Benim için mecburi olan bir haftalık aradan sonra tekrar merhaba…
Sanırım 58. bölüm yayınlanmış Karagül bölümleri arasında en iyiler listesi yapsak ilk 3 arasında rahatlıkla yerini alır. Bölüm; senaryoda manevra nasıl yapılır ve oynayan taşlar yerine nasıl oturtulur dersi gibiydi adeta… Üç bölümdür kabuklarını kıran karakterler adeta yeniden can buluyorlar… “Eeeh! bu da sıktı,” dediğimiz bütün karakterler Zümrüdü Anka kuşu gibi küllerinden doğuyor. Girizgâhı uzatmadan atomlamaya geçiyorum.
Kendal: Aslında hep aynı gibi görünse de kabuk değiştiren karakterlerden biri Kendal. Hala bildiğimiz zalim Kendal evet, lakin yaptıklarının ayağına dolaşmaya başladığının da farkında artık. Yaptığı zalimliklerinin dozunun yükseltmesi de “bence” bundan dolayı. Gölgesi ile sidik yarıştırdığı bir Murat yok artık. Ebru’ya biriktirdiği göstermelik kinin de muhatabı aslında Murat. Murat, kaçak dövüştü onunla ve hala bunu sindirebilmiş değil. Çünkü Kendal, yaptığı her şeyi korkusuzca aşikâre yapıyor. Ona göre içine düştüğü kalleşçe tezgâhın sonuçlarını kestiremediği için kendisini sağlama almak istiyor. Baran’ın da, (o ne kadar görünmez bağlarla bağlamaya çalışırsa çalışsın) onun olmadığını ve sırt döneceğini hesap ediyor. Oğlum oğlum diyerek etrafı ateşe vermesi bu yüzden… Ne kadar düşkünmüş gibi görünse de Baran konusu iyice su yüzüne çıkarsa Ebru’ya bunu söyleyecek kişinin de Kendal olacağını tahmin ediyorum ben. Bölüm başındaki avlu sahnesinde Ebru’ya, misal bâb’ından çektiği söylev, aslında ilk kopacak zincir halkasının Kendal olduğunun da en büyük göstergesi. Belki de sağlıklı bir oğlum olsun saplantısı da bu yüzden. “Baran’ı ben büyüttüm,” demesine bakmayın, ne olursa olsun Baran Murat’ın oğlu. Murat ve ailesi Kendal için onun yıllarca emek vererek büyüttüğü mal varlığının beleşçi ortakları. Ve sağlıklı bir varisçisi olursa Baran, Kendal için Sosyete Gülü’nün eniklerinden biri olacak. Asım da sağlığına kavuşamayacağına göre doğacak bebek Kendal’ı Murat’ın ayağına bağladığı tüm prangalardan azade edecek. Sibel doğumdayken gelen doktorun ”Ya bebek, ya anne?” sorusuna Kendal’ın ”Oğlumu ver bana doktor!” demesi herkes gibi benim de kanımı dondurdu lakin aksi bir tavırda beklemiyordum açıkçası. Kendal’ı aklıyormuş gibi görünebilirim ama en başından beri tanıdığımız, bildiğimiz Kendal tam da böyle bir adam. Ve evet, Emine’nin ve Asım’ın ahının yerde kalmayacağına da eminim…
Kadriye: ”Gelin’in hamuru kaynana toprağından yoğrulurmuş,” diye bir laf var ya hani, meğerse Kadriye’nin de kuması varmış (Spoiler saylanmaz çünkü açıktan belli edildi). Kadının beş gelini var beşi de birbirine kuma. Kadriye’nin kuması mevzusunda ben baya uçuk bir teori geliştirdim. Şerif Sezer, yaptığımız röportajda “Aslında Kadriye beş çocuk doğurmuş, diğer ikisi nerede? O hikâyeyi bilmiyoruz,” demişti hatırlarsanız. Acaba kocası olacak Mehdi Efendi, diğer iki çocuğunu Kadriye’den koparmış olabilir mi? Kadriye, Ebru ile benzer paralellikte bir dram yaşamış olabilir mi? (Çok uçtum galiba… Bilemiyorum Altan, kafam çok karışık.) Kendisi öyle bir acı yaşamışsa Ebru’ya yaptığı haksızlık daha da rahatsız hissetmesine yol açıyor olabilir. Narin, ”Murat ölürken söylemek isteseydi söylerdi,” dediğinde; ”Murat son anında Ebru’nun aşkını kaybetmek istemedi,” diyerek gerçeğin söylenmesi taraftarı olduğunu iyice belli etti. He “Söyler mi?” derseniz bence söylemez. Kadriye o kadar cesur değil maalesef… Kendal’a karşı sesin hala düşük perdeden Piremses! Onun için sevgi sözcükleri yok sana, hala küsüm…
