Girls’ün ikinci sezonu türlü aşk böceklikleriyle, Brooklyn’in yapış yapış yaz akşamları fondayken, hiç de diziyi takip edenlerin alışık olmadığı “her şey iyi olacak” mood’uyla sona ermişti. Hannah’nın çocukluktan kalma obsesif kompülsif bozukluğu geri dönmüş (sekiz tane cipsi tek lokmada yeme sahnesi), kapısına dayanınca 911’ı arayacak kadar kendisinden uzak olmasını istediği eski sevgilisi Adam’ın yeni bir kız arkadaşı olduğunu duyunca şaşkına dönmüş ve bir e-book’u 24 saatte ‘bitirmesi’ için olabilecek bütün aksilikler başına gelmişti. Adam’ın göründüğü kadar kazma olmadığını işte o çaresiz günlerde, Hannah’nın başını yorganlara gömdüğü, boş boş aynalara baktığı, canı sıkıldıkça yoğurt kaşıkladığı ve dahi kulak zarını patlattığı zaman anladık.
ADAM, ADAM...
Garip seks pozisyonlarına meraklı, duş alırken sevgilisinin üzerine işemekten çekinmeyen (Girls hakkında okuduğunuz ilk yazınız buysa aman kaçmayın, iğrenç değil, vallahi komik. Tamam biraz iğrenç, ama daha çok komik) ve Hannah’nın sözleriyle söylersek, ‘kalbine maymun eti’ymiş gibi davranan Adam meğer ne acayip bir adammış! Dergide gördüğü Carey Mulligan’ın saçlarına özenip eline makası alan ve netice itibariyle bir adet Küçük Besleme’ye dönen Hannah’nın hastalığının dayanılmaz boyuta geldiğini ne ailesi ne de her biri kendi derdine düşmüş arkadaşları görmüştü o zamanlar. Hannah’yı en iyi dostu olarak gören, onun iyileştiğinden emin olmak için aldığı ilaçları kontrol eden, birini sevmenin, kendi sevmediği şeylere katlanmak olduğuna inanmayan (“Arkadaşların gelmesin evimize,”) ve bu yüzden uzlaşmalara, orta noktalara, beyaz bayraklara gelemeyen bir Adam var elimizde. Hiç değişmeyen, değişmesini de istemediğimiz. Bu yüzden Marnie’ye verdiği hayat dersini duvarımıza assak yeridir; Columbia’ya giden Kolombiyalı kız arkadaşıyla yaşadıklarını (belki de ilk aşkını) eğip bükmeden, bir ilişkinin, Charlie-Marnie ilişkisinin, bitişine asgari miktardaki saygıyı göstererek, Marnie’ye gerçekleri böyle bir berraklıkla anlatabilecek kimse var mıydı o evde? (Mavi kadife koltuklar ve mavi duvar boyasıyla Lena Dunham bize bir şey anlatmaya çalışıyor olabilir mi?) Evet birini gerçekten tanımak zor bir şeydir. Ortak noktalar, dinlediğin müzik, okuduğun kitaplar? Geçiniz, birine bağlanmak için yeterli değil. Adam, “Sen Charlie’yi tanımamışsın ve tanısaydın severdi(n)”i mealen öyle anlattı ki, aylardır gülümsemeyen Marnie’nin yüzünde güller açtı. İnsan, yıllardır hayatında olan birini hiç tanımadığını öğrendiği için mutlu olur mu? Adam, Marnie’ye tutunacak bir anlam verdi, kendine acıması ve kendini --her zaman olduğu gibi-- başka göstermesi için giyebileceği bir prenses kostümü değil.
BİR TACO GECESİ
Öte yandan gecenin başında masada herkes tacoya yumulurken Shosh’un çizdiği müthiş başarı tablosuna da bakın. Okuldan mezun olunca iş dünyasına atılmak için kendini hevesle, heyecanla, binbir gazla, hazırlık, hazırlık ve hazırlıkla donatmış bir NYU öğrencisi ve bu planı çok akılcı hatta feminist bulan arkadaşları o gece Marnie’ye ne verebilirdi? Velhasıl, Hannah’nın, son zamanlarda sıkça rastladığımız ve kendisinin olgunlaşma emaresi olarak gördüğü ‘arkadaşlarını evde ağırlama’ konulu misafircilik oyunu Marnie’ye bir yara bandı bile olamadı. İlişkisinin bitmesine ölümüne şaşıran ve neden sorularıyla hayatı kendine zindan eden Marnie’nin yemeğinden aldığı lokmayı ağzından öylece çıkarması da Hannah’nın bu çabalarının nafile olduğunu gösterdi. (Don Draper’ın cenazede kusma sahnesini hatırlayan?) --Bu arada Girls’ü tam da bu yüzden sevmiyor muyuz? Marnie gibi bakmaya kıyamadığınız güzellikte bir kızı taco kusarken görmek, estetikten uzak garip uyku pozisyonlarında izlemek hepimizi rahatlatmıyor mu?
JESSA ŞEHRE DÖNER
Öte yandan, hayatı beş yaşında çözmüş olduğunu söyleyen, 30‘una geldiğinde 50 yaşındaki bir kadın kadar tecrübe ve geride bırakılmış tonlarca anıya sahip olacağını çevresindekilere her fırsatta hatırlatan karizmatik ve hüzünlü ve bohem ve ukala Jessa uyuşturucuyu bırakmak için rehabilitasyon merkezine gitmektedir. Aylarca ortalarda görünmeyen ve Hannah’nın Küçük Besleme’ye dönüşme sürecine tanık olmayan bu vefasız dostu rehabilitasyondan almak için müthiş takım araba yolculuğuna çıkar: Adam, Hannah ve Shosh. Hannah’nın Adam’la ‘normal ilişki’ hayali, ona giydirmeye çalıştığı normallik o kadar bunaltıcıdır ki müzikle başlayan yolculuk Adam’ın teybe yumruğunu indirmesiyle sessizliğe bürünür. Oysa Hannah da adı gibi bilmektedir ki Adam, o, bu, tanıdığı eski bir arkadaş, huyunu benzetmeye çalıştığı yakın bir dost, yaka silktiren eski sevgili, araba yolculuklarında “Hayatım,”la başlayan cümleler sarf edecek biri olmayacaktır. “Sevgilim radyoyu açar mısın?” ya da “Aşkım gözlüğümü uzatsana,” hiç ağzından dökülmeyecek laflar Adam’ın. Ama arabayı yol kenarına çekip “Ormanda yürüyüş yapalım,” diyecek, Hannah’yı ‘tanıdığına’, gerçekten tanıdığına emin olduğumuz anlarda eline değneği alıp ağaçların arasında kaybolacak bir özgür ruh. Hannah’nın dediği gibi (ormanda yürüyüş fikriyle ilgili olarak) “O senin gerçeğin, bu benim gerçeğim.” Biz, senin çalıların ortasında telefondan video izleme ihtimalini sevdik Hannah, diğerinin de bir anda arabayı kenara çekmesini. Bütün komiklikleriniz, garip sessizlikleriniz, adı konmayan çirkinlikleriniz, ufak tefek satışlarınız, bilmişlik ve toyluklarınızla iyi ki döndünüz.