Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
Nefretin küflü kokusu
Sezon: 1 Bölüm: 5
Şura ile ilgili sayfalarca edebiyat yapabilirim ve bundan asla sıkılmam.
 
Kurt Seyit ve Şura, feci derecede nefret kokuyordu bu hafta. O kadar çok nefret ve önyargı vardı ki, güzel olan her şeyi kurutarak yoluna devam etti ve en sonunda da tüm Aluşta’ya yayıldı. Bu hafta da Şura ile birlikte öğrendik ki; insanların kalbine doğru, sadece bir parça sevgi bulabilmek için, bir adım atarken karşılarına en yalın ve temiz halinle çıkarsan senin sevgine asla izin vermeyecekleri gibi kanatmak için de fırsat kollayacaklardır. Şura’nın hayatta hiçbir savunması yok, öylesine şeffaf ki ne hissetse ortada. Siz de Şura’yı her gördüğünüzde O’nu her tarafın güzel çiçek kokularıyla bezendiği, huzurlu ve yemyeşil bir bahçede hayal etmiyor musunuz? Ben hayal ediyorum ve buranın adına da “Şura’nın masal dünyası” diyorum. Şura yine bir gün ellerini bahçesindeki çiçeklerin üzerinde dolaştırarak, yüzünde huzurlu bir gülümsemeyle korktuğu ama sevdiği adamla olacağı için de bir o kadar mutlu olduğu bir geleceğe doğru adımlarını atarken Şura’nın gül bahçesine nefretin küflü kokusunu saldılar. Ve nefret ile beraber Şura’nın dünyasına damla damla karanlık girmeye başladı. Şura buna mana veremedikçe ben “Sen zaten bu karanlığı dahi boğacak kadar aydınlıksın, kötülüğü anlama ve reddet,” dedim. Çünkü benim kafamda kurduğum Şura dünyasında kötü olan hiçbir şeye yer yok, sadece Seyit ve Şura’ya zarar verecek tek şey olan fazlaca umudu var. Geçen hafta da yazmıştım; büyük umutlar, büyük hayal kırıklıklarını da peşinde getirir.

Seyit ve Şura’nın vuslatları bizler için artık alışılagelmiş olsa da Seyit’in her dokunuşunda verandadaki Şura’yı görmek bende de bir şeyleri canlı tutabiliyor. Ensesinde Seyit’in nefesini hissettiğinde, elleri saçlarına dokunduğunda heyecandan kaskatı kesilen Şura beni bu aşka karşı inançlı tutan taraf oluyor her zaman. Seyit’e ise hala kızgınım. Ben her ne kadar Şura’yı “naif” olarak tanımlasam da aslında hayal kırıklığıyla da, nefretle de, üzüntüyle de, Mirza Eminof’la da başa çıkabilecek kadar güçlü bir kadın olduğuna da inanıyorum. Hatta bana kalırsa duygusal olarak Seyit’ten de daha güçlü. İyi anları saklayabilmek adına Şura’yı hikâyelerle uyutan Seyit’in son ana kadar köşe bucak saklanması beni inanılmaz rahatsız etti. Eğer böyle bir konuda Şura’ya en başından açık olamazsa, ileride daha büyük problemler olduğunda Şura’yı karşısına alıp O’na her şeyi bir bir anlatma cesaretini nasıl gösterecek? Ben isterdim ki Seyit yatırsın Şura’yı göğsüne ve saçlarını okşaya okşaya, O’nu alıştıra alıştıra anlatsındı gerçekleri. Şura, ailesiyle arasında geçenleri anlayacak kadar zeki fakat sormayacak kadar gururluyken Seyit’in bunu görmezden gelmesi çok rahatsız etti beni. Yüzleşmek yerine kaçabildiği yere kadar kaçan Seyit hoşuma gitmedi.

Kaçma Seyit, yüzleş.
 
Petro ise sessiz ve derinden, bildiği yolda ilerlemeye devam ediyor. Ben Petro’nun senaryosunu bozacak kişinin Mişa olacağını düşünüyordum ama Mişa, o beş altı günlük yolu tamamlayana kadar Petro çoktan atı alır ve Kırım’ı geçer. Kitabı okurken karşımda olsa acımadan çekip vuracağım Petro’yu bu kadar seveceğim aklımın ucundan dahi geçmezdi. En başından beri hikâyedeki sebepleri en sağlam karakterdi ve öyle de devam ediyor bana göre. En azından yapacağı şey kötülük ve bunu haklı sebepleriyle birlikte hakkını sonuna kadar vererek yapıyor. Ve adım gibi eminim ki Petro, o silahı Seyit’i vurmak adına doğrultmadı oraya. Petro gibi zeki bir adam bu kadar basit bir düşüncenin esiri olamaz. Eminim ki o namlunun ucunda çok daha başka planları var Petro’nun. Kurdun kuzuya neler yapabileceğini biliyoruz da kurt, kendisini çakala emanet ederse ne olur?