Ebru: Baran’ın senin oğlun olduğunu anlaman için daha ne yapılmalı balım? Kendal bildiğin Murat üzerinden emsal verip özet geçti sana be gülüm! Gerçi kadın oğlunu öldü biliyor. Bu konuda hiç kocasından şüphelenmemiş ki kadın. Ahahahhahah! Neden şüphelenmiş ki zaten. Adam senelerce bir karısı daha olduğunu saklamış. Acaba Murat oğlumuz öldü dediğinde mezarını falan görmek istememiş mi? Ay bir sürü şey havada. Gerçi bunlar, “gösterilmese de olur” detaylar ama ben kıllıyım arkadaş lakjhsgdfdghsjk. “Sen aslansın kaplansın tuttuğunu koparırsın,” tarzı içi boş gazlamalarla değil gerçekçi şekilde iş yapmaya kalkması çok güzel oldu. 2. sezon da kafede çalışan Ebru, oldukça gerçekçiydi çünkü. O iş de Fırat’ın bıçaklanmasıyla piç oldu gitti. Bence çok güzel giderdi o mevzu. Baran ve Ebru’ya yakınlaşmaları için nefes almalık bir mekândı orası. Kenafir gözlü Kendal başını yemeyeydi iyiydi. Fırat ile arasının bozulmasına üzüldüm diyemeyeceğim valla. Bence çok iyi oldu, çok da güzel oldu. Ebru’nun Ada’ya bir gem vurup rüzgârını alma zamanı gelmiş de geçiyordu, bu bölüm onu da aradan çıkardı çok şükür. Gerçi tam istediğim gibi olmadı ama ne yapalım? Biliyorsunuz daha önce dediğim gibi, ben Ada gibi hadsiz bir evladım olsa cebine eroin koyup ihbar ederim. Ebru erenler katına erdiği için o benim gibi yapmaz normal olarak. Saklanan sırrın ne olduğunu çakmamasına paragrafın başında kılıf bulmuştum ama kendisinden saklanan bir sır olduğuna artık emin. “Anladı mı ki? Anlayacak mı ki?” diye diye ciğerimiz solduydu iki sezondur.
Rüyalar bildiğiniz gibi hikâyeye dair spoiler veren alt metinleri içeriyor genelde. Ebru kendisinden bir şey saklandığından emin fakat ne olduğunu bilmemesine rağmen içindeki annelik güdüsü onun öldü denen evladı ile ilgili bir bilinçaltı kurmasına neden olmuş. Bu oldukça enteresan aslında… Baran’a duyduğu engel olamadığı o yakınlığı aslında içten içe “oğlu yaşasaydı o yaşlarda olacaktı” empatisine değil de, “Oğlum aslında sen misin? Ölmedin mi?” umuduna bağlıyorum. Çünkü Baran, Murat’ın kendisinden sakladığı Şamverdi konağından karşısına ilk çıkan, ilk yüreğini titreten hatta. (1.bölümdeki sergi gezmesini hatırlayalım.) Ebru bunu içinden düşünüyor olsa bile tezahür eden bir veri yok elimizde. Ama dediğim gibi gizlenen sırrın ne olduğunu bilmemesine rağmen Baran’dan kendini alamaması bilinçaltında rüya olarak karşılık buluyor. Yani Baran artık bundan sonra Ebru’nun gözünde kendi oğlu olarak düşecek yüreğine. Ben eminim ki artık gördüğü bu rüyanın yönlendirmesi ile Baran’ı artık bir tür sevgi ve sahiplenme kalkanı ardına koyacak. Rüya sahnesindeki diğer detay ise; Ebru’nun etrafındaki insanları nasıl gördüğüne dair… Narin’in ve Kendal’ın rüyalarını hatırlarsak onların rüyalarında herkes siyah giyiyor. Ebru’nun algısında Narin düşman renginde değil mavi giyinmiş. Özlem kişiliğine uygun bir şekilde renkli elbisesiyle. Kadriye, Ebru için hala gri. Yalnızca Kendal simsiyah Ebru’nun rüyasında… Rüyadaki en büyük spoiler ise kilitli kapının anahtarını Asım’ın vermesi. Çünkü Asım bütün anahtarları içinde barındıran sandık. Ayrıca rüyada her şey aşikâre olarak gösterilirken anahtarı Asım’a veren kişi gösterilmemiş. Senaristlerin felsefik göndermelerini emanet edeceği en büyük anahtar tabi ki ”en masum” olan Asım olmalıydı.
