Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
Nereye kadar kaçacaklar?
Sezon: 1 Bölüm: 2

Bo, tüm çocuksuluğunun yanında duygusal bir olgunluk da barındırıyor kimi zaman.

Kendilerini içine zor bela attıkları otobüsle yolculuğa çıkan Tate ve Bo pek de iyi anlaşıyor gibi görünmüyorlar. Tate, ne kadar kötü davranırsa davransın Bo’nun etki alanına girdiğini kabul etmeli aslında. Ama yok, etmiyor. Hatta etmeyecek gibi duruyor.

Birbirleri hakkında konuşurken otobüsün durdurulması ve bir polisin Tate’i aramak için içeri gelmesi her şeyin tepetaklak olacağı hissini yaratıyor önce. Fakat unuttuğumuz bir şey var: Bo’nun özel güçleri var. Bo işe el koyuyor ve polis talihsizliğini atlatıveriyorlar. Ne şans ama!

Otobüs durduğunda da kendilerini bir alışveriş merkezinin? tuvaletine atmayı başarıyorlar.

Bu ikilinin hayatı her zaman kendilerini bir yerlere atmakla mı sürecek?

FBI çoğu yabancı dizinin bel kemiğini oluşturuyor her nedense. Alın işte, burada da çıkıyor karşımıza. Ajan Farrel, hapishaneden kaçan Tate’i yakalamak için işin başına geçiyor. Pek tabii kaçağın yanındaki Bo hakkında da bilgi alması gerektiği için ismini halen öğrenemediğimiz kadının patronu olan Dr. Skours’la görüşmesi gerekiyor.

Bo hakkında detaylı birkaç şey daha öğreniyoruz bu görüşmede.

Bir program ürünü olan Bo, vaktiyle aynı program için çalışan arkadaşların ikiye ayrılması sonucu kaçtıkça kovalanan bir küçük kıza dönüşmüş. Bo Adams’ı iyilik yararına korumak istediklerini söyleyen Milton Winter ve arkadaşlarına karşı gizli bir savaşa giren genetikçi Dr. Skours her şeyi göze almış gibi görünüyor. Bana kalırsa dizinin omurgası da tam burada meydana çıkıyor.

Neyse ki Ajan Farrel, anlatılan hikâyeye kuşkuyla yaklaşıyor da biraz olsun rahat ediyoruz. Acaba inanacak mı? İnanmayacak mı?

Ama çok geçmeden Ajan Farrel, fena halde ağa düşmüş görünüyor. Bo’nun peşindeki ekip, Farrel’i Sean adında bir başka denekle tanıştırıyor. Farrel orada gördükleri karşısında şaşkınlığın o derin kuyusuna düşüveriyor. Bana kalırsa inanma işini çözmüş görünüyor. Başka sorusu olan?

Şimdi de Tate ve kızın peşine düşüyor. Enteresan aranma/yakalanma alarmları oluşturuyor. Artık her neyse, ikili fena halde köşeye sıkıştırılmak için harekete geçilmiş durumda fakat daha ikinci bölümde her şey bitemez öyle değil mi?

Tate ve Bo ise bu aranma alarmları çıkarılırken para kazanıyor. Tate, Bo’nun yeteneğini kullanarak kumarda kazanabileceğini fark ediyor. Kazandıkça da kazanıyor. Fakat Bo bu sırada oturmakta olduğu kafedeki garson kadını fazlasıyla korkutuyor. Bo, bildiği şeyleri söylememek konusunda başarılı gibi görünmüyor. En çok bu özelliğini terbiye etmesi gerekli bence. Yoksa herkes minik bir çocuktan en derin gizlerine dair bilgileri öğrenmeyi pek sevmez. İnsan, bildiği gerçekleri çoğu zaman zihninin arkalarına süpürür ve bütün çıplaklığıyla insanlarla paylaşmaz, en azından küçük da olsa bir gizi olsun ister. Bo bu isteği delmiş, derin bir kuyuya dönüştürmüş. Bu insanları rahatsız eder.

Bir de şöyle bir durum var Believe’da: Bo’nun bir şekilde bağlantı kurduğu insanlar, sonrasında onlara başka bir şekilde yardım ediyor; mesela geçen bölümde doktor, bu bölümde de garson kadın. Garson kadın, Bo ve Tate kaçarken onları arabasına alıyor, son anda bir plan değişikliğiyle onları polislerin ellerinden kurtarıyor.

Sonrasında Bo’nun, kumarda kazanılan tüm parayı garson kadının oğluna vermesi Tate’i pek sevindirmiyor ama eksildikçe birbirlerini daha yakından tanıyor ikili.

Dr. Skours ise Bo’yu herkesten önce ele geçirmeye kararlı. FBI’dan evvel bulabilmek için bir adam tutuyor ve onları takip ettiriyor. Ve Bo ve Tate hangi deliğe girdilerse, bu adam da peşlerinden gidiyor ve hayatı oradaki insanların burnundan getiriyor. Dr. Skours, kaybolan deneğine yandığı kadar Ajan Farrel’ın çıkardığı arama kararı mıdır, üst düzey alarm mıdır her neyse onun yüzünden de sinir küpüne dönüşüyor. Çünkü insanlar Bo’yu tanımaya başladıkça Bo, sıradan bir çocuktan medyatik bir maymuna dönüşecek, bunu biliyor.

Ki haklı da…


Yaklaşmayın, olmayan silahımla sizi vurabilirim.

Daha çok zaman geçmemişken, Bo ve Tate, bindikleri trendeki bir yolcu tarafından tanınıyorlar ve kaçmaya başlıyorlar. Kaçıyorlar, kaçıyorlar, kaçıyorlar. Sonra Dr. Skours’un tuttuğu adamla karşılaşıyorlar, Bo’nun tuvalete gitmesi için durdukları bir benzincide. Tate bir güzel dayak yiyor, ağzı burnu dağılıyor, Bo ise hiçbir şey yapamaz halde kalakalıyor. Sonrası tabii ki beklediğimiz gibi gelişiyor, Tate ağzı burnu dağılmış halde yerde yatarken bir anda adamın karşısında bitiyor ve onu diskalifiye ediyor.

Yine kaçmaya başlıyorlar.

Ardından çok sert bir kayaya çarpıyorlar: Polis durduruyor onları.

Oldukça duygusal bir tiradın ardından Tate tutuklanıyor. Polis otomobiline götürülürken Bo ile aralarında, yerli dizilere özgü o bilindik uzun bakışmalar yaşanıyor, dengem tam da bu noktada bozuluyor.

Sonra anlıyoruz ki, polisler gerçek değilmiş. Meğer Winter bir oyun oynamak istemiş.

Ve şimdilik geri kalan her şey iyiymiş.

İyi görünüyormuş yani.

Pek tabii, Winter açısından.


Tuhaf bir polis oyunu. Winter’ın espri anlayışı da pek garip doğrusu.

Yazıyı bitirmeden iç bulandırıcı birkaç noktaya da dil uzatmak istiyorum: İki bölümdür enteresan gelen bir şekilde nereye kaçarlarsa kaçsınlar, araba çalıntı olsun ya da olmasın Bo’nun araba içerisinde kemerle oturması pek gülünç geliyor bana. Bunun haricinde Tate ve Bo’nun baba kız olma durumları üzerinden ilerleyen diyaloglar da fena halde Yeşilçam filmlerini çağrıştırıyor. Uzun bakışmalara diyecek bir şeyim yok şimdilik.

Bo ve Tate’in bir sonraki kaçış macerasını merakla bekliyoruz.
 
 
YORUMLAR




BUNLAR DA VAR