Muhteşem Yüzyıl Kösem bu hafta "sonunda!" dedirten senaryosu ile karşımızdaydı.
Bu hafta hem karakterlerin hem de hikayenin oturduğu mükemmel bir geçiş bölümü izledik. Haftalardır eleştirdiğimiz senaryoya sonunda el atılmış, yazanların ve emek verenlerin yüreğine sağlık. Eleştiriler dikkate alınmış.
Nasya ile başlamak istiyorum, haftalardır saraydan kaçmak isteyen, dengesiz hareketler içinde bulunan kızdan bu bölümde eser yoktu. Başlarda bu değişimi yadırgasam da haremin karanlık yüzünü görmesi ile mantıklı bir zemine oturttum. Anastasia kırbaç yedi, mahzene atıldı, hayranı olduğu Venedikli Sofia'nın aslında kim olduğunu gördü ve Ahmed yokken kendisinin bir hiç olduğunu anladı. Bütün bunların sonunda ya haremden ebediyen kaçıp hiç olmaya devam edecekti ya da bu sarayda kalıp ipleri eline alacak ve Kösem olacaktı.
Safiye Sultan'ın bencil, hesapçı hallerine Hülya Avşar öyle güzel can vermiş ki. Artık izlerken gerçek kimliğini unutuyorum ve rolüne oturdu diyebiliyorum. Geçen bölüm yorumumda da değinmiştim Safiye sahnelerinde karakterin yüzüne retrica efekti uygulanmaya devam ediyor. Kamera açısı Safiye'ye döndüğünde istemsiz bir şekilde gülüyorum ve bir an önce bu efekten vazgeçmelerini diliyorum.
Handan ile Halime birbirinden farklı iki karakter, bazen düşman bazen dost, ama her şeyden önce kendini evladını korumaya adamış iki anne. Handan, çiçek hastalığına yakalanmış Ahmed'in yattığı odaya bile yaklaşamazken, Halime ölümü göze aldı ve gidip oğlu Mustafa'nın yanına yatıp sımsıkı sarıldı. Ölüm bile ayıramaz bizi dedi. Dizide çok anne var fakat gerçek annelik duygusunu sadece Halime geçiriyor seyirciye.