Rüya sahnesi’nin diğer bir özelliği ise görsel olarak enfes olmasıydı. Beş dakikalık bir korku filmi sahnesiydi sanki. Karakterlerin, kıyafetlerinin renklerinden görünüşlerine kadar her şey ince düşünülmüş. Sanat ekibi de muazzam iş çıkarmış. Yönetim güzel, oyunculuk güzel, senaryo güzel daha ne olsun? Bu kadar konuşmanın üstüne sahnenin link’ini tabi ki vereceğim. (Sahneyi ricamı kırmayarak bizim için kesip hazırlayan @sevdaergincifan nickli kardeşime çok teşekkürler.)
Narin: Baran’dan vazgeçmemek için yaptığı bütün aşırılıkları ben anlıyorum. Narin kimsesiz bir karakter… Tek varlığının da elinden kaymasına ramak varken bembeyaz kalmasını beklemek hayalcilik. Kendisinin dediği gibi; biri tarafından sevilmek Narin’in ayakta durma sebebi. Baran da onu karşılıksız seven tek kişi olduğuna göre kaybetmemek için tabi ki çabalayacak. Narin’in yanlışa düştüğü konuysa Baran’ı elinde tutmak için çırpınırken oğlunun yaralarını, sıkıntılarını görememesi. Çünkü o şu an sadece elindekini koruma derdinde. Elindekinin dertlerini göremeyecek kadar kaybetmeme dürtüsüne meftun halde. Ah Narin ah, uzaktan Ebru ile dertleşen Baran’ı izleyip kederleneceğine oğlunu kollasan ya be adı güzel… Yarın öbür gün Ebru okuması için Baran’ı darladığında “Sen karışma,” nasıl diyeceksin? Baran ne kadar fevri bir genç adam olsa da güzellikle söylendiğinde yapmayacağı şey yok. Sen etrafına hınçlanıp hırçınlaşırken kayıp gidecek Baran elinden… Gönül ister ki bu olayın sonunda senin de yüzün gülsün lakin kendi kuyunu kendin kazıyorsun. Bu arada Oğuz’a ettiği sitem de sonuna kadar haklıydı. Ben sana aşığım diyip ilk virajda çıkış yolu aramak Narin gibi güven sorunu olan bir kadın için görmezden gelinecek bir şey değil.
Özlem - Melek: Valla gelin görümce ikisi de aynı saftiriklikteymiş meğerse. Ahahhahaha! Özlem’in büyük sırrı bir nefeste dökülmesine mi güleyim Melek’in inanmamasına mı güleyim şaşırdım. Melek’in Kendal’a posta koyması şık hareketti de öyle pıs diye sönmez inşallah. Özlem’in içten içe Sibel’i öyle ortada bırakmak istememesine rağmen kendini haklı çıkarmaya çalışması o kadar insaniydi ki… Özlem deli dolu cazgır olabilir lakin yaşadıkları da kolay şeyler değil… Kim olsa o ikilemlere düşerdi. Özlem plancı, çıkarcı ve patavatsız olabilir ama vicdansız değil asla… O kadar ikileme düşmesini çok görmedim kesinlikle…
Baran: Asım’dan özür dilemeye çalıştın da kırılan eskisi gibi olur mu hiç? Üstüne üstlük Ayşe’yi de yaraladın. Ah be Baran, ölüm acısını atlatmak sen yaşlarda kolay değil tabi. Bir de etrafında rol model olarak dolanan Kendal varken düze çıkmak istedikçe batıyorsun. Oynadığın ağacılık oyunundan Ayşe’nin ve kardeşlerinin okumasına imrenip silkelenerek çıkmanı bekliyoruz sabırla. Baran avluda kopan kıyamet sonrası Özlem’in ”Gerçekleri söyleyeyim mi Narin?” demesine şahit olmuşken ”Yengem neden bahsediyor, ne gerçeği anne?” diye niye annesine sormuyor? Tamam, her şeyden habersiz olsun da bu kadar da ağzı açık olmasın. Kim olsa öyle bir durumda annesini darlardı. Bir de amcası o konaktan birilerine el kaldırdığında saf saf seyretmesi bir benim sinirimi bozmuyordur inşallah? Kendal amcası tamam da bu kadarı da “öeehh” yani. Asım bile gücünün yetmediğini bilmesine rağmen diliyle müdahale ediyor. Baran kazık gibi dikilip bir kadının dövülüp sürüklenmesini izliyor. Yansıtılmak istenen Baran’ın fıtratına ters bir kere… Kendal gibi kadına köpek gibi davranan bir herifin elinde anca bu kadar olmuş. Narin desen tam bir yöre insanı olduğu için kadınların neye kırılıp neye yaralanacağını öğrendiği kişinin Ebru olması şaşırtıcı değil. Ayşe’yle aşkları arabesklikten çıkıp normal genç kıvamına geçsin diye bekliyorum ama çocukların dramı da maşallah 10 acılı adana kebap gücünde. Neyse, Ebru onu terbiye eder Allahtan da en azından normalleşebilmesini umut edebiliriz.