Petro, sadece Seyit’ten alacağı intikam konusunda değil Şura konusunda da çok zekice adımlar atıyor. Şura, Seyit’e bu kadar inanır ve güvenirken ne derece başarılı olur bilinmez ama Petro, nereden vurması gerektiğini çok iyi biliyor. Zaten tüm yol boyunca Seyit tarafından hikâyelerle uyutulmuş, doldurulmuş Şura’ya bir de kendisi gaz vererek hayal kırıklığını büyütmeyi amaçlıyor. Hayal kırıklığı büyüyen Şura’nın ise Seyit’e fazlasıyla kızgın olmasını ve aynen kendi kollarında teselliyi aramasını bekliyor. Fakat dediğim gibi; bu düşünce ne kadar zekice olursa olsun Şura gibi bir kadının üzerinde ne kadar etkili olur bilinmez. Hatta bana kalırsa hiçbir şekilde Şura, Seyit’e sırt dönmez fakat ufak da olsa bir yanılma payı bırakıyorum kendime.

Kurt, çakala emanet.
 
Tatya konusunda geçen hafta fazlasıyla endişeliydim. Benim için özel bir anlamı olan bir karaktere veda etsem çok üzülürdüm ki neden böyle evhamlanmışım onu da anlamadım. Neyse ki Tatya, bu hafta sağlığına kavuştu ve Celil ile tekrar yan yana görebildik. Lakin burada en azından benim açımdan büyük bir eksiklik var: Seyit ile Tatya’nın bebek konusunda dertleşmesini izlemek yerine Celil ile Tatya’nın karşılıklı güzel bir sahnesini izlesek daha iyi olmaz mıydı? Tatya ile Celil çok fazla yüzeysel ilerliyorlar. Kendilerine ait tek bir özel anları dahi yok. Yer yer sonradan tanışacağımız Güzide ve Celil aşkını daha inandırıcı kılmak adına yapılan bir hamle olduğunu düşünsem de sadece sahne geçişi için kullanılmalarından da çok hoşlanmıyorum.

Celil de pek sakin.
 
Güzide’nin bendeki yeri için bir milat oldu bu hafta. Hikâyeye ayakkabılarıyla, paldır küldür girdiğini düşündüğüm Güzide’ye bu hafta hem üzüldüm hem de bir parça daha olsun yakın hissettim kedime. İstenmiyor olmanın yarattığı çaresizlik ve bu çaresizlikle hayal dünyasında yarattığı kahramandan medet umarak gelip kendisini kurtarmasını beklemesi beni fazlasıyla üzdü. Güzide’ye bir adım atmaya razı olurken ekranda Barones’i gördüğüm vakit eksikliğini hiç hissetmediğimi fark ettim. Bence bir diziye iki kızıl kadın fazla. Ben Güzide’yi kabullenirim, Barones’i İngiltere’ye yollasak olmaz mı?

Bölümde çok çok sevdiğim iki kısım vardı: İlki Tina ve Şura’nın paralel mektup sahnesi, diğeri ise Osman ve Şura’nın tanıştığı sahne. Tina ve Şura, birbirlerinden kilometrelerce uzakta aynı şeyleri hissetmeleri ve ellerini uzatsalar birbirlerine dokunacakmışçasına içten sözcükleriyle beni benden aldılar. İlla ki bir yerde yolları kesişecek bu iki kardeşin ve ben bu masal günü gelinceye kadar büyük bir sabırla bekleyeceğim. Osman ve Şura’nın ekrana girip ikisine de sarılma hissi uyandıran güzel sahneleri ise beni benden aldı. Çok sevdim, hatta bölüm içerisinde en çok sevdiğim kısım olduğunu da rahatlıkla söyleyebilirim. Her ne kadar sonrasında bu güzel ana gölge düşmüş olsa da hatırladığım her an benim yüzümde bir gülümseme belirecek. Keşke Eminof ailesindeki en güzel şey olan Osman ve Şura’yı daha fazla karşılıklı izleyebilsek.

Söylemeden geçemeyeceğim; dizideki Türkçe-Rusça olayı çok tuhaf geliyor bana. Kırım’da hizmetliye kadar herkesin Rusça bilmesi mümkün değil –Seyit de küçük yaşlarda ders alarak öğrenmiştir Rusça’yı-, halis muhlis Rus olan Tatya ve Şura’nın da Türkçe bilmesi mümkün değil. En azından bununla ilgili ufak bir ayrım yapılsa çok hoş olur. İstanbul’a gittiklerinde bu durum iyice karmaşık hale gelecektir.

Son olarak; fragmanda yer alan cenaze ile ilgili zihnimde şimşekler çakıyor ama düşüncesi bile çok fazla üzdüğü için sükûnetimi koruyorum.
YORUMLAR




BUNLAR DA VAR