zaman benim kıymetlim. Baktığımda böyle sarıp saklanası gördüğüm bir işi, karakterleri, ekibi bu şekilde keyifsiz hissetmek bu sebepten üzüyor, her açıdan huzursuzlaştırıyor. N’apılır, toplanır mı, toplanabilecek bir şey mi bilemiyorum tabi ki ancak keşke böyle olmasa…
Biraz kısa bir Özetliyorum oldu, bu tamamen benden kaynaklı. Halimden hayatında en az bir kez bahar alerjisi denen şeyi yaşamış olanlar anlar. Akmaktan yaşı kalmamış, bulanık gören gözlerle, ancak bu kadar çıktı. Haftaya telafi ederiz inşallah. Güzel günleriniz olsun Poyraz Karayel’ciler.