Emine - Asım: Geçen haftaki ana-oğul sahnelerine iki satır yazmazsam ayıp etmiş olurum. Emine’nin bam teli de şükürler olsun artık patladı. Emine peygamber mertebesine ramak kala da gezinen bir kadın olduğu için bu sinir bozan sabrının sonu tabi ki büyük bir acıyla geldi. Emine, oğlu için her şeye yine katlanırdı ama görülmemekten usandığı o an çok acıklıydı be! Kadriye’ye, ”Herkesi gördün ama bir Asım’ı görmedin!” dediğinde aslında oğlunun ve kendisinin hayatının özetini yaptı. O konakta Emine ve Asım görünmezler çünkü. İnsanlar acıdıkları görüntüye bakmak istemez çünkü. Kafasını çevirir, kulağını tıkar, yok sayar. Asım’a herkes acıdı da, kimse sevmeye tenezzül etmedi. Emine’nin bundan sonra kimseye eyvallah etmeyeceğini düşünüyorum ben. Kendal’a rağmen iş de kuracak çalışacak da… Kimsenin gölgesinde değil kendi başına yapsın isterdim lakin insan senelerce “değirmen taşında öğütülür” misali ezilince tek başına adım atmaya korkar. Emine, Ebru’ya tutunsun ama gereğinden fazla da minnet etmesin. Emine ve Asım mutlu/huzurlu olsun istiyorum çok mu? Geçen haftaki o muazzam performansı için sevgili Hülya Duyar hanımefendiye en kalbi tebriklerimi yolluyorum. Harikasınız…
Kasım: Kanka senin bu Özlem’e zart diye aşık olman beni bozuyor bee… Sibel n’oldu? Aşkından Kendal’ın sülalesini kurutacaktın hani? Kendal Sibel’e dokunuyor diye öfkeden kuduruyordun hani? Yok abi, neresinden bakarsam bakayım olmuyor yani ı- ıııh!!! Tamam, Özlem güzel kadın da Sibel uğruna hapisler yatan şehir şehir peşinden koşan adam nerde hani? Olmadı bence bu aşk ya. Olmamalı da… Kasım, hakikaten ağırlığı olan ve istikrarlı bir karakterdi çünkü. Bir iki flashback ile mi âşık oldu yani? Özlem’in görgüsüzlüğü ile gözleriyle dalga geçen Kasım’dan Romeo olmaz gencolar. He derseniz ki; “Kendal’ın karısını da ayartıp intikam alma derdinde,” hadi bir nebze olabilir. Amma ve lakin Ayşe kaybolduğunda peşinden kendini suya atacak kadar kayışı koparan Sibel’i gözleriyle takip edip ne yapacağını içgüdüsel olarak hissedip sarıp sarmalayan Kasım, Özlem’e zart diye aşık olamaz. Kasım’ın hesabı nedir bize bir açıklayın yani. “Şimdi Kasım’ın devri başlıyor,” dedirtip fostirikten zart diye ortaya çıkan bir aşk tatavası benim midemi bozar açıkçası. Karagül'e yakışmaz, anlatabiliyor muyum?
Sibel - Ayşe: Aralarındaki bu çaresiz kabullenmişlik ne zaman iflas edecek diyordum ki, onlar da patladılar en sonunda. Yazıya başlarken dediğim gibi Bütün oynayan taşlar yerine oturdu bu bölüm. Sibel ve Ayşe’ye etkisi de tabi ki beklediğim gibi şiddetle oldu. Ayşe Sibel gibi göğsünde yumuşatan fıtratta değil çünkü. Kendal’ın doğacak oğlunun getireceği imtiyazları sindiremez Ayşe. Boğazına takılır, yutkunamaz, nefessiz kalır. Sibel de kabullenmezdi gerçi de Ayşe’nin geleceği için dediğim gibi göğsünde yumuşatmayı öğrenmiş. Anne çünkü, Ayşe gibi gurur yapma lüksü yok. “Sahipsiz kuşların dramı” diye başlık atmıştım ya geçende yazıma, bu anne kız da o sahipsizler zümresindeler işte. Sibel-Ayşe-Kasım üçgeni gerçekten çok sivri köşelere sahip. Ayşe sahipsizliğin ve çaresizliğin en diplerini yaşarken Kasım gerçeklere uyanıp elinden tutsun istiyorum ben. Sibel ve Kasım’ın yarım kalan marazi sevdasının bu hırçın meyvesi tam da Kasım’ın güçlü karakteri ile elinden tutmasıyla düştüğü yerden kalkabilir. Avlu’da ettikleri kavgada Ayşe ne kadar yaralasa da annesini, bağları muazzam kuvvetli… Draması ve tansiyonu yüksek o şahane sahnenin hakkını dibine kadar veren Ebru Ojen Şahin ve Sevda Erginci’ye alkışlarımı gönderiyorum.
Oğuz - Deniz: Evladı ile sorunları olan karakterimiz az gibi bir de bunlar çıktı. (Şöyle bir düşündüm de hikâyedeki bütün ebeveynlerin evlatları ile ilişkileri sorunlu.) Deniz tipik boşanmış ailenin sorunlu ergeni onu anladık. Babası ile arasının düzelmesi bir acıklı iç dökme sekansı ile geçer gider. Oğuz karakterinin steril mükemmelliğinin altını kazımak için gelmiş Deniz, bu belli… Oğuz fragmanda Narin’e “Ben seni ilk gördüğümde âşık oldum,” diyor demesine de daha öncesinde Narin, Deniz’i tanıdığını hatta Baran ile Deniz’in çocukken oyun oynadığını söylememiş miydi? Where is the memory gençler? Yani evliyken mi âşık olmuş Narin’e? Deniz’in dediği gibi Narin yüzünden mi boşanmış karısından yani? Ay ben ŞOK!!! Bu konuda bizi bir aydınlatın lütfen… Oğuz’un mükemmel erkek intibasını da yerle bir ettiğiniz için nefret ve muz kabuğu gönderiyorum size. Gerçi tükürük köftesi yapabilen bir adam çok da kötü değildir ya… Değildir yani… Değildir dimi? Değildir canııımm…
Ada: Seyrederken sinir tellerimi çekip çekip bırakan Ada’yı sakinleştirmeye çalıştığınız için çok tişikkirlir. Ay kızı seyredemiyordum ayol. Azıcık sakinleşince bile bak nasıl güzel oldu. Türkçe türkçe çay içsin çaaayyy… Çay sinirlere iyi geliyor diyolla…
Serdar: Kendisini seyrederken âşık âşık bakmayan var mı acaba? Sadece bunu sormak için kendisine paragraf açtım. Biz de böyle bir fangörlüz icabında… Hem karakteri güzel hem kendisi dehşet… Valla bu kadar da olunmamalı yani. Pesss!!! Burak’cığım Serdar’ın doğallığını çok iyi geçiriyorsun bize. Karagül Okul’undan geçer notla mezun olacaksın bu belli…
Maya: Sorumluluk sahibi, akıllı uslu Maya! İçindeki volkanı dışarıya kusmayan ince fikirli Maya! O Volkan patlayacak be güzelim, sakinleşecek bir liman çıkar inşallah karşına ne diyeyim. Aşkına saygım sonsuz, bunu da demeden geçmiyorum.
Sonuna kadar sabırla okuyan herkesin gözlerine sağlık…
Not: Özlem’in ruh hastası abilerini aportta beklettiğinizi unutmuyorum sayın senaristler, bu sefer şiddet dozu düşük olsun bari ya… Olmaz mı? Hiç mi olmaz?